Türkiye Yabancılar İçin Neden Bir " Fırsatlar Ülkesi"dir?
“Türkiye müthiş fırsatlar ülkesi…,
yeni yatırımlar için inceleme yapıyoruz.”
Amerikan The Trump Organization Başkanı
Donald Trump
Birçok Çevre ülkesi gibi Türkiye de umudunu hemen tamamıyla yabancı sermaye girişine bağlamış durumda. 1980’lerden önce böyle değildi, Türkiye kendi öz kaynaklarına, iç tasarruflarına öncelik tanıyarak kalkınmaya çalışıyordu. 1980’den sonra durum değişti: Türkiye gelişmesini, neo-liberal politikalardan, yabancı sermaye girişinden bekliyor. Tabiî bu tercih yabancı sermayenin “olumlu etkileri”ne dayandırılıyor, oysa en az onlar kadar olumsuz etkileri de var yabancı sermayenin. Bu sebeple rasyonel bir kalkınma politikası esas itibariyle iç tasarruflara dayanmalı, yabancı sermaye ise bir destek olarak makul ölçüde ve seçmeli olarak kullanılmalıdır.
Yabancı sermayenin olumsuz etkileri ülkeye aşırı ve plansız sermaye girişi ile çok tahripkâr bir nitelik kazanır. Bu etkilerden başlıcaları şunlardır: Ülke bağımsızlığının aşınması, düalizm, dış bağımlılık, haksız rekabet, dış dengesizlik, teknolojik bağımlılık, kalkınmanın engellenmesi. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’ye de yabancı sermaye girdikçe, bu etkiler kaçınılmaz olarak ortaya çıkmakta, tahribatlarını da yapmaktadır. Ben bunlardan iki etkiye dair yeni gözlem verileri ve bazı yorumlar sunacağım: “Bağımsızlığın aşınması” ve “dış dengesizlik”.
I) BAĞIMSIZLIĞIN AŞINMASI
Türkiye gibi sanayileşmesi engellenmiş ülkelere plansız ve ölçüsüz olarak giren yabancı sermaye; yerli işletmeler üzerinde denetim kurarak, üretim sektörlerine el koyarak ulusal ekonomiyi ele geçirir. Böyle bir durum ülkenin ekonomik ve siyasal bağımsızlığının aşınması, giderek yok olması demektir. Bu takdirde ülke bağımsız ekonomi politikaları izleyemeyeceği gibi, siyasal kurumlar da yabancıların kontrolü altına geçecektir. Yabancı sermayenin özellikle kimya, demir-çelik, petrol, enerji, ulaştırma, iletişim gibi kilit sanayilerde yatırım yapması halinde, tehlikenin boyutları çok daha geniş olacaktır. Ne yazık ki özellikle AKP iktidarı ile birlikte, 2003’den bu yana Türkiye’nin başına gelen budur.
A) Aşağıda sunacağım gözlemler ulaştırma, basın, enerji, kimya gibi kilit sanayilerle ilgilidir.
1) Ulaştırmadan vereceğim örnek TAV Havalimanları Holding'in hisselerinin el değiştirmesidir. Bu şirketin yüzde 38'i Mart 2012’de bir Fransız şirketi olan “Aéroports de Paris Management”a satıldı. TAV’ın ortaklarından Tepe İnşaat ve Akfen'in yüzde 18'erlik hisseleri 414'er milyon dolar, diğer ortak Sera Yapı'nın TAV hissesinin yüzde 2'si de 46 milyon dolar karşılığında Fransızların oldu. Böylece toplam yüzde 38'lik hissenin temsil ettiği bir üretim kapasitesi, 874 milyon dolar karşılığında Fransa’nın millî servetine katıldı. TAV Havalimanları Holding Atatürk Havalimanı ile birlikte dünya çapında 10 havalimanı işletiyor.
2) Basınla ilgili örneğimiz Rupert Murdoch’la “Atv-Sabah” pazarlığı…
Dünyaca ünlü medya baronu Murdoch[1] Mart 2012 başlarında Başbakan Erdoğan’ın özel konuğu oldu. Buluşmanın gündemi Sabah ile ATV’nin Murdoch’a satışı idi. Erdoğan’ın ve Çalık ailesinin Sabah ile ATV’yi satmak istedikleri bilindiği için, buluşma “açık bir pazarlık” olarak görülüyordu. Türkiye’nin Başbakan’ı nasıl olur da böyle bir satış için yabancı bir işadamı ile bir araya gelebilirdi? Bazılarını düşündüren bu soruyu bir tarafa bırakarak ve damadının söz konusu şirkette genel müdür olduğunu kaydederek, satışın gerçekleşmesi[2] halinde ekonomik ve siyasal bağımsızlık sorununun bir parça daha ağırlaşacağını belirtmekle yetinelim biz. Çünkü dünyada her şey küçük adımlarla başladığı gibi, küçük adımlarla ilerler.
