Türkiye Tasarruf Tuzağında
Türkiye birçok açıkları olan bir ülke: Enerji açığı, gıda açığı, konut açığı, cari açık, bütçe açığı,… Tabiî bir de tasarruf açığı var. “Tasarruf-sever” bir ülke değil Türkiye, hele günümüzde hiç değil. Bu durum doğal mıdır, Türk insanının genlerinde mi var böyle bir eğilim? Bence bu yanlış bir varsayım olur: çünkü iyi kötü bir tasarruf çabamız vardı bizim. Peki, Türkiye bugünkü inanılmaz hale nasıl düştü? Hep vurguluyorum: Dıştan ve içten yürütülen bir propaganda ile, bir dayatma ile!... Şöyle ki: 1980’li yıllardan itibaren Batı’dan pompalanan bir yeni liberalizm, küreselleşmeci liberalizm bombardımanı altında şu görüş dayatıldı insanlarımıza: Türkiye’nin tasarruf oranı düşüktür, kalkınması için yabancı sermaye çekmekten başka çaresi yoktur. Bu yanlış ve maksatlı dayatma; hükümet, medya ve üniversiteler kanalıyla ülkemize hâkim oldu ve bir yanlış zihniyet olarak günümüze kadar sürdürdü varlığını. Bir yandan da tüketim alabildiğine kışkırtıldı, tabiî sonuç tasarrufların hızla gerilemesi oldu.
Tasarruflar düştükçe dış kaynağa olan, önceden “hedeflenmiş” yapay ihtiyaç da arttı. Türk halkı tüketsin, borçlansın ki Batılı para babaları daha fazla doldursun kasalarını, tabiî aramızdaki bedhah ortakları ile birlikte!... Demek ki Türkiye dış kaynağa, yabancı sermayeye bile bile muhtaç hale getirildi. Tüketim alabildiğine teşvik edilince, iç tasarrufların yükselmesi önce engellenmiş oldu, ardından da hızla düşmesi sağlandı. İşte bu sakat ve art niyetli görüş, Türkiye’yi zamanla dünyanın tasarruf oranı en düşük ülkelerinden biri haline getirdi.
I) AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında tasarruf oranımız yüzde 20 dolayında idi. O tarihten sonra sürekli azaldı, cari fiyatlarla yüzde 12.6’ya kadar düştü (2011). Şu hale bakın: Tasarruf oranımız 2005-2007 yıllık ortalaması olarak yüzde 16,7’dir. Buna karşılık yüzde olarak Çin’in 49.6, Malezya’nın 42,7, Şili’nin 33,6, G. Kore’nin 31,4, Endonezya’nın 29,7, Avusturya’nın 27,6, Japonya’nın 25,1, Meksika’nın 23,8, Brezilya’nın 19,8, İngiltere’nin 14,4, ABD’nin 14,2 idi.
Tasarruf oranımızı bilerek düşürüp dış kaynağa muhtaç hale getirilişimizin yansımalarını, farklı istatistik verilerde de gözlemleyebiliyoruz. Prof. Dr. Esfender Korkmaz’ın bir yazısından aldığım şu rakamlara bakınız: “1990-1999 arasında toplam tasarrufların Gayri Safi Yurtiçi tasarrufa (GSYH) oranı yüzde 21.6 idi. Aynı yıl Türkiye’nin tasarruf-yatırım açığının yine GSYH’ya oranı yüzde 2.6 idi. AKP, iktidarı devraldığı zaman, 2003 yılında toplam tasarruf oranı yüzde 19.3 ve tasarruf açığı ise yüzde 5 idi. Bugün ise tasarruf oranı yüzde 13, tasarruf açığı yüzde 9’dur.” Görüyorsunuz, bir taraftan tasarruf oranı düşerken, öbür yandan tasarruf açığı, yani yabancı kaynağa muhtaçlık (yüzde 5’den yüzde 9’a) yükseliyor. Ekonomimiz, yatırım yapmak için dış kaynağa (yabancı sermayeye, sıcak paraya, dış borçlanmaya) daha muhtaç bir ekonomi haline getiriliyor.
