Türkiye’de hain neden çok?

Türkiye’de hain neden çok?

İletigönderen İlteriş Kağan » Sal Mar 24, 2020 12:38

TARİHE BAKIŞ
Savaş tutsakları ile kölelerin, ekonomik ya da askeri amaçla kullanılması, değişik yöntem ve oranlarda hemen tüm toplum biçimlerinde görülür. Antik Çağ Grek devletleri ve Roma İmparatorluğu, köleciliği bir üretim biçimi haline getirirken, bu biçimiyle köleciliğe yönelmeyen Osmanlı İmparatorluğu çok başka bir yöntem geliştirdi.
Resim
Atina ya da Roma’da köleler satılabilir, bağışlanabilir ya da öldürülebilirdi. Nesne olarak görülüp en ağır işlerde çalıştırılır ve toplumun dışında tutulurdu. Osmanlı İmparatorluğu’nda insan gereksinimi çok başka biçimde karşılandı. Fethedilen yerlerden toplanan seçilmiş genç insanlar, Osmanlı nizamına uygun olarak yetiştirilerek toplumun iç unsuru haline getirildi. Osmanlılar bunlara devşirme adını verdi. Bu yöntem, Atina ve Roma köleciliğinden çok başkaydı.

DEVŞİRMELER
Padişah buyruğuna (fermana) dayanan toplama (devşirme) kurulları birkaç yıl arayla Balkanlar’da değişik bölgeleri dolaşır, kent ya da köylerde, hane sayısının kırkta biri oranında genç toplardı. Genellikle 14-18 yaş kümesi içinde kalan, sağlam vücutlu, akıllı Hıristiyan çocuklar seçilir ve eğitilmek üzere İstanbul’a götürülürdü. Kurul üyeleri, köy ya da semt papazının eşliğinde, kilise vaftiz defterinden gençlerin özelliklerini saptar ve aile başına bir kişiyi geçmemek koşuluyla seçim yapardı. Devşirilenlerin özellikleri bir deftere yazılır ve halktan, devşirilen her genç için, yol ve giyim giderlerini karşılamak amacıyla 600 akçe para toplanırdı. Bu paraya kul akçesi denirdi. Devşirilenler 100-200 kişilik kümeler halinde, sürücü adı verilen yetkililere teslim edilerek yola çıkılırdı.1

Hıristiyan aileler toplama kurullarına devşirme listesi sunan papazlara, kendi çocuklarını listeye alması için baskı yaparlar, armağanlar verirdi. Devşirme olarak seçilen her çocuk, ailesi için başa konan bir talih kuşu, bir umut kaynağıdır. “Beslenmesi gereken bir boğazın eksilmesi”2 bir yana, asıl önemli olan bu boğazın dünyanın en büyük devletinin askeri ya da idari kademelerinde yükselerek kendilerine ilerde nimetler sunma olasılığıdır.3

Devşirme seçilmek, günümüzde herkesin büyük bir istekle peşinden koştuğu, ABD vatandaşı olmaktan çok daha önemli bir şeydi. İstanbul’a gelen devşirmeler, burada Yeniçeri ağası ve hekimler tarafından gözden geçirilerek sünnet ettirilir ve Kelime-i Şahadet getirtilerek Müslüman yapılırdı. İçlerinde yakışıklı, zeki ve becerikli olanlar, padişaha, yönetimde ve özel işlerinde hizmet vermek üzere seçilirlerdi. Bunlara içoğlanı denir ve özel olarak yetiştirilirlerdi.

KÖKSÜKLEŞTİRİRKEN KÖKSÜZLEŞMEK
Devşirmelerle yaratılan örgütlü güç, başlangıçta devlet yararına, birçok alanda kullanıldı. Devletin ve ordunun sürekli geliştiği ilk dönemlerinde, ilerde sorun yaratabileceği düşünülmemiş, tersine sorunları giderecek bir güç olarak görülmüştü. Toplumsal kimliği korumaya dayanan, binlerce yıllık devlet gelenekleri bırakılmış, Türk unsurların karşı çıkmasına karşın devletin merkezi; Rum, Sırp, Hırvat ya da Ermeni Hıristiyanlara açılmıştı.

