Cumhurbaşkanın defaatle dostum dediği ABD Başkanı Trump Twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Suriye'nin kuzeyinde sınırları aşan bir şey yapması halinde, Türkiye ekonomisini tamamen yok edip ortadan kaldıracağı" tehdidinde bulununca aklıma şamar oğlanı deyimi geldi.
*
Şamar oğlanı; herkes tarafından azarlanan ve tartaklanan ama gıkını çıkarmayan kimse anlamında kullandığımız bir deyim. Bir nevi 'günah keçisi' anlamına da gelir ve ilginç bir hikâyesi vardır.
*
16. ve 17. yüzyıllarda Ortaçağ Avrupa'sında derebeylerin hâkimiyeti sonucu, üst sınıf ve alt tabaka arasında uçurum meydana gelmişti. Kendini halktan üstün gören soylu kesim, onları aşağılıyor ve direkt bir temas kurmaktan kaçınıyordu.
Bu yüzden asilzade çocuklarının halkın arasına karışıp, onlarla aynı dersliklerde eğitim almaları yerine en iyi hoca ve âlimler, saray, şato ve konaklara bu çocukların ayağına getiriliyordu.
*
Ancak hem soylu çocuğun tek başına canı sıkılmaması hem o dönem eğitim sırasında dayak ve cezalandırma çok yaygın olmasından dolayı alt tabakadan bir çocuk seçiliyordu. Asilzade çocuğunun işlediği her hatada ise şamar ve sopayı işte bu çocuk yiyordu. “Şamar oğlanı” deyimi işte buradan geliyor.
*
Şöyle bir bakın; Askerinin başına çuval geçiriliyor umursamıyorlar. PKK'yla görüşüp taviz veriyorlar.
Adaların işgal ediliyor, ses çıkarmıyorlar.
Süleyman Şah Türbesini tehdit var diye alıp geliyorlar.
Papazı isterken papazı buluyorlar.
"Türk milleti" yerine, kimliği belirsiz "bu millet" kavramını kullanıyorlar.
Lozan'ı beğenmiyorlar.
"Kardeş" dedikleri Barzani’nin, restimize rağmen, bağımsızlık referandumu yapmasına engel olamıyorlar. Bunlara rağmen "Türkiye şamar oğlanı değildir" diyorlar.
*
Başkanlık referandumu için oy isterken, "Bugün Türkiye, kendi menfaati için birilerinden icazet almaya gerek duymuyor. Bugün terörle mücadelesini hem yurt içinde hem yurt dışında tamamen milli imkânlarla yürütüyor. Bir zamandır nedense ülkemize uygulanan ambargolar gösteriyor ki şayet terörle mücadelede eskisi gibi diğer ülkelere mecbur ve mahkûm olsaydık inanın atacak kurşun dahi bulamazdık." diyorlardı. Ama görüyorsunuz Suriye'de operasyon yapabilmek için bir dediği bir dediğini tutmayan dengesizden icazet alıyor, bu durumu yandaş medya utanamadan diplomatik başarı olarak sunuyor. Dengesiz çıkıp tehdit edince de "Eyyyy Trump! Sen kimsin!..." diyemiyorlar.
*
Bir yazımda milli meselelere bakışımı şöyle anlatmıştım:
"Millî meselelerde ayrılık gayrılık olmamalı. Kendi içimizde, ülkenin sorunlarını ve yapılan uygulamaları eleştirebilir, doğru ya da yanlış gördüklerimizi dile getirebiliriz. Ama dışarıya karşı bir ve tek olmalıyız. Zira, bulunduğumuz coğrafyada güçsüz olma lüksümüz yok.
***
Güç deyince akla hemen silahlı güç geliyor. Oysa ülkeyi bir el olarak düşünürsek; bir ülkenin gücü için ordu sadece parmaklardan bir tanesidir. Yanında ekonomi, hukuk, demokrasi ve eğitim de olmalıdır.
Bunlardan ne kadarı eksikse el güçsüz, yumruk da o kadar etkisiz olur. Şöyle ki; meselâ ekonomik olarak güçsüz bir ülke, dışa bağımlı olur. Ekonomisi dışa bağımlı bir ülkede tam bağımsızlıktan söz edilemez.
Hukuk desen; adaletin olmadığı ülkelerde kabile devleti olunur. Yargı bağımlı ve taraflı, adamına göre muamele yapıyor olur.
Nitelikli eğitimin olmadığı geri kalmış bir ülkede de, bilim teknoloji başta olmak üzere her alanda tel tel dökülürsünüz."
*
Yukarıda dediğim gibi güçlü bir ülke için dış politikada hamaset yapmaktan, günübirlik stratejiler uygulamaktan kaçınmalıyız. Aksi hâlde dünyada sizi ciddiye alan olmaz ve işte böyle şamar oğlanı muamelesi görürsünüz.
Sözün özü şu ki maalesef Türk devleti, tarihinin hiçbir döneminde devlet geleneğinden, devlet ciddiyetinden bu kadar uzak kalmamıştır. Türkiye PKK/YPG'yı ABD'nin tehditlerine rağmen bölgeden kazımalı, devlet geleneği olduğunu dost düşman herkese göstermelidir. Türkiye'nin bekası için yapılması gereken budur. Bunu yapacak yöneticiler yürekten desteklenecektir. Yeter ki yapsınlar.
Ha… Bu arada ekleyeyim: Allah belânı versin Trump!