2019 geçen yıldan devraldığımız 3 büyük sorun ile başladı.
Bu sorunlar gün geçtikçe katmerlenmekte ve çözümü de giderek zorlaşmaktadır.
Nedir bu sorunlar.
Gitmeyen, tıkanan ekonomi
Sınır güvenliği (Sınır ötesi yapılamayan harekât ve kuşatılan Türkiye)
Göçmen Sorunu (Suriyeliler)
Tıkanan beton ekonomisi;
Senelerden beri Türkiye başka sektör kalmamış gibi inşaat sektörü ile ilerletilmeye çalışıldı. Çünkü inşaat sektörü bazılarına göre(!) yaklaşık olarak 250 sektörü tetiklemekteydi ve bu sektörde çok güzel para dönmekte.
Neticede Pencisinden boyacısına, Camcısından kombicisine, elektrikçisinden marangozuna kadar bir sürü insan bu sektörden para kazanmakta idi. Olay inşaat olunca para aktarımı da hem yüksek montanlı hem de daha kolay oluyordu.
Ancak hesaplamadıkları ev alan insanların bu alım ile geleceklerini beş on yıl ipotek altına almaları ve ikinci bir ev alma kabiliyetlerinin olmaması idi. Çünkü gün be gün insanlar hızla fakirleştirilmekteydiler. Gelirleri de eskisi gibi artmıyordu.
Yapılan ve devam eden inşaatlar ile, önümüzdeki yıllarda hiç inşaat yapılmasa bile ülkede ortalama 3 yıllık bir konut stoku biriktiği. biriken bu stoktan çeşitli kampanyalar, satış teknikleri ve düşürülen faizlerle bu stokun eritilmeye çalışıldığı; ancak bu çabaların da başarısızlıkla sonuçlandığı görüldü.
Kaçınılmaz gerçekleşti ve sonunda konut sektörü resesyona girdi.
Bununla birlikte satılamadığından ev fiyatları düşmeye, kredi ile iş yapan sektörün bir çok firma ve müteahhitleri de birbiri ardına konkordato ilan etmeye, bazıları ise iflas açıklamaya başladı. Sadece kendileri piyasadan silinseler iyi, peşlerinden birçok esnafı ve kendilerinden alacaklı firmayı da sürüklediler ve sürüklemeye de devam ediyorlar. Bu da dillendirilmeyen krizin tabana yayılmasını ve daha çok insanın bu işlerden etkilenmesine neden oldu. Sonuç Domino etkisi.
Ekonomide zamanında gerekli tedbirlerin alınmaması, hükümet tarafından harcamaların kısılmaması, dövizdeki büyük sıçrayışlar ve buna bağlı olarak çeşitli ürün fiyatlarının fahiş bir şekilde piyasa tarafından arttırılması, devletin ise bu olan bitene seyirci kalması ve komik bir şekilde soğan deposu baskınları vatandaşları canından bezdirdi. Üstüne bir de yerel seçimler eklenince buna bağlı olarak popülist politikaların devamı ve gene bol keseden atmalar, önümüzdeki günlerde hiçbir şeyin düzelmeyeceğini, aksine seçimlerden sonra her şeyin daha da kötüleşeceğini gösteriyor.
Seçimlere kadar doların 7,00 lira civarında olması seçimlerin sonrasında ise yerli ekonomistlerce 8,00 ve üzeri rakamlarının telaffuz edilmesi, IMF’nin Türkiye raporunda ise 2019 için 10,50 rakamının dillendirilmesi ne kadar çetin günlerin yaklaştığının habercisidir.
Neticede üretmeyen dışa bağımlı bir ülke ne gelişebilir ne de ilerleyebilir.
Şunun da unutulmaması gerekir yaşanacak olan ya da yaşanmakta olan bu kriz, bir dünya krizi olmayacak, yönetilememek yüzünden sadece bizim ülkemizin krizi ve neticeleri de fazlasıyla bizleri etkileyecek bir başkasını değil.
Sınır Güvenliği;
Güney doğu sınırlarımızın dibinde kurulmaya çalışılan kürt devleti, Ege’deki 11 adanın Yunan’a bırakılması, Kıbrıs’ta yönetim zaafiyeti, Akdeniz’de kaya gazı sondajları ve tüm bunların üstüne bir de ülke olarak yaşadığımız coğrafyada giderek yalnızlaşmamız lokalize edilmeye çalışılmamız.
Suriye coğrafyasında Kürtlerin ABD tarafından eğitilip donatılması ve düzenli orduya dönüştürülme çabaları ülkemiz için büyük tehdittir. ABD çok güzel bir oyalama taktiği kullanarak TSK’nın sınır ötesi harekâtını geri çekiliyoruz diyerek engellemiştir.
Çetin kış koşulları Amerikalıların bölge coğrafyasından çekilme olayını ağırdan alması girişilecek harekatın maliyetini gün geçtikçe arttırmakta etkisini ise azaltmaktadır. Bölge coğrafyasındaki güç dengelerinin değişebilmesi de cabası.
Ege’de ülkemize ait 11 adaya yunanın asker çıkartması ve adaları silahlandırması, bunları da gözümüzün içine bakarak yapması ve tepki vermememiz denizlerimizde kıta sahanlığını kendi lehlerine tek taraflı arttırmaları ayrı bir konu.
