Bir zamanlar 163 adlı bir irtica-savar vardı.
Kalkınca zannedilirdi ki şeriat gelecek. Kalktı. Gelen giden olmadı.
141-142 vardı. Bu maddelerin Komünizmin gelmesini engellediği sanılırdı.
Maddelerden geriye kalan, marjinal süs bitkisi particikler oldu.
Tüm bu maddelerin var olan sistemin düşman ihtiyacı için var edilmiş birer öcü balon olduğu zamanla ortaya çıktı.
Bu balonların çoğunu patlatmak da Turgut Özal'a nasip oldu.
Şimdi gündemde Kürt tabusu var.
Özal, 20 yıl önce Kürt Sorununa dikkat çekmiş, bugün varılmış olan vahim tabloyu daha o günden çözmeye yeltenmişti. Ama çözmeye ömrü vefa etmedi.
Şimdi toplumuzun önünde Kürtlere kültürel haklar verilmesi, dağdan inişi sağlayıcı yasalar ve 301 gibi bir tabu var. Bu tabular yıkılınca ne olurdan önce, Özal'ın cumhurbaşkanlığı dönemine gidelim.
Dönemin Devlet Bakanı Hüsnü Doğan anlatıyor:
Biz 1983'te iktidara gelmeden 2 ay önce, askeri dönemde Kürtçenin konuşulmasını yasaklayan bir kanun çıktı. (Not: Çocuklara Kürtçe isim koymak ve Kürtçe yer isimlerinin değiştirilmesi dâhil.) Aslında gayet tabi devletin resmi dili Türkçedir. Böyle bir ihtiyaç Cumhuriyet'ten beri hiç duyulmamıştı. Yoktu böyle bir şey. Yani insanların anadillerini konuşmaları gayet tabiiydi. O dönemde bir adım atmamız zordu.(Çünkü Evren, cumhurbaşkanı idi.)
Özal 1989'da Cumhurbaşkanı oldu. O zaman özellikle demokratikleşme konusunda önemli gördüğüm bazı çalışmalar başlattı. Bunlar arasında işte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, işkence ile ilgili çeşitli hükümler vs. ve bir de Kürtçe meselesi vardı.
Hatırlıyorum haziran ayıydı. Ben o zaman devlet bakanıydım. Yıldırım Akbulut Başbakan. Sayın Özal bizi Çankaya'ya topladı. Bu Kürtçe yasağı ile ilgili gelişmeyi anlattıktan sonra dedi ki: "Medeni ülkelerde böyle yasaklar olmaz! Kimsenin anadilinde konuşmasını yasaklayamazsınız. Ben bütün gerekli hazırlığı yaptım. Gelin bunu burada konuşalım ve bir kanun tasarısı olarak Meclis'e sevk edelim." Dedi.
Bazı arkadaşlar bu işin tamamen aleyhinde olduklarını ifade ettiler. Bu görüşmenin yapıldığı sırada (illegal) bir de Kürtçe gazete yayınlanıyordu; Zannediyorum 80 bin civarında tirajı vardı. Kasetler de (tezgâh altında)100 bin civarında satıyordu.
Bakanlardan bir tanesi sordu. "Efendim gazete çıkarmak, kaset çıkarmak serbest mi olacak?" Özal "Evet" dedi. "Yasakları kaldırıyoruz."
Başka bir arkadaşımız "Efendim, gazinolarda Kürtçe gazel çekmek serbest mi?" olacak dedi.
Özal, "Gayet tabi serbest. Niye olmasın? Çünkü orada Rusça da, Rumca da, her dilden söylenir. Niye bunu merak ettin?" deyince "Efendim millet kafayı çekiyor oralarda korkarım birbirlerini vururlar." dedi.
Onun üzerine Özal, biraz sinirlendi. Ve dedi ki: "Ben bütün dünyayı gezdim. Ortadoğu'yu da, Türki cumhuriyetleri de biliyorum. Burası bir mozaiktir. Yani milliyetçiliği doğru dürüst anlayalım. Ve bu düşüncelerinizden vazgeçin." Dedi. Ve uzun müzakerelerden sonra bu kabul edildi. İtiraz edenler de imza atmışlardı. ANAP'tan büyük itirazlar geldi. Ama neticede o yasağı kaldırdık.
Yasak kaldırılınca ne oldu biliyor musunuz? Kürtçe kasetler satmaz oldu. (The Özal, M. Ali Birant, Soner Yalçın)
Özal'ın Kürtçe yasağını kaldırmasından sonra insanlar dilerse Kürtçe şarkı söyleyebildiler, kaset de çıkarabildiler ama ne İbrahim Tatlıses'ten vazgeçtiler ne de Sezen Aksu'yu bir kenara bıraktılar.
Yıllar sonra 2002'de AB'ye giriş gereği olarak Kürtçe dil kurslarına serbestiyet geldi. Ama bölgede açılan Özel Kürtçe dil kursları ilgi görmedi ve kapandı.
Bugün Kürt sorununu çözmek için en azından Özal'ın 20 yıl önceki vizyonuna sahip olmak gerekiyor. Tabu ve yasaklarla sadece kan dökülebildi 25 yıldır.
Konuya ışık tutacak bir başka alıntı The New York Times muhabiri Stephen Kinzer'in "Hilal ve Yıldız" adlı kitabından:
Diyarbakır'daki en yakın dostum, çocuklarının Kürtçe eğitim yapan bir okula gitmesini yasaklayan kanundan kişisel olarak rahatsızlık duyan kültürlü ve meslek sahibi bir insandır. Ona bir gün çocuklarının kullanımı sınırlı olan bu dilde eğitim görmesini isteyip istemediğini sordum. "Tabi ki istemiyorum! Dedi
Çocuklarımın Kürtçe değil, Almanca, ya da İngilizce öğrenmesini istiyorum. Ama seçme hakkım olmalı. Çocuklarımın Kürtçe eğitim yapan bir okula gitmemesi gerektiğine ben karar verebilmek istiyorum.
Kinzer, yabancı bir gözlemci olarak Türkiye'den görülemeyeni teşhis eder, şu sonuca varır:
Kürtlerin büyük çoğunluğu, Türkiye'de üretken ve mutlu vatandaşlar olarak yaşamaktan daha fazlasını istememektedirler.
Şimdi soralım, resmi dil Türkçe olmak kaydıyla nasıl İngilizce eğitim veren liseler olduğu gibi bırakılsa Kürtçe eğitim veren okullar da açılsa veya Kürt dili fakülteleri kurulsa ne olur?
Bence olan, müzikte ve dil kurslarında olandan farklı olmaz ama Dağ gibi bir tabu yıkılır.
DTP'nin İmralı taşeronluğuyla Kürt halkının yoksulluğunu sömürmesi artık belirginleşmişken ve PKK sempatisi güneydoğuda sarsılırken yapılacak olan; sömürü materyali tabuları terk etmek ve Buyurun dilinizi ve kültürel haklarınızı dilediğinizce kullanın demekten ibarettir.
Yazıyı, Mustafa Akyol'un konuyla ilgili son alıntısıyla bitireyim:
Dilinizin küçümsendiğini, dininizle alay edildiğini, kültürünüzün aşağılandığını hissederseniz farklılığınızın işaretlerini abartılı bir gösterişle sergileyerek tepki verirsiniz; tersine size saygı duyulduğunu hissettiğinizde yaşamayı seçtiğiniz ülkede bir yeriniz olduğunu hissettiğinizde daha farklı davranırsınız. (Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler)
Günsel GÜNHAN