3) Enerjide Alman kontrolü arttı. Şöyle ki Akfen Holding bağlı ortaklıklarından Akfen Hes Yatırımları ve Enerji Üretim (HES 1) bünyesinde bulunan İdeal Enerji Üretim, Çamlıca Elektrik Üretim ve Beyobası Enerji Üretim hisselerinin tamamı, 354 milyon Avro’ya Alman şirketi Aquila HydropowerInvest’e satıldı.
4) Son ilaç şirketimiz Amerikalılara satılınca, ilaç sanayinde Türk firması kalmadı: Türk ilaç devi Mustafa Nevzat İlaç‘ın yüzde 95.6'lık hissesi 670 milyon dolara ABD'li ilaç şirketi Amgen’e satıldı. Böylece bir tesis daha Türk millî servetinden çıkarak, Amerikan millî servetine katılmış oldu. 1923 yılında kurulan Mustafa Nevzat İlaç, 90 yıldır Türkiye'nin hastane ve ilaç sektörünün lider şirketlerindendi. Mustafa Nevzat'ın Genel Müdürü ve CEO'su Levent Selamoğlu, “Şirketimizin Amgen ile güç birliğine gitmesi, Türk ilaç sektöründe yenilikçilik alanında lider bir şirket ortaya çıkaracak" demiş. Ellerinde kalan paya bakınca, insan “bu nasıl bir güç birliği” demekten kendini alamıyor.
2009 yılında da Eczacıbaşı'nın yüzde 75'i, 460 milyon Avro'ya Fransız Sanofi - Aventis'in Çek Cumhuriyeti'ndeki ayağı olan Zentiva’ya satılmıştı. Zentiva, daha sonra kalan yüzde 25'lik hisseyi de satın aldı. Mustafa Nevzat İlaç’ın da dünyanın 15. büyük ilaç firmasına satılmasıyla Türkiye’de yerli ilaç firması kalmadı.
5) Petrokimyasal ara ve nihai ürünler üretip satan PETKİM'in de %10.32 hissesi, blok satışla 168,5 milyon dolar karşılığında SOCAR’a geçti. Böylece Azerî SOCAR’ın PETKİM'deki payı %61.35'e yükselirken, devlet PETKİM’den çıkmış oldu. PETKİM 2005'te halka açılmıştı. Şirketin yüzde 51'i de blok satış yöntemiyle özelleştirilmiş ve şirket, 2 milyar dolar karşılığında Socar-Turcas-Injaz'a satılmıştı. Tesisin pazar payı yüzde 26 civarında…
B) Netice olarak AKP iktidarı ile birlikte sanayiimiz hızla yabancı kontrolüne geçmeye başladı. Üstat iktisatçılarımızdan Prof. Dr. Esfender Korkmaz bu uğursuz süreci bir yazısında[3] özetle şöyle dile getiriyor: Kârlı işletmeler ve bankalar yabancıya satılıyor. Yabancının yeniden ve sıfırdan yatırım yapmak için sermaye getirmesine kimse karşı değildir. Ancak sıfırdan yatırım yapmayıp, kârlı işletmeleri ve bankaları satın almak için gelen spekülatif sermaye bütün ekonomiyi kontrol altına almıştır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) “Yabancı Kontrollü Girişim İstatistikleri”ne göre 2007 yılında yüzde 14.3 olan yabancı kontrol oranı 2009’da yüzde 15.4’e ulaştı. Yabancı kontrollü girişim, ‘yurt içinde faaliyet gösteren ancak doğrudan veya dolaylı olarak yurt dışında yerleşik bir birim tarafından kontrol edilen girişim’dir. Ne yazık ki TÜİK verilerine göre 2009 yılında Türkiye’nin millî sanayii olan imalat sanayiinin yüzde 56.4’ü yabancı kontrolüne girmiş bulunuyordu. Bugün bu oran yüzde 60’ı geçmiştir.
Bazı alt sektörlerde yabancı kontrol oranları şöyledir: Tütün Mamülleri Üretimi: %90, İmalat Sanayii: %56, Eczacılık Ürünleri: %51, Telekominikasyon: %46, Elektronik: %45, Toptan Ticaret: %31, Kültürel Faaliyetler: %29, Hampetrol ve Gaz Çıkarılması: %22. Bu rakamlar gösteriyor ki, Türkiye’nin kimi stratejik sektörleri önemli ölçüde yabancı kontrolüne girmiştir. Hele hele kültürel faaliyetlerin yüzde 28.6 oranında yabancı kontrolüne girmesi üzerinde çok düşünmeliyiz.
