Türkiye’nin Karanlık Yılları
Geldiğimden beri kaç haftadır bir sosyal etkinlik olsa da insan arasına girsem, evden çıksam, nerede olduğumu anlasam, kalabalığa karışsam, yurtdışındaki toplumumuzu, bu ayrı dünyayı bir kez daha görsem, anlatsam, diyordum…
Haftasonu bir gurbet akşamı yaşadım.
Buranın Atatürkçü Düşünce Derneği Türklerin yoğun olduğu bir semtte. Tramvay yoluna yakın, küçük, bağımsız bir yapının üst katında. Örgü telli, çıkarken boşluğa düşeceğim korkusu yaşatan, dimdik merdivenlerden çıkılıyor binaya. Küçük bir giriş terası, kapı, bir dar koridor, buraya bağlı sırayla odalar. Toplanılan salon daha büyükçe, iki giriş kapılı. Mutfağı, koro çalışmaları yapılan uçta ayrı bir salonu var.
Ömrümce yaptığım gibi, huylu huyundan geçmezmiş, yine en son dakikada yetiştim toplantıya, geç kalmadan, ucu ucuna, nefes nefese…
Yine, alışıldığı gibi de, bizim düzenlediğimiz toplantıların değişmez yazısız kuralı gereği toplantı tam zamanında değil, epey gecikerek başladı…
Osman Özbek’i televizyondan tanıyoruz. Tartışma, söyleşi yayınlarına çıkardı Ulusal Kanal’da. Çıkardı diyorum, çünkü 15 Temmuz’dan beri televizyonlarda haber – tartışma izlemeyen; o gece, canlı yayınlarda göreceğimi gördüm, bileceğimi bildim, algımı yönlendirmelerine izin vermeyeceğim diyen birisi olarak son aylarda da çıkıyor mu ekranlara sayın Özbek, bilmiyorum.
Gelenlerin çoğu erkekti, neredeyse tamamı. Çok az kadın dinleyici gelmişti. Konuşmacının asker kökenli oluşu bunda etkili miydi, kimbilir?
Bir ikisi dışında kimseyi tanımadığım bu toplulukta, Osman Özbek nerede, hangisi şu oturanların içinde mi yoksa derken, toplantımız başlıyor diyen dernek başkanıyla birlikte ikisi karşımıza geçtiler.
Tıpkı televizyonlardan tanıdığımız gibi, ufak tefek, sevimli, yaşından genç görünen, dinamik, yaşam dolu biri Osman Özbek. Güzel konuşuyor, ilgiyi diri tutmasını biliyor konuşurken. Konudan konuya atladığı, bir oradan bir buradan anlattığı halde, kimse sıkılmıyor… Aile toplantısında sohbet ediyor havasında konuşması… Samimi, sıcak, yalnızca bize söylüyor gibi… Tümgeneral iken, en yüksek yerlerde görevliyken, “gördüğü lüzum üzerine” askerlik görevinden istifa etmiş (Ağustos 2001). Dernek başkanı, yaşam öyküsünü okuyor kısaca.
“Osman Özbek, 1948’de Ankara’da doğdu. İlk ve ortaokulu bitirdikten sonra, İstanbul’da Kuleli Askeri Lisesi’ne devam etti. 1968 yılında Kara Harp Okulu’nu Jandarma Asteğmeni olarak bitirdi…”
Hem eğitimi, hem görevleri yükselerek sürüyor. 1982 Kara Harp Akademisi’ni bitirme. Jandarma Eğitim Tabur Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı’nda “Plan Harekat Şube Müdürlüğü, Yurtdışında (Roma) Kara Ateşeliği, İl Jandarma Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı Genel Sekreterliği, Jandarma Bölge Komutanlığı… Son görevi Jandarma’da, Genel Plan Prensipleri Başkanlığı ve Harekat Başkanlığı…
Osman Özbek, teşekkür ederek söze başladı:
“Burada (birlikte) olmamızı gerektiren günler yaşanıyor. Anlatacaklarım, paylaştıklarım sizi tatmin etmeyebilir, ararsınız, buluşur konuşuruz. Özel bilgi isterseniz sizinle detayı ile paylaşırız… Bir hafta buradayız, boşuz…”
Sonra hemen Kayseri’deki patlamayı andı:
“Kayseri’de büyük bir olay var. Şehitlerimiz var… Ailelere başsağlığı, yaralılara şifa diliyorum.
Bu, alışkanlık haline geldi. Bir yıl içinde patlamalarda ölenlerin sayısı beş yüzün üzerinde. Bu, hangi ülkede oluyor?”
