Türklerde Kimlik Koruma
Türk insanı; inancını, yaşam biçimini ve geleneklerini korur, güçlü bir dayanışma göstererek etnik kimliğini canlı tutar. Kimlik korumada duyarlıdır ve bu konuda gösterdiği direnç eskiden gelen kendini eğitme geleneğinin ona kazandırdığı bir yetenektir. Roper ASW adlı bir Amerikan araştırma kuruluşunun, 2003 yılında, dünyanın değişik ülkelerinde yaptırdığı bir araştırma, “kendi kültürüne bağlılık eğiliminin, Türkler’de yüzde yetmiş sekiz” olduğunu ortaya koymuş, bu denli yüksek bir oran, araştırma yapanları bile şaşırtmıştı.
Kültürüne Bağlılık
Türk halkı kendini eğitme ve değerlerini koruma konusunda, her dönem ve koşulda geçerli olan, son derece zengin yöntemler geliştirmesini bilmiştir. Günümüzde, dünyanın hemen her ülkesine yayılarak buralarda çalışmak zorunda kalan insanlarımız, sayısı ve biçimi ne olursa olsun hemen bir topluluk (koloni) oluşturup kültürünü korumaya çalışır, yabancılaşmaya karşı önlem alır.
Türk insanı inancını, yaşam biçimini ve geleneklerini korur, güçlü bir dayanışma göstererek etnik kimliğini canlı tutar. Kimlik korumada çok duyarlıdır ve bu konuda gösterdiği direnç, eskiden gelen kendini eğitme geleneğinin ona kazandırdığı bir yetenektir. Roper ASW adlı bir Amerikan araştırma kuruluşunun, 2003 yılında, dünyanın değişik ülkelerinde yaptırdığı bir araştırma, “kendi kültürüne bağlılık eğiliminin, Türkler’de yüzde yetmiş sekiz” olduğunu ortaya koymuş 1 , bu denli yüksek bir oran, araştırma yapanları bile şaşırtmıştı.
Göçlerin Etkisi
Türkler’in kimliklerini korumada gösterdikleri duyarlılık, onları dünyanın hemen her yerine yayan göçlerin yarattığı, kalıcı ve güçlü bir duygudur. Gidilen yerlerde, karşılaşılan uygarlıklar içinde yitip gitmemek için kimliğini korumak, bunun için de eğitimli olmak gerekiyordu. Birçok Türk boyu özellikle Çin’de, Çinlileşerek erimiş ve yok olmuştu.
“Ey Türk, kendine gel Ötüken’e geri dön” söylemi, özdeksel (maddi) bir yer değiştirmeyi değil, töreye bağlı geleneklerin korunmasını isteyen bir anlayışın dile getirilmesidir. Göktürklerin deyimiyle, “Türk adını bırakıp Çin’e bağlanan beyler”, devletin yıkımına neden olmuş ve tutsaklığın acısını çeken halk, duygularını, “Devletli bir millet idim, devletim hani? Kağanlı bir millet idim, Kağanım hani?” 2 diyerek dile getirmişti.
Orhun Kitabeleri’nde, Türk kimliğinin korunması konusuna özel önem verilmiş, gelecek kuşaklar yabancılaşmaya karşı sürekli uyarılmıştır. Kitabe’de şunlar söylenmektedir: “Ey Türk halkı, Çin halkının tatlı sözlerine, yumuşak ipekli kumaşlarına kanıp çok sayıda öldün. Ey Türk halkı, öleceksin. Güneyde Çuğay Dağları’na, Töğültün Ovası’na gidecek olursan öleceksin... Ötüken topraklarında oturup buradan Çin’e ve diğer ülkelere kervanlar gönderirsen, hiç derdin olmaz. Ötüken dağlarında kalırsan sonsuza dek devlet sahibi olup hükmedeceksin. Ey Türk halkı sen tok gözlüsün. Açlığı tokluğu düşünmezsin. Doyduğunda açlığı düşünmezsin. Böyle olduğun için, seni besleyip doyurmuş olan hakanının sözlerini dinlemeden, onayını almadan her yere gittin. Oralarda mahvoldun, tükendin...” 3
İslamiyet Ve Kimlik Koruma
Türkler Müslüman olduktan sonra, yeni koşullara uyma ile kimliğini koruma eğilimini yanyana sürdürdüler. Kabul ettikleri bu yeni dinin, bütünlüğü olan kurallarını benimsediler ve onu güçlü bir biçimde etkilediler.