II) DIŞ DENGESİZLİK
Yabancı sermayenin ikinci olumsuz etkisi dış dengesizliği artırmasıdır.
Yabancı şirketler çoğunlukla ihracat yapmaz. Üretim girdilerini de yurt dışından, ana merkezden ithal ederler. Ayrıca her yıl ana ülkeye kâr transferleri yaparlar. Bu olgular ev sahibi ülkenin ödemeler bilançosunu olumsuz etkiler, dış açığını artırır. Bu sorunu Türkiye de yaşamaktadır. Aşağıda kanıtlarını veriyorum.
Dünya gazetesinin (Naki Bakır), Merkez Bankası ödemeler dengesi verilerini kullanarak yaptığı bir hesaplamaya göre son 10 yılda, Türkiye’den yurt dışına yapılan kaynak transferi[4], 138 milyar dolara ulaşmış bulunuyordu. Bu toplam çıkışın içinde en hızlı artan akım, doğrudan yatırımların kâr transferleri oldu: On yılda 6.5 kat büyüyen yıllık tutar, portföy yatırımlarınkine yaklaştı. Yurt dışına yapılan transfer, 18,3 milyar dolardır. Yurt dışı yerleşiklerin Türkiye'deki doğrudan yatırımlarından geçen yıl yaptıkları kâr transferi 3 milyar dolarla tarihî bir rekor kırdı. Kâr transferi 2002 yılında sadece 401 milyon dolardı.
Bir ülkeden yurt dışına kâr transferi o ülke ekonomisinin gelir kaybetmesi anlamına gelir. Tüketim, tasarruf, yatırım, üretim, istihdam kaybı demektir. Buna karşılık aynı etkiler, olumlu bir şekilde yabancı ülkelerde meydana gelir. Böylece ev sahibi ülke; kendi ekonomisi yerine, yabancı ülkelerin istihdamına, büyümesine, refahına katkıda bulunmuş olur.
SONUÇ:
Trump Towers markasının Avrupa’daki ilk alışveriş merkezi olan “Trump Towers Mall”ın açılışı için Türkiye’ye gelen, Aydın Doğan ailesiyle Trump Towers’ın inşası sırasında çok iyi bir ortaklık ve dostluk geliştiren, Doğan Grubu’yla birlikte yeni işbirlikleri peşine düşen The Trump Organization Başkanı Donald Trump şöyle demiş: “Türkiye müthiş fırsatlar ülkesi…” Acaba neden?
Yukarıda yabancı sermayenin iki olumsuz etkisiyle ilgili gözlem verileri sundum: Evet, yabancı sermaye girerken Türkiye’ye döviz kazandırıyor, ancak bu bir defalık oluyor, ondan sonra sürekli döviz kaybına sebep oluyor, tıpkı bir vücudun sürekli kan kaybetmesi gibi... İkinci olarak yabancı sermaye ulusal ekonominin yabancı güçlerin eline geçmesinin önünü açıyor, yolunu döşüyor. Bugün Türkiye bu süreci yaşıyor. Eğer böyle devam ederse, önümüzdeki 20-30 yıl içinde ülkemiz ulus ötesi dev şirketlerin söz sahibi olduğu, hatta yönettiği bir ülke haline gelebilecektir, o da –acıyla söylüyorum- tek parça olarak kalabilirse…
Ancak durum yabancı sermaye sahibi için farklı… Türkiye için kayıp olan, onlar için kazanç oluyor: Şirket olarak dünyada nüfuz alanlarını genişletiyorlar, servetlerini büyüten yeni gelir akımları oluşturuyorlar. Bunun içindir ki Türkiye The Trump Organization ve benzeri küresel Amerikan şirketleri için, yani yabancı sermaye için “müthiş fırsatlar ülkesi” oluyor!
[1] R. Murdock dünyanın en zenginleri listesinde (2007) 9 milyar dolarlık servetiyle 73. sırada bulunmaktadır.
[2] Son haberlere göre Murdock talebini geri çekmiştir. Pazarlık başka bir yabancı şirketle devam etmektedir.
[3] Esfender Korkmaz, “Sanayimiz Yüzde 60 Yabancı Kontrolünde”, Yeniçağ,12.6.2012.
[4] Toplam kaynak transferi şu akımların toplamından oluşuyor: -Dış borçlara ödenen faizler, -yabancıların Türkiye'deki doğrudan yatırımlarından kaynaklanan kâr transferleri, -sıcak para fonlarının aktardığı rantlar.
Prof. Dr. Cihan DURA, 18 Haziran 2012