Sözünün burasında daha önceki dernek başkanlarından Bülent Demiral’ı andı. Birçok Türk derneğinin kurucusu, Hannover Atatürkçü Düşünce Derneğinin de uzun yıllar başkanı olan Giresunlu iş adamı (Lokanta sahibi) Bülent Demiral geçen yıl yaşamını yitirmişti. Dendiğine göre, İşçi Partili’ydi. Türkiye sevdalısı bir yardımseverdi. Osman Özbek:
“Bir Bülent Demiral vardı. Gönlünden Ulusal Kanal’a yardımlarından dolayı bende büyük bir etki yaratmıştı. Cenazesinde bulunduk. İstanbul’da istediği yerde toprağa verildi. Bülent’i hiç unutmayacağız…”
Bu sözleri, herkesi duygulandırdı:
“ İnsanın bu dünyada bırakacağı, iyi bir insan olmak, iyi bir etki bırakmak… Genç yaşta aramızdan ayrılmıştı. Işıklar içinde yatsın…”
Yanındaki kitapları gösterdi:
“Kitaplar getirdim. Ben yazarım. Saat beşten sonra evdeyiz. Dört kişi beni koruyor. Evimde oturuyorum, geçmişteki olayları düşünerek… Fazla dışarı çıkmıyorum. Eşimin mutfakta dediklerini yapıyor (sözünün burasında güldürüyor), sonra okuyorum, yazıyorum. Bunlar ne oluyor? Kitap oluyor. On dört on beş yıldır emekliyim, on dördüncü kitabımı yazdım:
“Türkiye’nin Karanlık Yılları.”
Sonra bu kitabı neden yazdığını anlattı:
“Türkiye’nin önemli bir kişisinin eşi – artık isim vermiyoruz- “Enkaz kaldırdık.”dedi.” Bu söz üzerine asıl enkazın ne olduğunu anlatmış…
Kitap üzerine bir çok dava açıldığını, Ankara’da, iktidarın bu tür yayınlar için “Hakaret bildirme” bölümü olduğunu, avukatlarının bürosunda yüzlerce dava açıldığını, ayarlanmış hakimlerin bulunduğu bu davalardan birinde yargıcın kendisini haklı bulduğunu ama avukatın direndiğini… bir sohbet havasında açıkladı… Avukat kendisini demediği sözlerle suçlarken, avukata, “Bir dakika" demiş, "ben bunları demedim.”Avukat ne dese beğenirsiniz?
“ Ama bunları andırır şekilde konuştun.” Eşek fıkrasıyla da konuyu pekiştirdi:
“Komşu, komşusunun eşeğini dövüyor. Neden dövdün diyorlar, tarlandan bir şey mi yedi? Yok, bizim tarlaya dönüp anırıyor.”
Yargıcın kendini haklı bulduğu bu davayı kazanmış. Yargıç, söylenenlerle, buradakiler birbirini tutmuyor, demiş, “Yaz kızım…” demiş…
“Şimdi o avukat, iki dönemdir millletvekili. Üç kez tazminat ödedim. Feto’dan yargılananlar tekrar dava açabilirlermiş, davalar yeniden görülebilirmiş…” dedi Osman Özbek bu anlattıklarının en sonunda.
Sonra konuyu Aşık Veysel’e getirdi:
“1964’te Aşık Veysel’in elini öpmüştüm. Kuleli’de bize konser verdi.”
Konuşmasından birinde biri çekim yapıyor. Bir ay sonra da Ankara savcılığından ifadeye çağırıyorlar. Bu savcı şimdi önemli bir yerdeymiş. Ona sistemi anlatmış. Konuşmasındaki bazı cümleler değiştirilmiş, çok iyi monte ediyorlarmış…
Yine bir seferinde şikayet ediliyor. Hiç kimse bir şey bilmiyormuş, mahkum edilmiş, neredeyse hapse giriyormuş, “Üçüncü yargı paketi” çıkmasaymış…
“Umudumuzu, ümidimizi, vicdanımızı, inancımızı kaybetmeyeceğiz!.. Kanser olursak da öyle değil mi?” diyor Osman Özbek. Sözü burada ilk kitabına getiriyor:
“İlhan Selçuk ilk kitabımı basmıştı. Babası Kasım Selçuk Muş’ta jandarma komutanıymış. İlhan Selçuk’un bana özel bir sevgisi vardı. Ben o zaman istifa etmiştim. “İlhan Bey kitabı inceleyecek misiniz? “dediler. “Hayır, basılacak,” dedi.
Bu hükümet, Necip Fazıl Kısakürek’in, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin alternatifi, Alternatif Gençliğe Hitabe’ye göre davranıyor. “Alternatif Gençliğe Hitabe” nedir?
