TÜRKİYE’NİN ÖNÜ AÇIK MI ?
Evet, Türkiye’nin önü açık.
Ve Dr Recep’in bir Recep Tayyip Erdoğan olma olasılığı bile var.
Ancak şimdilik bir ‘olasılık’.
Ve yine herşey, ama herşey yarın yapılacak Putin-Erdoğan ‘zirve’sinde alınacak kararlara bağlı.
Elimizdeki ‘veri’lere göre, bu ‘zirve’de ele alınacak konular sanıldığından da çok.
Erdoğan’ın Putin’den, canını kurtardığı için, kişisel teşekkürü dışında; Türkiye’yi Atlantist işgalinden kurtardığı için ayrıca teşekkür etmesi beklenmektedir.
Bu tümcenin okunmasının ardından yetmişdokuz milyonun hopladığını görmüyor değilim. Kim ne kadar hoplamak isterse o kadar hoplayabilir, ama bir de ‘nesnel’ gerçeklikler vardır.
Ne ki, yetmişdokuz milyonumuz Fetö’yle yatıp Fetö’yle kalkmakta; herkes bu ‘pasta’dan kendi payına düşeni kapmaya çalışmakatadır.
Adam kendisine Fetö’den yaver almış, şimdi de Fetö’ye verip veriştiriyor.
Kalkıp bu ‘adam’ın neyine kızayım ben; acırım acır..
MİT’in başındaki ‘başçavuş’un ise saf olduğunu sanmam; büyük olasılıkla başından büyük işlerin peşinde olduğunu düşünürüm.
Bu ‘herif’in Türk ulusuna bir tek yararlı bilgi sunduğunu duydunuz mu siz?
‘Sırlı bir küp’ olduğunu duyduk o kadar.
Peki, eski Genel Kurmay İkinci Başkanı ve Dr Davutoğlu ve Dr Sinirlioğlu ile olan ‘kaset’ini gördünüz mü?
Şu Fetö’nün onca aşağılık işleri arasından bir ‘hayırlı işi’ olarak, bu dörtlünün ne ‘dolaplar’ çevirdiğini biz gördük.
Deniz Baykal’ı, MHP’li bilmem kaç milletvekilini düşürdü o Fetö’nün kasetleri, bir bu son ‘dörtlü’yü götürememişti.
İşte bu dörtlünün Türkiye’nin başına sardıkları ‘Suriye Bela’sından, Putin ve Erdoğan sayesinde çıkacakmışız gibi görünüyor.
Beş yıldır, Doğu Anadolu’nun gözbebeği Gaziantep başta olmak üzere, Hatay’dan Hakkari’ye kadar güney illerimizi ‘ekonomik bunalıma’ sokmanın ötesinde, Türkiye’nin başına üç milyondan fazla göçmeni saran bunlardı işte.
Denildiği üzere, dereyi geçinceye kadarsa eğer, St-Petersbourg zirvesinden sonra, dördünün de ‘Devlet’le olan ilişiği kesilecektir (inşa’allah).
Rusya’yla dışalım/dışsatımımız, turizmimiz gibi, bence ikincil önemdeki konular da görüşülecek ‘zirve’de.
İşadamaları/mişadamları da koşup gitmişler.
Bunlar Özal Dönemi ‘modası’nın gerekleridir.
Reagan/Tathcer ‘modası’ da denilebilir.
Her neyse, deyip geçeceğim ama, her tümce yeni bir başlığa açıyor insanı.. St-Petersbourg zirvesinin Türkiye açısından bir ‘aks değiştirme’ye yolaçması en büyük beklentimizdir.
ABD ve AB’nin, önce nasıl hoplayacakları, nice tehdit ve şantaja yöneleceklerini de öngörmemek olmaz.
Özellikle, içeride Sorosçu-Tesevci sosyal’ımsı demokratlar ve ‘keskin sosyalistler’ ile bölücü teröristler hoplayacaklardır.
Sonra da ‘sözde Atatürkçüler’ ile tatlısu demokratları..
Oysa çağımızın ‘gerek’leriyle günümüzün ‘gerekirlikleri’ bu gelişmeyi hem Türkiye’ye ve hem de Rusya’ya dayatmaktadır.
İran, Azerbaycan, İrak ve Suriye’ye dayattığı gibi.
Bu ‘ussal’ ve ‘zorunlu’ işbirliğinin ardından, ABD süt dökmüş kediye dönecek, AB ülkeleri de Türkiye’ye yanaşmak için sıraya gireceklerdir.
Ne var ki, bu ‘aks değiştirme’ göründüğü kadar kolay olmayacaktır.
Herşeyden önce, DR Recep, eğer Recep Tayyip Erdoğan olmak istiyorsa, içeride ‘iç barış’ı sağlamaya yönelik adımlar atmak durumundadır.
Kuleli’yi kapattım, Harbiye’yı kapattım gibi ‘oldubittiler’le Türk Ulusu’nun karşısına çıkmayacaktır.
‘Benim milletim’ yerine, Ulus olarak Türk halkı demeyi içine sindirecektir.
İmam Hatip ‘sevdası’ yerine, çağdaş eğitime yönelmeye karar verecektir.
Cuma namazları başta olmak üzere, ‘dinî vecibe’lerini, yarım ağız bildiği İngilzcesiyle ‘şov’, güzel Türkçemizle ‘gösteri’ye kaçan bir biçimde yapmayacaktır. Cumhuriyetimizin ‘kuruluş felsefesi’ne uymayan, Menderes’lerin, Özal’ların, ve Erbakan’ların bozduğu ‘Devlet geleneğimiz’e aykırı alışkanlıkları bırakmadığı sürece St-Petersbourg değil Vladivostok’a da gitse değişen bir şey olmaz.
İyimser bir öngürü ile, St-Petersbourg zirvesi, keskin bir ‘aks değişikliği’ getirmese de, hem dış ve hem de iç politikada belirlgin bir ‘yön değişikliği’ne yol açacaktır.
Başarısı ise, iç ve dış politiakanın biribirlerini destekleyecek biçimde yürütülmesinden geçmektedir.
Şöyle de söylenebilir; iç politikada Kemalizme ne kadar ödün verirse, dış politikada o denli başarılı olacaktır. Dış politikadaki başarılarını Kemalizmi ezmek için kullanmaya kalktığı oranda, Suriye bataklığından çıkmak şöyle dursun, çok daha büyük batağa saplanacaktır.
Kimsenin, Türkiye’nin başarısızlığına dayanma gücü kalmadığı için, Erdoğan’a yeni bir ‘yanılma’ hakkı tanımayacağını en çok Erdoğan’ın bilmesi gerekir.
Putin’i yanıltmaya kalkmak ile Türk halkını yanıltmaya kalkmak neredeyse ‘özdeş’ ve en son ‘şans’tır.
Ortası olmayan bir yola girmiş bulunuyoruz.
Habip Hamza Erdem