Osmanlı devşirmeciliği, devşirmeleri yani yabancı insanlar topluluğunu, köksüzleştirdiğini sanarak içsel bir güç durumuna getirmişti. Köksüzleştirirken köksüzleşen bu düzen, aslında kendini yıkacak bir gücü yaratıyordu.

DEVŞİRMENİN NİTELİĞİ
Devşirmeler, kökü silinmek istenen türedi bir kuşaktı. Görünüşte; ailesini, soyunu sopunu yadsımış, belleği ve kimliği yok edilmişti. Yalnızca Osmanlıydı. O bir ailenin bireyi değil, padişahın kuluydu; bir insan değil, adeta bir makineydi.4

Bilinçli programlarla kişiliksizleştirilen devşirmeler, bu niteliklerine karşın; yüksek yönetim yetkileri, dolgun ücret, siyasi ve idari ayrıcalıklarla donatılmışlar ve devleti yöneten yerlere getirilmişlerdi. Ancak, can ve mal güvenliğinden yoksun biçimde yaşıyorlardı. Bu konumlarıyla üst düzey devşirmeler, sürekli ölüm korkusu içinde yaşayan ruh hastaları durumundaydılar.

Devşirmeler, gerçek görüşlerini hiçbir zaman açıklamazlardı; yalancı ve ikiyüzlüydüler. Peşinde koştukları tek değer, para ve yönetim gücüydü. Osmanlı Devletine gizliliği, ihanet ve entrikayı bunlar yerleştirmiş; rüşvet, vurgunculuk (ihtikâr), karaborsa, yasadışı gelir (ihtilas), ve adam kayırma’yı (iltimas) neredeyse yasal hale bunlar getirmişti. Yeniliğe ve devlete karşı ayaklanmayı, hak olarak görürlerdi. 1550’den sonra, yeniçerilerin evlenmesine izin verilince, çocukları Acemi Ocağı’na öncelikli olarak alınmış, devşirmecilik babadan oğula geçen ayrıcalıklı bir meslek haline gelmişti.

RÜŞVET VE ENTRİKA
Hangi kesimden gelirse gelsin, devşirmelerin tümünün ortak özelliği, boğazlarına dek rüşvet ve entrikaya batmış olmaları ve Türk uyruklara duydukları düşmanlıktı. Rüşvet ve vurgunculuk yoluyla o denli büyük bir servet ediniyorlardı ki; halk “simyanın (her madeni altına çeviren gizil güç y.n.) sırrına erdiklerini” söyleyerek bunlarla alay ediyor, tepki gösteriyordu.5

Devşirmelerin rüşvetçiliği, zaman içinde, tehlikeli bir boyuta ulaşmış ve ülke çıkarlarını yabancılara satma noktasına varmıştı. Elde ettikleri yetkiyi kullanarak, “baştan aşağı bir yağma, çapul ve servetlere elkoyma”6 uzmanı olmuşlardı.

Devşirmeler, nitelikleri gereği tüketici bir topluluktu. Roma soyluları gibi, üretimle uğraşmayı ayak takımının yaptığı onursuz bir iş olarak görürdü. Kılıç ve kahramanlık söylemleriyle yağma, bu olmadığında “entrika” ve “yalan dolan”a dayalı vurgunculukla geçinirlerdi. “İş bilenin kılıç kullananın” özdeyişi, Türkçe’ye bunların yerleştirdiği bir sözdü.7

