“TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR!”
YENİÇAĞ, ORTADOĞU, SÖZCÜ, AYDINLIK
Gazetelerimiz de bizim gibi değişiyor.
Bir zamanlar Hürriyet okunmada başı çekerdi. Milliyetçiliği ve halkçılığı kimselere bırakmazdı.
Avrupa’da bir numaraydı. On sene kadar önce ta Amerika’ya bile atlamıştı. Televizyonlarda şöyle bir reklâmları vardı: Önce San Fransisko sokaklarında zil çalarak gelen kentin simgesi yüzyıllık tramvaylar görünür, sonra çoğu yerde yürüme temposunda giden bu taramvaylardan atlayarak gazete almaya koşan Türkler gösterilirdi... Yeni zamanın bu ilginç eski model tramvaylarına mı bakalım, Yeni Dünya’da gazete alan vatandaşlarımızın heyacanına mı, bilemezdik. Hele Hürriyet’in o zamanlar Almanya’ da satılmadığı büfe, market benzinlik kalmamıştı desek yeridir.
Tramvaylarda, duraklarda Türkleri hep gazetelerinden tanırdık. “Türkiye Türklerindir” yazısının üstünde duran Atatürk resmiyle bu gazete hemen tanınır, bilinirdi. Öğretmenlik yaptığım kentte, Türklerin yoğun olarak gittiği merkez kütüphanesi, Türkler için tek bu gazeteye aboneydi. Okuma salonunda isteyen oturup okuyabilirdi. Sonra kütüphane yönetimi, bu gazetenin aşırı milliyetçi olduğuna, uyumu engellediğine kanaat getirerek aboneliğini iptal etmiş, yerine Milliyet almışlardı.
O zamanlar Türklerin sorunları denince, Türkiye’nin çıkarları denince Hürriyet akla gelirdi, milletimizin arkasında dururdu bu gazete, yurtdışında gerçekten koyu bir milliyetçilik yapardı. Türklerin sesi olurdu.
Sonra biliyorsunuz bu gazete Aydın Doğan döneminde dönüştürüldü, değiştirildi, başka bir yapıya büründürüldü… İktidarın borazanlığını yapar oldu…
Sabah gazetesi de Avrupa’ya sıçramıştı. Hürriyetle yarışır, milliyetçi görünmeye gayret ederdi. Şimdiki Sabah’la bir ilgisi yoktu. Bol renkli, magazin ağırlıklı, ortadan giden bir gazeteydi. İktidara muhalefet ederdi çoğu kez.
Şimdiki Sabah, devlet olanaklarıyla alınan, yani, devletin bir bankasından verilen krediler ve Arap kredisiyle ortak alınan, “Damat” tarafından yönetilen bir yayın. Yandaş basın yaratılmasının ilk örneği.
Cumhuriyet, hep aynı çizgide gitmiştir eskiden beri. Hem çağdaş, hem her türlü aşırı görüşlere açık, örneğin kürtçülüğü insan hakları sayan bir görüşe açıktır, az satan ve buna razı olan az resimli, ciddi bir gazetedir… Günümüzde bölücüleri de bünyesinde barındıran, devletine, bütünlüğüne dil uzatmayı özgürlük sayan… Şu anda ne yaptıklarını, nerede durduklarını anlayabilmiş değilim. Bilen varsa söylesin…
O zamanki Milliyet, şimdiki Milliyet’ten çok uzak bir gazeteydi. Taraf gibi özel amaçlı, dış güdümle kurulan gazeteler yoktu. Dinci gazetelerden Zaman, dinci , ümmetçi yayınlarından Almanya’ da yasaklandıydı da, terör örgütünün yaptığı eylemleri ve bu örgütü öven PKK’nın çıkardığı gazete Özgür Gündem’ e orada hiç dokunan olmamıştı...
Şimdi burları neden yazıyorum. Ramazan Yılmaz adlı bir okuyucu soruyor:
“Lütfen okunacak bir gazete, izlenecek bir televizyon kanalı, okunacak bir yazar biliyorsanız yazın. Hiç kimseye hiçbir konuda güvenim kalmadı.