Bunlar; kindar, “Egemenlik milletindir”i reddeden, şeriat isteyen, devrimlere karşı, Türkçeyi aşağılayan, laik eğitimi zehirli gören… bir gençlikti…
Yabancılar, bize “Reformlar” deyince şunu anlayacaksın; özerklik veya fedarasyon… Amerikalı danışmanlar… Türkiye’yi bölme sürecinin psikolojik harekatı tamamlanmıştır.
İmralı’daki adamın muhatabı MİT Müsteşarı… Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’na yabancılar da çalışır maddesi kondu. Eşref Bitlis’in genel sekreteriydim 1983’te, 1993’te uçağı düştü, bana göre düşürüldü…
Barzani – Talabani o zamanlar en çok bir yüzbaşı tarafından karşılanırdı…
Eşref Bitlis’in civarında olanlar darbeyi yedi. Levent Ersöz oradaydı. Erdal Sarızeybek benim subayımdı. Büyük Ortadoğu projesi’ne uygun bir iktidar hazırlandı. Bu iktidar, cemaatler, tarikatlar, Amerika ve Pkk ile yapılan bir koalisyondur.”
Osman Özbek sonrasında şu sorularıyla dinleyenleri düşündürdü:
“Vural Savaş nerede? Yaşlanmış, çekilmiş…
Saddam olsaydı, Talabani iktidar yapılır mıydı?
Gitmemek, değişmemek için yapılan bir iktidar… Siz seçim yapıldığını mı sanıyorsunuz?”
Refah partisinden yeni bir parti doğması sürecine, bunların ısrarla kendisiyle görüşme isteklerine değiniyor sözünün burasında Osman Özbek:
“CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal yasa çıkarılmasına önayak olmuş. Konuyu biliyor. Yeni bir lider aranıyor. Eğitimi yeterli mi? Özellikleri yeterli mi? Önemli değil diye Amerika kararı veriyor.
1996 yılında Melihgazi belediye başkanı geldi, “Komutanım ben Atatürkçüyüm, kader beni Refah partisine getirdi, yeni bir parti kuracağız.” Programını bana arzedecekler. “Nasıl oluyor?” dedim.
“Komutanım, dedi, Türkiye’de iktidarı kim tesbit ediyor? Amerika. Amerika kararını verdi. A. Gül ilk seçimde başbakan oluyor.”
Erciyes Dağı’nda mangala çağırıyorlar beni eşiyle. Bu kim biliyor musunuz? Çevre bakanı.
Yine Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü yapan bir arkadaş aradı, “Ben danışmanlık yapıyorum, yeni parti hakkında. Bunlar ilk seçimde iktidar olacak, dedi.
Sekreterim, Oğuz Berberoğlu seni arıyor dedi. “Komutanım sana bir adam gönderdik, kovalamışsın.” Gelen, “Ben, İstanbul belediye başkanının(1998) başdanışmanıyım”, dedi. Bunların her şeyi hazırlanmış. “Osman Paşa’yla kim görüştürecekse gereğini yapsın, demiş. Bu arkadaş, “Ben!” demiş. Bir vali. Onu da kovaladım… Küserek ayrıldı… Bir ay sonra öldü.”
Akape’nin kuruluş aşamasındaki bu anılarından sonra Osman Özbek yeniden durumu değerlendiriyor:
“Feto girmiş de… sızmış da… değil! Feto daha yaygındı. Süleymancılar da öyle…
Orduya neler yapıldı diyorsanız, 15 Temmuz’dan sonra yapıldı:
Ordu’ya imam hatipliyi getirdiler.
Feto sızmış da darbe yapmış… Adam bakanı hazırlamış. Televizyona baktığımızda: Feto darbesi.
Dış güdümlü, iç destekli darbe.
Bu emirleri verenler bu vatanın çocukları olamaz!
Feto benle kahve içmek için beş defa girişimde bulundu, hiç bir araya gelmedim. Amerika’ya gittim, Feto seni istiyor, dediler. Sene 1997 – 98’den bahsediyorum. Nuh Mete Yüksel’le bir dosya hazırladık…
Feto, devletin polisi – korumasıyla Amerika’ya gitti, Bülent Ecevit’in katkısıyla. Amerika, Fethullah’ı ben koruyacağım, Apo’yu siz koruyacaksınız, demedi mi?”
Osman Özbek ara verileceğini söyledi sözünün burasında.