TÜRKLER; KENDİ ÜLKESİNDE TUTSAK
Türkler’e karşı olumsuz bakış, devşirme düzeninin daha ilk döneminde, çok açık biçimde ortaya konmuştu. II.Murat döneminde başlatılan, Fatih Kanunnamesi ile yasalaştırılan uygulamalarla Türkler, kendi ülkelerinde Hıristiyan ya da Musevi azınlıklar kadar bile hakkı olmayan, ikinci sınıf uyruk haline getirilmişti. Yönetim organlarında görev alıp yükselmek bir yana, etkili devlet kurumlarına ve bu kurumlara yönetici yetiştiren okullara giremiyordu. Sadrazamı, padişahtan sonra devleti temsil edecek en yetkili kişi (naip) yapan Fatih Kanunnamesi, devlete asker ve sivil yönetici yetiştiren ve yüksek nitelikli eğitim veren devşirme okullarına alınmayacak olanları şöyle sıralıyordu: “Yahudiler, Müslümanlar, çobanlar, sığırtmaçlar, doğuştan sünnetli olanlar, çok uzun ya da kısa boylu olanlar, Türkçe bilenler, köseler, keller, Gürcüler, Çingeneler, Kürtler ve Türkler”.8

Fatih Kanunnamesi’nden sonraki 70 yıl içinde naib yetkisiyle devlete sadrazam olan 48 kişiden yalnızca 5’i Türk kökenlidir; bunlar da devşirme anlayışıyla yetişmiş aslını yadsıyan (inkar eden) insanlardır. Geri kalan 43 sadrazamdan; 11’i Slav, 11’i Arnavut, 7’si Rum, 5’i Ermeni, 4’ü Çerkez, 3’ü Gürcü, 1’i İtalyan kökenliydi.9

TÜRKİYE’DE YABANCILAŞMA VE İHANET NEDEN ÇOK
Rüşvet ve yolsuzlukla servet elde edenlerin, elde ettiklerini geliştirerek korumak için, yabancılara vermeyecekleri kamusal ya da ulusal, hiçbir değer yoktur. 19.Yüzyılda Tanzimat’la meşrulaştırılan bu eğilim, bugün AB ya da IMF politikalarıyla meşrulaştırılmaktadır. Bunu yapanların konumları, özlem ve yönelişleri, içinde bulundukları maddi koşulların ve bu koşulları yaratan uzun bir geçmişin ürünüdür.

Günümüzde Arapçılığı sürdüren siyasi İslamcılar, Batı’yla bütünleşen Müslüman demokratlar ve uygarlığı batıcılık sayan şekilsiz aydınlar; Türklüğü ezen onu yok sayan Osmanlı tutumunun, özellikle de devşirme anlayışının, günümüze taşınan sonuçlarıdır.

Yalnızca on beş yıllık Atatürk döneminde bastırılmış olan kimliksizleşme eğilimi yani devşirme geleneği, günümüzde olanca hızıyla ve çok etkili yöntemlerle sürdürülmektedir. Atatürk’ün, Türk kimliği ve tarihi için ne anlam ifade ettiğini açıkça ortaya koyan bugünkü olumsuz gidiş, nedenleri tarihte kayıtlı bir süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki sonuçlarıdır.

DİPNOTLAR
1 Ana Britannica 10.Cilt, sf. 100
2 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, 1.C., Belge Y., 7.Bas. 2000, sf. 297
3 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, 1.C., Belge Y., 7.Bas. 2000, sf. 297
4 “Kapıkulunun Tavsifi” Muhittin Birgen,; ak. Zeki Arıkan, “Tarihimiz ve Cumhuriyet” Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, sf. 127
5 “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, 1.C., Belge Y., 7.Bas,. sf. 306
6 “Tarihimiz ve Cumhuriyet” M.Birgen, Tarih Vakfı Yurt Y., 1997, sf. 147
7 a.g.e. sf. 147
8 Ana Britannica, 10.Cilt, sf. 100
9 “Tarihte Türklük” Prof. Laszlo Rasonyi, Türk Kül.Gel. Ens.Y.., 2.Bas. 1988, sf. 204

http://kuramsalaktarim.blogspot.com/202 ... meler.html
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2100
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53

Re: Türkiye’de hain neden çok?

İletigönderen Gönül Pınar Atacı » Çrş Mar 25, 2020 14:11

MUHTEŞEM bir tarihsel ve güncel analiz ve sentez. Tebrikler sayın AYDOĞAN. Teşekkürler sevgili İLTERİŞ.
Kullanıcı küçük betizi
Gönül Pınar Atacı
Üye
Üye
 
İletiler: 1285
Kayıt: Sal Ara 01, 2015 9:02


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

cron

x