Türkiye Tarımdan Nasıl Koparıldı?
Türkiye tarımsal kapasitesi çok büyük bir ülke… 1990’lı yıllara kadar tarımda kendine yeterli 7 ülkeden biriydi. Bugünse tam tersi bir konumda. Hemen bütün ürünleri ithalat yoluyla sağlıyoruz. Yabancı ürünler olmasa, aç kalacağız.
Peki, neden bu hale geldik? Bu değişikliğin sebebi nedir?
Atatürk, yanıtı çoktan vermiş: Bu değişikliğin sebebi “durumu düzeltmek için… Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak…” Bu değişikliğin sebebi “… yabancıların öğütleri,… yabancıların planları…”
Emperyalist Batı teknolojik ve ekonomik gücüne dayanarak, içinde bulundukları koşullar gereğince,diğer ülkelere hep kendi çıkarlarına uygun politikalar dayatmıştır. Örneğin önce, Türkiye’nin bir tarım ülkesi olarak kalmasını istemişlerdir. Ancak 1970’li yıllarda tutumları değişti; çünkü Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik koşullar değişmiş bulunuyordu. Tabii ona bağlı olarak Avrupalıların görüşleri de, ekonomik anlayışları da değişmişti. Çıkarları bu kez Türkiye’yi farklı bir kalıba dökmeyi gerektiriyordu. Hiç vakit yitirmeden harekete geçtiler, hem politik, hem de ekonomik açıdan... Bu uğurda, aslında nesnel olan “bilim”i bile manipüle etmekten çekinmediler.
Batı’daki değişiklik acaba hangi değişiklikti? Savaş sonrası dönemde Avrupa tarım ve hayvancılık sektörlerine büyük yatırımlar yapmıştı. Çünkü kendine şu hedefi çizmişti: Tarımda kendi kendine yeterli duruma gelmek… Bu hedefine 1970’li yıllarda ulaştı. Derken, o hedefi de aştı: Ürün fazlaları vermeye başladı. Dağlar gibi tarımsal ürün stokları oluşuyordu. Bunlar eritilmeliydi. O da ancak yeni pazarlar bulunarak gerçekleşebilirdi (Sanayi Devrimi sırasında da böyle olmuştu. O zaman da başta tekstil, dökme demir, demir çelik gibi ürünlerde dış pazar arayışına çıkmışlardı.). Avrupa tarımında gerçekleşen atılım ABD’yi de etkiledi: Bu dev ülke de giderek artan stoklarla karşı karşıya kaldı, gelişen Avrupa tarımı yüzünden. Orada da aynı sorun ortaya çıktı: Stoklar nasıl eritilecekti, fazla ürün hangi pazarlara satılacaktı?
Toparlayalım:
Batı’da, hem Avrupa’da, hem ABD’nde giderek artan tarım ürünleri stokları oluşuyor. Böylece her iki ekonomi de yalnız miktar bakımından değil, maliyet bakımından da avantajlı bir konuma geliyor. Başka bir deyişle, AB ve ABD, tarım ürünlerini de az gelişmiş ülkelere oranla artık daha bol miktarda ve daha ucuza üretmekte. Şu sebeplerden dolayı: Adı geçen ülkeler ileri derecede gelişmiş sanayi ve hizmet sektörlerine sahip, tarımda çalışan nüfus oranları çok düşük. Yalnız sanayide değil, tarımda da en ileri teknolojileri kullanıyorlar. Toprak toplulaştırmasını tamamlamışlar. Birim alanda verim çok yüksek ve giderek artıyor. Ayrıca mazot, tohum fide, ilaç, gübre gibi tarım girdileri çok ucuz (Örnek: Amerikan köylüsü bir litre mazotu 250.000 liraya alırken, Türk köylüsü 1.250.000 liraya almakta. Amerika' da elektrik 1.5-2 cent, Türkiye’de 8-9 cent!). Bu ülkeler çiftçiye doğrudan mali destek yapacak güçte. İhracat primleri, vergi iadeleri ve ihracat destek uygulamaları var.
Bu koşullarda, doğal olarak, AB ülkeleri ve ABD birbirinin müşterisi olamıyor. Öyleyse çözüm üçüncü ülkelerde aranacak. Fazla üretim o ülkelere satılacak. Ancak o ülkeler de tarımcı ülkeler, tarımsal üretim belli başlılarında oldukça da yüksek düzeyde. Önde gelenleri Arjantin, Brezilya, Meksika, Türkiye,… gibi ülkeler. Hepsi de tarımda kendilerine yeterli, hattâ ihracatçı ülkeler (Hatırlayalım: Süleyman Demirel başbakanken, “Türkiye dünyada tarım ürünü ithal etmeyen, kendine yeterli 7 ülkeden biri” diyerek övünürdü. Cumhurbaşkanı olunca sesi soluğu kesildi, hiç ağzına almadı bu sözü; çünkü koşullar değişmişti. Türkiye tarımda kendi kendine yeterli ülke olmaktan çıkmıştı).
Öyleyse kurnaz Batı ne yapmalı, nasıl bir çıkış yolu bulmalıydı? Çözüm gecikmedi. Yukarda vurguladım, bu konuda tarihî deneyimleri de vardı. “Sömürgeci ataları”nın hileleri ne güne duruyordu. Nasıl ataları Batı-dışı ülkelerin gelişen sanayilerini çökerttilerse, onlar da aynı ülkelerin tarımsal kapasitelerini çökerteceklerdi. Eğer bunu başarırlarsa, o ülkeler sanayi ürünlerine ek olarak, ihtiyaç duydukları tarımsal ürünleri de mecburen Batı’dan satın alacaklardı. Çözüm buydu, gereksindikleri ihracat pazarlarını böyle oluşturacaklardı. Konuya Türkiye açısından bakarsak, ABD ve AB’nin (özellikle üçlü çetenin: İngiltere-Almanya-Fransa’nın) çıkarları, Türkiye’nin yalnız sanayide değil tarımda da, “üretici değil tüketici” konumuna geriletilmesini gerektiriyordu. Türkiye 70 milyona yaklaşan nüfusu ile, yeni tarımsal ürün ihracat pazarları peşindeki Batı’ya iştah açıcı bir ülke olarak görünüyordu. Bunların içerde -çoğu İstanbul’da yerleşik olan- işbirlikçileri de var. Atatürk’ün “dahilî bedhahlar” dediği kişilerdi bunlar...
Strateji belirlenmişti. Sıra planın ayrıntılarına gelmişti. Küreselleşme, neoliberalizm, serbest rekabet, özelleştirme gibi kavramları, içeriklerini kendi çıkarlarına göre doldurarak piyasaya sürdüler. Bu fikirlerin propagandasını yalnız kendi sözde bilim adamları ve kurumlarıyla değil, bizatihi az gelişmiş ülkelerde elde ettikleri, kendi taraflarına çektikleri ya da kandırdıkları kimseler ve kurumlar vasıtasıyla yaptılar. Elverişli politikalar yoluyla, diğer az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de -iç bedhahlarla işbirliği yaparak- tarım sektörünü çökertmeye, tarımsal kapasite ve potansiyeli yok etmeye koyuldular.
Yapılan korkunç hatânın sonucunu ise 50 yıl sonra fark ediyoruz: Buğdayı, meyveyi, hayvanları, kuru yemişi bile dışardan, yabancı ülkelerden satın alıyoruz.
Bir tarım cenneti cehenneme çevrildi.
Türkiye’yi bu hale getirenlere hesap da soramıyoruz.
Prof. Dr. Cihan DURA, 7 Eylül 2018