Ardından kısa bir anısını anlattı:
“ Vural Savaş yemeğe davet etmişti. Deniz Baykal da geldi. Çok samimi olduklarını orada gördüm. Deniz Baykal:
“A. Öcalan’ı niye Türkiye’ye verdiler?” dedi.
Başbakan Ecevit:
“Niye verdiler, bilmiyorum,” dedi.
Siz düşünebiliyor musunuz?
Fethullahı da korumasıyla gönderdi. Korumayı kim verdi? Ecevit verdi…
Tantan dürüst adamdır, dindardır, Fetocu değildir. Fethullah’a koruma polisi verildi, sonra polis döndü.
Koalisyon: Amerika, Avrupa Birliği, cemaat ve tarikatlar koalisyonu. Bunu Türkiye daha iyi görebilirdi…”
Söz uzayınca yine karışık konulardan kısa kısa söz etti Osman Özbek:
“Türkiye’nin on sekiz adası Yunanistan’da. Bir kurmay albay dışında bunu söze getiren var mı?
Lozan’a karşı çıktı. Misaki Milli’yi yazan Atatürk. Atatürk’ün yazdığını bile bilmiyor. Lozan’ın yerine Sevr’i verelim diyerek Yunanlılar dalga geçtiler.
Pontus diyor adam, cevap veremiyor.
Atatürk, Cumhuriyet’in temeli kültürdür demişti. Türkiye’de kültür diye bir program var mı?
… Atatürk’ün orgenerali olamadı. Seferberlik Tetkik kurulları işgal edilen yerlerde görev yapacakları belirler, görevleri söylenmez. Haliyle kozmik odaya girince o kişileri öğrendiler.
Eskiden bir reklam vardı: Hamam böceklerine ilaç.
“Hamam böceklerini güldürmeyin” derlerdi. Haşaratı güldürmeyin. Haşaratı güldürüyorlar…
Tokat’ta darbeden sonra tutuklanmalar… Atanan kaymakam sayısı otuz sekiz. Biri geliyor, tutuklanıyor… Nasıl atanmış bunlar?
Ben şunu demiştim:
Balyoz, Ergenekon bir komplodur. O zamanlar Ulusal Kanal’da M. Ali Güller vardı. Korkunç bir zekası vardır. Doğruları söyledi diye uzaklaştı öte tarafa geçti. Uzaklaşmasın beyim…”
Bunlar konuşulurken dinleyiciler arasında Cumhuriyet gazetesinin artık pkk sözcüsü olduğundan, Mehmet Ali Güller’in Aydınlık’tan ayrılmakta haklı olduğundan söz edenler vardı. Düşüncelerini kendi aralarında dediler, Osman Özbek’e duyurmadılar…
Konuşma böyle sürüp gitti, ben de burada noktayı koysam fena olmaz… Umarım gurbetteki bir toplantı akşamını gözünüzde canlandırabilmiş, söyleşinin havasını yaşatabilmiş, anlatılanları sizlere bir parça aktarabilmişimdir…
Toplantı başladığında toplantıya geç kalan bir bayan, siyah saçlı, bakımlı, özenli giyinmiş bir bayan tam yerine oturmuştu ki, Osman Özbek konuşmasını kesip ona, “hoşgeldiniz!” demişti. Hanımın kim olduğunu soramadım. Verilen arada benim bulunduğum uçtaki odayı gezdiriyorlardı bu hanıma, Osman Özbek’i oraya getirip tanıştırdılar. Bu hanımın ve çevresindeki diğer kişilerin elini sıktı, selamladı Osman Özbek. Derneğin eski yöneticilerinden, eski Kadınlar Kolu başkanı arkadaşımla biz de ayağa kalktık kendiliğinden, saygıdan, tanışacağız diye, konuğumuzla… Belki arkadaşım tanışmıştı çoktan, bilmiyorum.
Ne mi oldu?
Osman Özbek şöyle bir duraladı önce, bize baktı, sonra dönüp gitti…
Ne demişler, biz bu işleri kendimiz için değil, görev bildiğimiz için, bir parçacık vatana hizmet edebilme adına yapıyoruz…
Üzülmedim. Üzülecek öyle çok şey var ki… Ne bu toplantıya çok uzaklardan ne zorluklarla geldiğimin, gidiş dönüş yolumun üç vasıtayla, saatlerce sürdüğünün, ne de gecenin bir yarısında uzun bir mesafeyi de ayrıca yürüyerek gittiğimin önemi vardı… Ne de karınca kararınca eli kalem tutan biri olmamın…
Önemli olan, oraya gitmeme değmiş mi, anlatılanlardan yararlandınız mı, bunu sizlerden duymak…
Feza Tiryaki, 21 Aralık 2016