10.yüzyıldan sonra, Müslümanlığı yayma görevini Arapların elinden alarak, İslam dünyasının en büyük gücü oldular. İslamiyetten hem etkilenmişler hem de onu etkilemişlerdir. Ünlü Arap tarihçi Cahiz’e göre, Türkler, “geleneklerine ve soylarına bağlılıkları” nedeniyle, başlangıçta, “İslamiyet’i yaymak isteyen Araplar için” büyük bir “sorun” du. Hiçbir “baskı ve zorlama” onları etkilemiyordu. 4
Tarihçi Roux, Türkler’e “zorla bir şey kabul ettirme” konusunda Cahiz gibi düşünür ve düşüncesini ondan daha açık biçimde açıklar: “Türkler’e; Mazdeistler’e, Hıristiyanlar’a ya da Budistler’e davrandığınız gibi davranamazsınız. Eğer gücünüz varsa zorlayın bakalım. Ancak, kimi konularda uzlaşma sağlanabilir. Araplar’ın resimle tasvir düşmanlığı, Türkler’in minyatür tasvir geleneğine ses çıkarmayabilir. Arap, ölülerini zaman yitirmeden törensiz, çölde toplu olarak gömer. Ancak, Türkler farklıdır, cenaze törenleri düzenlemeyi severler; mezarları, gösterişli bir biçimde düzenler, yazıtlar yazar ve anıtlar dikerler. Bu tür çatışmalar kimi zaman Türkler’den, kimi zaman da Araplar’dan yana çözümlenir.” 5
Budizm ve Kimlik Koruma
Türkler’in kimlik koruma konusundaki duyarlılığı, kuşkusuz Araplara gösterilen dirençle sınırlı değildir. Aynı direnci, zaman içinde içlerinde eriseler bile, ilişkiye geçtikleri her topluma karşı göstermişlerdir. Bu davranış, Türklerde doğal bir dürtü ve neredeyse kalıtımsal bir özellik durumuna gelmiştir.
10.yüzyılda Çin’de bir devlet kuran Batı Türklerinden Şatolar, Budizmi kabul etmişlerdi. Ancak, Türklerin Budizmi Budizme pek benzemiyordu. Honan’daki ünlü Budist mağaralarına gidip dua ediyorlar ancak aynı zamanda, başkentin dışına çıkıp, Gök Tanrı’ya kurban veriyorlardı.
Budist tanrısı Vaisramana, son derece barışseverdi, ancak Şatolar onu savaşçı bir tanrı olarak düşünürlerdi. Sonuçta, Şatoların Budizmi eski Türk diniyle bağdaşmış bir din olup çıkmıştı. Çin ve Türk tarihi konusundaki araştırmalarıyla ünlü Alman Sosyolog Wolfram Eberhard bu duruma; “Ortaya çıkan Hint ya da Çin Budizmi değil, Budizmin Türk biçimidir” diyecektir. 6
1 Hürriyet, 17.07.2003
2 “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel, Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.330
3 “Orhon Yazıtları-Kültigin, Bilge Kağan, Tanyukuk” Talat Tekin Simurg, İst.-1995, sf.37
4 “Orta Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.271
5 a.g.e. sf.271
6 “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 2.Cilt, Tekin Yay., 1995, sf.732
Metin AYDOĞAN, 4 Temmuz 2015