Ben hangi gazeteyi okuyayım?
İnanın hangi gazeteyi okuyacağımı, hangi TV’yi izleyeceğimi bilmiyorum. Şaşırmış durumdayım.
Tam şu gazete iyi, şu yazar harika yazıyor derken, şu TV izlenebilir diye düşünürken, bir süre sonra düşüncelerimde tamamen yanıldığımı anlıyorum.
Vatanını seven hiç mi gazete kalmadı?
Vatanını seven, hiç mi TV kalmadı?
Yazarlar derseniz ya satıldılar, para ile yazı yazar, bazı düşüncenin yalakalığını yapar hâle getirildiler.Ya da çoğu zaten belli fikirlerin uşaklığını yapıyorlardı…
Eskiden halk için, halkın sesi kulağı olmak için yayın yapan gazeteler ve yazarlar vardı. Şimdi ise bertaraf olmaktan korkan, devamlı bitaraf olan, adı gazeteci olan dedikoducular, iftiracılar, casus yazarlar türedi.
Bu adına medya denilen yayın organlarının hainlerin yayın organı gibi çalışmasına, TV‘de oturumlarda boy gösteren, sözüm ona entel takımının, hainlere sözbirliği edercesine arka çıkmalarına tahammül edemez oldum. Dokuz senedir gizli kalmış hainlerin böyle zehirli mantar gibi çoğalmaları beni şaşırttı ve ürküttü. Sahte Atatürkçülerin birden bire hainlerle birlik ve beraberliği beni endişelere soktu.
Kendine aydın diyen, sanatçı diyen bu kadar göz önünde olan ünlü kişinin, bu hainlere bu denli arka çıkmalarının nedenini anlayamaz oldum.
Biz böyle bir millet miydik, anlayamaz oldum.
Lütfen okunacak bir gazete, izlenecek bir televizyon kanalı, okunacak bir yazar biliyorsanız yazın.”
Feryadı böyle bir vatandaşımızın. Aslında bu vatandaşımız ne yapacağını, ne okuyacağını, ne izleyeceğini bilmesine biliyor da, çoğunluğun durumuna hayret ediyor, inanamıyor, benim anladığım kadarıyla.
Elimde Güneş gazetesi. 10 Ekim 2011 tarihli. Ekonomi sayfasında koyu renk içine alınmış kısa bir yazı. “İş, aş veren kişi faydalıdır “ başlığıyla verilmiş. Konuşan bir işadamının resmi yanında. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’ymuş. Demiş ki:
“Türkiye’nin önündeki tıkanıklığı aşabilmek için yeni anayasa şart. Kardeş kavgası bizi hiçbir yere götürmez, kardeş kavgası rahmeti ve bereketi kaçırır.”
Alın size masum görünümlü bir sayfadan, masum görünümlü bir ağızdan, masum görünümlü ama içi ihanet kokan, ihanetin daniskası olan sözler!
Bölücü arkalanıyor, bölücü muhatap alınıyor, bölücünün dileği yerine getirilmek isteniyor. Tıkanıklığı aşmak için yeni anayasa şartmış. Nasıl bir tıkanıklık? Kardeş kavgası tıkanıklığı. Para kazanmaları için yollarını açın bu paragözlerin. Nasıl aşılacak önleri? Yeni anayasa! Bölünme, Batı’nın oyununa gelme, Türklük’ten vazgeçme, kimliksiz bir toplum olmayı kabul etme…
İşte bize yapılan budur! En masum görünen bir gazetede, o gazetenin en masum görünen köşesinde bölücülüğün âlâsını yapmak! İş ve aşla lâfa girip beyinleri esir almak!