II) Türkiye “kapalı ekonomiye bir tepki olarak Özal döneminde 24 Ocak 1980 kararları ile bir gecede ve tümüyle dışa açıldı. Daha planlı ve zaman içinde dışa açılmada yumuşak bir geçiş yapabilseydik, zikzaklı bir büyüme süreci yaşamazdık. AKP iktidarı ise çok daha radikal davrandı. Küresel tuzağa düştü. Politikasızlık gibi en yanlış politikayı uyguladı ve uyguluyor. Bu politikasızlığın en çarpıcı bir sonucu, tasarrufların düşmesidir. AKP iktidarında ortalama tasarruf oranı, yüzde19-20’lerden yüzde 12-13’lere düştü.” Bu köktenci değişimde sözünü ettiğim “dış kaynaklı-iç destekli” propagandanın, daha doğrusu politika dayatmanın büyük payı vardır. Propaganda elbette reel olgular üzerinde etki yaparak, örneğin hükümetin ekonomi politikasını etkileyerek, pıtrak gibi her yerde AVM’ler açtırarak, milyonlarca tüketicinin eline “kredi kartları” sıkıştırarak hedefine ulaşmıştır. Bu olgular, örneğin özel tasarruf oranını etkileyen faktörler 1 aslında şunlardır: Enflasyon oranı, kamu tasarrufu ve politikaları, demografik değişkenler (yaş dağılımı, bağımlılık oranı, kentleşme oranı), faiz oranı, finansal gelişme ve derinleşme, ticaret hadleri, ekonomik gelişme ve kişi başına gelir…
Öte yandan, Prof. Dr. Esfender Korkmaz Türkiye’nin tasarruf oranındaki azalışı ekonomik istikrarsızlık, kurun düşük tutulması, tasarruf kültürü, gelir düzeyi, sıcak para gibi faktörlere bağlıyor 2 . Açıklamaları şöyle: Türkiye’de tasarrufların düşmesine ve tüketimin artmasına neden olan faktörlerin başında ekonomik istikrarsızlık gelir. Bu nedenledir ki tasarruflar -altın, döviz, gayrimenkul gibi- âtıl yatırımlara gitmektedir. Borsanın aşırı kırılgan olması da tasarrufların âtıl yatırımlara gitmesine neden olmuştur. Kur politikasından dolayı ortaya çıkan bir neden de AKP iktidarında, fiilen kurların düşük kalması ve bu nedenle ithal tüketim mallarının tüketiminin artmasıdır. Türkiye’de tasarruf açığının genel bir nedeni de gönüllü bireysel ve kurumsal tasarruf kültürünün eksik olmasıdır. Öte yandan kişisel gelirlerin düşük kalması da tasarruf oranın düşük olması sonucunu doğurmuştur. Sıcak para da hem ekonomideki kırılganlığı artırarak tasarrufları köstekledi, hem de ciddî-sıfırdan yabancı sermaye girişini olumsuz etkiledi. Ayrıca da kur baskısı yaratıyor.
Ne var ki dünyada yapılan her tercihin bir bedeli vardır: Birey ve toplum olarak bugünkü rahatlığın bedelini de er geç ödeyeceğiz. Çünkü Sayın Korkmaz’ın vurguladığı gibi bir tuzağa düşmüş bulunuyoruz: Tasarruf Tuzağı!... Şöyle ki tasarruf açığı, dış kaynakla kapatılıyor. Cari açık artıyor. Bunları şimdi fark edemiyoruz. Ancak, küresel süreçte bir kriz, dış kaynak bulmakta sıkıntı, yabancı sermaye hareketlerinde bir duraklama olduğu an, şimdi tüketmenin cezasını kat be kat çekeriz. İşte tasarruf tuzağı budur. 3
Nasıl hatırlamazsın şimdi değerli okur, ağustos böceği ile karınca öyküsünü!...
III) Ayrıca ve önemle vurgulamam gerekir ki yukarda “yabancı sermaye” derken esas itibariyle “kısa vadeli akımlar”ı (sıcak parayı) kastettiğim açıktır. Doğrudan yabancı yatırımlar başlıca sakıncasını, aşırı miktarda ve stratejik sektörlerde yapıldığı zaman, ekonomik bağımsızlık üzerinde göstermektedir. Dahası Türkiye’de bu tür yatırımlar, sıfır yatırımdan ziyade, satın alma veya birleşme şeklinde gerçekleşmektedir. Ancak burada konumuz sıcak paranın (portföy yatırımlarının) iç tasarruflar üzerindeki etkisidir. Tam da bu konuyla ilgili olarak yapılmış bilimsel bir çalışma söz konusu ilişki hakkında bizi yeterli ölçüde aydınlatıyor. Araştırmaya 4 göre uluslararası literatüre ait ampirik çalışmaların birçoğunda yabancı tasarrufla yurtiçi tasarruf arasında negatif bir korelasyon ilişkisi olduğu tespit edilmiştir. Diğer bazı çalışmalarda ise, yabancı sermaye girişlerinin yurtiçi tasarrufu arttırdığı sonucuna varılmıştır. Bu neden böyledir, neden çelişkili sonuçlara varılıyor? Yazar haklı olarak şu açıklamayı getirmiş: Çünkü yapılan analizlerde sermaye girişleri, ayrıştırılmaksızın sadece toplam sermaye olarak ele alınmıştır. Oysaki kısa dönemli sermaye girişleri ile doğrudan yatırımların tasarruf ve büyüme üzerindeki etkileri aynı değildir.