Kıbrıs’ta ise Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Rum yönetiminin yararına yanlış kararları ve onlarla işbirliğine yakın teslimiyetçi tavırları, Amerika’nın Kıbrıs Rum yönetiminden üs bölgesi tahsis isteği Rumların da bu isteğe olumlu yanıt vermeleri. Akdeniz’de Rumların Amerika, İtalya ve İsraille birlikte kaya gazı sondajları Türk karasularının devamlı ihlalleri ve Türkiyenin dar bir alana sıkıştırılmak istenmesi uğraşacağımız sorunlardan sadece birkaçı.
Göçmen Sorunu;
Ülkemizde yaşayan Suriyeliler yaklaşık 5 milyon kişiye ulaştı. Her gün de sayıları hızla artmakta hatta bazı illerimizde nüfus yoğunluğu Suriyelilerin lehine değişmiş durumdadır, Türkler azınlığa düşmüşlerdir. Örneğin Kilis.
Yaşadıkları yerlerde yöresel halkla yaşanılan olumsuzluklar ve çatışmalar basına yansımamakta ve sansürlenerek hiçbir sorun yokmuş gibi davranılmaktadır.
Bazı şehirler patlama noktasına gelmiştir. Örneğin Gaziantep, buranın halkı burada yaşayanlar artık çoluğu çocuğuyla, karısıyla bir parkta dahi oturamamakta ve rahatsız edilmektedirler; (Yeniçağ-Batuhan Çolak) Çünkü tüm şehir Suriyeli istilası altındadır. Suriyeliler koloni halinde 25-30 kişilik gruplar halinde gezmekte, piknik yapmakta, çay bahçelerine gitmektedirler. Çevreye verdikleri rahatsızlık sonucunda ya kavga çıkmakta ya da arbede olmaktadır. Şikâyet durumunda ise, polis tarafından tamam biz biliyoruz diyerek şikayetçileri başlarından savmaktadırlar.
G.Antep, Antakya, Kilis, Adana Suriyelilerin yoğun olarak yerleştirildikleri ve yaşadıkları bölgeler. Araştırmalarda yakın bir gelecekte her 4 kişiden birisinin Suriyeli olacağı hesaplanıyor. Sayıları belli bir düzeye geldiğinde ise azınlık olarak toprak talep edebilecekler. Ülkenin genetiği bozulacak, eyaletlere bölüneceğiz ardından parçalanacağız emperyallerin yakın gelecekteki planları kabaca bu.
Sonuçta, başlangıçta misafir olarak ülkemize gelen Suriyelilerin ortalık durulunca ülkelerine geri dönecekleri düşünülüyordu. Artık böyle olmayacağı Suriyelilerin ülkelerine geri dönmeyecekleri herkes tarafından anlaşıldı.
Neden dönsünler ki, bu ülkenin onlara tanıdığı ayrıcalıklar ve iltimaslar kendi ülkelerinde bile onlara tanınmıyor mesela iş kurduklarında vergiye tâbi değiller biz vergi öderken onlar ödemiyor, sağlık hizmetleri bedava, bizler katkı payı ödüyoruz onlarsa hiçbir şey ödemiyor üstüne bir de her tür ilacı da ücretsiz alabiliyorlar, devlet polisiyle askeriyle valisiyle arkalarında, yaşadıkları yerlerde kolluk güçlerine verilen emir gereği haksız olsalar dâhi korunup kollanıyorlar. Ellerine ülkeleriyle konuşabilmeleri için 1200 dk süreli yurtdışı telefon kartları devletçe (Kızılay tarafından) veriliyor. Aile başına para, gıda ve çocuk yardımı alıyorlar. Çocukları için özel olarak okullarda kendi dillerinde arapça eğitim alıyor, kendi dillerini konuşup kendi tabelalarını asıyorlar. Çocukları üniversitelere sınavsız girebiliyorlar. Siz olsanız bu olanak ve koşulları elinizin tersiyle iter misiniz. Onlar da itmiyorlar ve keyifle ülkemizde yaşamaya devam ediyorlar.
Ancak ülkemize uyum sağlamak yerine, yaşadıkları yerdeki insanların kendilerine uyum sağlamalarını istiyorlar. Kendi gettolarını oluşturuyor kendi kurallarını koyuyorlar koloni halinde geziyorlar rahatsızlık yaratmaktan ise hiç çekinmiyorlar işin kötüsü hiçbir otoriteyi de tanımıyorlar. Devlet ise her zamanki gibi sadece seyrediyor.
İşte bu ve diğer nedenlerden sürekli bir huzursuzluk sürekli bir tedirginlik ve güvenlik zaafiyeti yaşanıyor.
Kısaca özetlediğim olaylar 2019 ve sonrasında başımızı daha fazla ağrıtmaya ve başımızın belası olmaya devam edecekler. Bu teslimiyetçi politikalar ile kolay kolay da çözülebilecek sorunlar olmayacaklar.
Bu sorunların giderilmesi ve çözümü için tutarlı bir devlet politikası, bir duruş ve devlet adamlığı gerekmekte. Ne dersiniz…
Zafer ATUN
10/01/2019
zaferatun.wordpress.com