Aynı gazetede Rıza Zelyut başyazar. Pazar yazısını ne alâkası varsa Padişah annelerine, sultananalara ayırmıştı… Şimdi ne bu? diye sorsak bize yakışmaz. Ülkemizin terör sorununu ve bunun çözümünü öyle güzel yazıyor ki köşe yazılarında hayran kalıyorsunuz, işte çözüm buna denir, teröre boyun eğilmez, teröristle pazarlık edilmez diyorsunuz, daha yazı bitmeden ise umutlarınız kırılıveriyor. Çözümü, bunlara sebep olandan, bunları bilerek yapanlardan bekliyor çünkü… Çağrı yapıyor, böyle yapın diyor. İlkokul dördüncü sınıfa alınan seçmeli Arapça dersini görüyor, rahatsızlığını belirtiyor, sonunda bunu yapanlardan geri adım bekliyor saf saf…
Gazete satış yerlerinde hiç bulunmayan, bulunsa da ancak bir iki adet gelen Yeniçağ gazetesi var yine elimde. Basın hayatının onuncu yılında bir gazete.
Türkiye’de Yeniçağ gazetenin tam adı. Türkiye’yi küçük boyutta yazmışlar. Bu başlığının yanında Atatürk’ün başı kalpaklı bir resmi var. Yana dönerek dikkatle bir yere bakan yüzü asık, o çok bilinen ve sevilen resmi. En köşede dalgalanan Türk bayrağı. Altında şunlar yazıyor:
“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve ebediyen de Türk olarak yaşayacaktır.”
Bu sözlerin altında daha iri harflerle: Türkiye Türklerindir yazıyor.
Manşetlerinde dikkatli olsalar da, öbür gazetelere yakın manşet atsalar da bazen, yazarlarının hepsi millîyetçi yazarlar. Arslan Bulut, Altemur Kılıç, Özcan Yeniçeri, Mustafa Aslan, Yavuz Selim Demirağ… Gazetenin içinde, Atatürk Diyor ki köşesinde hep aynı önemli sözü, her gün başlıkta tekrarlıyorlar. Her gün bu gazeteyi açınca bu milleti, seçeceği vekillere karşı uyaran yazıyı görüyorsunuz. Okuyun, okutun, unutmayın, unutturmayın diye, bu söz her gün gazetede Atatürk köşesinde. Efendiler, diye başlıyor söz.
“Aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden biran feragat etmesin. “
Zaman Tüneli adlı bir tarih sayfaları var, orada tarihten yapraklar buluyorsunuz… Yanında hemen İnanç Dünyası sayfası. Yine kendisine ayrılan tam sayfada Selcan Taşçı basından iyi - kötü yazılardan bölümler alıyor. Verdiği başlıklarla bu yazıları ya övüyor, ya yeriyor… Basında olup bitenden haberdar oluyorsunuz…
Sabahattin Önkibar burada bir yazısına sansür konuldu diye gazeteden ayrılmıştı. Sansür her yerde ama sansür var diye, bu, milletimizi yücelten başlıkla çıkan, Türkiye’nin çıkarlarını savunan böyle bir gazeteyi, ben Atatürk milliyetçisiyim, Türk milîyetçisiyim diyen biri, neden almaz, neden bu gazeteyi dağıtmaz elinden geldiğince; neden bu gazete böyle az satıyor, bundan da ben anlamam, bilen varsa söylesin…
İşte elimde bir gazete daha: Ortadoğu.
Ortadoğu yazısı kırmızıyla yazılmış, yazının önünde Türk bayrağı var. Yazının altında: “Ne mutlu Türküm Diyene” sözü.
Bu gazeteye iki ayı aşkın süredir ancak iki kez ulaşabildim. Bayilerde bulunmuyor. Bulunsa da bir bilemediniz iki tane geliyormuş, o da bitiyormuş.