Yazar İbrahim Örnek söz konusu ilişkiyi Türkiye (1996 -2006) örneğinde araştırmış; ekonometrik analizinde üçer aylık dönemlere ait, yabancı sermaye girişleri ve yurtiçi tasarruflarla ilgili zaman serilerini kullanılarak, iki değişken arasındaki nedensellik ilişkilerini incelemiştir. Vardığı sonuçlar şöyledir:
-Doğrudan yatırımlar kısa ve uzun dönemde yurtiçi tasarruflar üzerinde pozitif etki yaratmıştır.
-Kısa vadeli sermaye akımları ise, kısa ve uzun vadede, yurtiçi tasarruflar üzerinde negatif bir etki oluşturmuştur.
IV) Bugün uluslararası finansal hareketler ve parasal piyasalardaki gelişmeler “küreselleşme” olgusunun en önemli ögesi durumundadır. “Dünya ticaretine çok uluslu şirketlerin egemen olması” küreselleşmenin bir ayağı ise, öbürü de finansal serbestleştirmedir. Finansal serbestleştirme 1980’lerden itibaren büyük hız kazandı. Finansal sermaye reel sektöre ilişkin faaliyet alanlarından bütünüyle bağımsızlaştı, kendi başına yepyeni bir dinamik yarattı. 1980’lere yaklaşırken döviz işlemleri dünya ihracatının yalnızca 3.5 katı iken, 2000’lerin başlarında 70 katı düzeyine ulaşmıştı. Yalnızca uluslararası döviz piyasalarında işlem gören “spekülatif nitelikli finansal sermaye akımları“nın bir günlük toplam değeri 1.8 trilyon dolardı! Aynı verilerin günümüzde hangi düzeylere tırmandığını, varın, siz tahmin edin. İşte Türkiye ekonomisini de –kendi ihtiyaçlarını bir tarafa atarak- bu küresel yapıya, küresel şirketlerin çıkarlarına uygun hale getirdiler. Türkiye’nin –gelişmesi veya kalkınması değil- büyümesi dış finansmana, özellikle kısa vadeli sermaye (sıcak para) girişlerine dayandırıldı. Bu sebeple Türkiye’de sermaye girişleri ağırlıklı olarak portföy yatırımları ile dış kredilerden oluştu. Doğrudan yatırımların payı çok düşük düzeyde kaldı. Dolayısıyla Sayın Örnek’in Türkiye hakkında ulaştığı sonuç hayli sağlam görünmektedir. Yabancı sermaye, sıcak para olarak, yurtiçi tasarrufları azaltıcı bir etki yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir.
***
Türkiye’de kalkınmanın motoru olan iç tasarruflar iki kıskaç altında boğulmaktadır.
Biri kredi kartları ve diğer yollardan halkın korkunç boyutlarda borçlanmaya ve aşırı tüketime itilmesidir. Bunu daha önceki yazılarımda vurguladım. İkincisi ise ülkeye aşırı ölçülerde giren sıcak para (portföy yatırımı) ve şirket satın alma şeklinde giren yabancı sermayedir. Bu ikinci faktörü de bu yazımda sergilemeye çalıştım.
1 Daha fazla bilgi için bakınız: Recep Düzgün, “Türkiye’de Özel Tasarrufun Belirleyicileri”, ERÜ İİBF Dergisi, S. 32, Ocak-Haziran 2009, ss. 173-189, http://iibf.erciyes.edu.tr/dergi/sayi32/010%20recep%20duzgun.pdf (5.11.2012)
2 Esfender Korkmaz, “İstikrarlı Büyüme İçin Tasarruf Şarttır”, Yeniçağ, 24.10.2012
3 Esfender Korkmaz, “Tasarruf Tuzağına Dikkat Etmeliyiz”, Yeniçağ, 29.8.2012
4 İbrahim Örnek, “Yabancı Sermaye Akımlarının Yurtiçi Tasarruf Ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-2. http://www.politics.ankara.edu.tr/dergi/pdf/63/2/OrnekIbrahim.pdf (14.11.2012)
Prof. Dr. Cihan DURA, 10 Aralık 2012