Böyle bir sloganla çıkan gazete gibi bir gazete, gördüğüm kadarıyla az satılıyor. Hak etmediği bir satış sayısıyla satıyor. Paçavralar, renkli kâğıt tomarları gazeteymiş gibi bayilere kucak kucak gelip satılıyor da, bu gazetenin yalnızca adı var, kendini alan pek az… Niye? Neden sahip çıkılmıyor böyle yayınlara? Neden almıyoruz, dağıtmıyoruz, desteklemiyoruz? Yine ben anlamam, bunu da bilen varsa söylesin…
Sözcü, Emin Çölaşan’la satışını artırdığı söylenen, en çok okunan muhalif gazete. Kırmızı zemin üzerine yazılmış beyaz sözcü yazısı. Yazının başında Atatürk’ün gözlerinin resmi. Resmin altında, ay yıldızımız… 8 Ekim’de Çölaşan başlığı yazmış: İktidar medyasının bir rezaleti daha! diye. Saygı Öztürk de burada yazıyor.
Bu sene yayına başlayan Aydınlık gazetesi var bir de. Kırmızı zemin üzerine beyaz yazıyla Aydınlık yazmışlar. Yazının altında, “vatan, namus, emek” yazıyor. Dağıtımını çok iyi yapıyorlar. Sözcü gibi her yerde satılıyormuş. Makas değiştiren Cumhuriyet’ten atılan Mehmet Faraç şimdi burada yazıyor. Yeniçağ’dan ayrılan Sabahattin Önkibar’ın belki burada yazacağı söyleniyor… Başyazarı Kurtul Altuğ. Gazete hem iktidara muhalefet yapıyor, hem de Silivri ve Hasdal tutuklularına her gün ama her gün sahip çıkıyor…
Bugünkü iç sayfa başlıklarından biri:
Bölünme anayasası için “ilk vuruş”
Başlığın altında TBMM Başkanı Çiçek’in sözleri yer alıyor: “Uzlaşma Komisyonu ile yeni anayasa için ilk toplantıyı yapmak üzere ilk vuruşu yapacağız.”
24 Eylül tarihli Yeniçağ’dan, Yavuz Selim Demirağ’ın, yazısından bir bölümü köşesine aldığı, geçen aylarda kaybettiğimiz değerli gazeteci yazar Necdet Sevinç’in sözleriyle, yazımı daha fazla uzatmadan bitirmek istiyorum:
“Eğer Türklük sizi heyecanlandırmıyorsa, Türk yaratılmayı iftihar vesilesi olarak kabul etmiyorsanız, Türklüğün zaferiyle gururlanıp, mağlubiyetleriyle kahrolmuyorsanız ve Türklük sizin için bir ayrıcalık değilse, allâme-i cihan olsanız bile Türkiye’yi yönetemezsiniz!”
Sonra yazı, Atatürk’ün Söylev’deki son sözünü yazarak şöyle devam ediyor:
“Ama muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızda deveran etmiyorsa, üstelik ideolojik yapılanmanızı Türklüğün reddi üzerine inşa ettiyseniz “Türkiye Türklerindir” vecizesinden rahatsız oluyor, Türklüğün yerine Türkiyeliliği ikame etmeye çılışıyorsanız, teröristin eline öyle bir silah verirsiniz ki; o silahla her gün vururlar bizi…”
Sabah, gazeteciden günlük gazetelerimi alırken iş güç sahibi tanıdık birine rastladım. Gazete niyetine satılan yandaş, yalakadaş ve Türkiye düşmanlığını açıkça yapan vatan haini gazeteleri alanları görünce dayanamadım, ona dert yandım:
Üzerinde Atatürk’ün resmi olan, millî olan her şeye karşı toplumda bir kayıtsızlık oluşturuldu, sanki kimliğimizden, millî benliğimizden halkta bir kopma, bir uzaklaşma var, dedim. Saçları kırlaşmaya başlamış, yaş yaşamış, gün görmüş, Atatürk sayesinde, turistlerin gözdesi bu eşsiz güzel yerde İngiliz’in, İtalyan’ın kölesi değil, marabası değil, kendi yurdunda kendinin efendisi olan, vatanında başı dik dolaşan bu kişi, omuz silkti, eliyle boş ver işareti yaparken şöyle söyledi:
Atatürk matatürk bunları bırak! Bunlar geçti!
Ben Hürriyet alıyorum. Bulmacası var, hediyesi var, bak!
Feza Tiryaki, 12 Ekim 2011