"Türklerde Yeni Yıl ve Ağaç Süsleme" ecdadın süslü ağaçları
İslam öncesinde Türkler de yılbaşı kutlardı. Cumhuriyet döneminde 1926'dan itibaren yılbaşı kutluyoruz. Ayrıca eski Türklerde “ağaç” kutsaldı. Türkler özel günlerde, bayramlarda ve yılbaşında ağaç süslerdi. Dahası, Avrupa'nın süslü Noel ağaçlarına karşı Osmanlı'nın da süslü nahılları vardı…
Türkiye'nin yoğun gündemi devam ederken yeni yıla girdik: Zarrab davası, Man Adası belgeleri, Trump'un Kudüs kararı, BAE Dışişleri Bakanı'nın Fahreddin Paşa'yı “hırsızlıkla” suçlaması, 696 Sayılı KHK ve Tunus'tan zeytin ithali gibi tartışmaların gölgesinde 2018'e girdik.
Yeni yıla girerken, o meşhur “Yeni yılı kutlamak doğru mu değil mi?” tartışmasını da ihmal etmedik.
Peki ama yeni yılı kutlamanın, ağaç süslemenin bizim kültürümüzde yeri olmadığını iddia edenler ne kadar haklı?
ESKİ TÜRKLERDE YENİ YIL KUTLAMASI
İslam öncesinde Türkler, yılbaşını “bayram” olarak kutluyordu. Prof. Dr. Fuzuli Bayat'ın “Türk Mitolojik Sistemi” adlı eserindeki ifadeleriyle, Türklerde, “Yılın başlangıcının kutlanması evrenin yeniden yaratılması veya yenilenmesi anlamına gelmektedir. O nedenle de yeni yıl, yeni bir döneme girme, belli ritüellerle kutlanır. Her yeni yıl kozmogononin yenilenmesidir. (…) Her şeyin zamanla aşındığı, başlangıç enerjisinin gittikçe zayıfladığı bir zamanda yeni yılın kutsanması, insanların teskinlik kaynağını oluşturur.” (Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi-1, s. 102).
İslam öncesi Türklerde 15 Eylül-22 Aralık arası, zamanın ölüp yeniden doğduğu dönemdi. (Bayat, age, s. 100) Eski Türkler, 22 Aralık'ta güneşin yeniden doğuşunu bayram olarak kutluyordu.
Eski Türkler yeni yılı, aslında doğanın uyanışı olarak görüyordu. Doğa baharda uyandığından Türkler özellikle bahara girerken “artmanın, üretmenin, yeniden dirilmenin bayramı” olan Saya Bayramı'nı kutluyordu. Ayrıca baharı karşılamak için ‘Kaplan' ve ‘Argımak' gibi oyunlar oynuyorlardı. Eski Türklerin bu yeni yıl kutlamaları, zaman içinde nevruz adı altında toplandı. (Bayat, age, s. 103, 105). Sözün özü, Türk kültüründe yılbaşı kutlaması vardı.
ESKİ TÜRKLERDE KUTSAL AĞAÇ
“Bizim kültürümüzde yeni yıl kutlaması yoktur” diyenlerin, aynı zamanda “Bizim kültürümüzde ağaç süslemek de yoktur” dediklerine tanık oluyoruz.
Ancak bu da doğru değil.
Öncelikle Türk kültüründe ağaç kutsaldır.
Eski Türk sanatında ağaç çok yaygın olarak karşımıza çıkar. Mısır'dan Hindistan'a eski kültürlerin neredeyse tamamında görülen ‘Hayat Ağacı', eski Türklerde halı ve kilim süsü, Anadolu Türk mimarisinde ise taş kabartma olarak görülür.
Türk mitolojisine göre ‘Hayat Ağacı', gökyüzündeki Tanrı Ülgen'e kadar uzanıyordu.
Akoğlan Söylencesi'ne göre bir ağacın tepesi, büyük tanrı Urunaytoyon'un bulunduğu göğün yedinci katına, kökleriyse yeraltının derinliklerine gidiyordu. (Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s. 117).
Eski Türklerde şamanlar, ağaçları gökyüzüne ulaşmak için bir merdiven olarak kullanıyordu. Gençler şaman olabilmek için ağaç dikerdi. Şamanlar ölünce ağaçları da kesilirdi. (Çoruhlu, age, s. 120).
Eski Türkler kayın ağacının, Tanrıça Umay ve Tanrı Ülgen'le birlikte gökten yere indirildiğine inanırdı. (Bayat, age, s. 180, Çoruhlu, age, s. 120).
Türk mitolojisinde “ağaçtan türüme” motifi de çok yaygındı. Oğuz Destanı'nda, Türeyiş Efsanesi'nde, Akoğlan Söylencesi'nde ağaçtan türeme vardır. (Çoruhlu, age, s. 115-120). Sibirya Türklerinde ise “ağaç ana” ve “ağaç baba” kavramları vardır. (Bayat, age, s. 180). Tabgaçlarda ve Çularda ise ağaç, “soyu” simgeliyordu. (Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, s.163).
Eski Türklerde “ağaç ayinleri” de çok yaygındı. Türkler bazı bayramlarda “ağaç etrafında dönme ayinleri” düzenliyordu. (Esin, age, s. 163). Oğuz Kağan Destanı'nda da bu ağaç ayinlerine veya ağaçlı ayinlere değinilmektedir.
Eski Türkler, yeni yıla girerken kutladıkları “yeniden doğuş bayramı” sırasında da ağaç ayinleri yapıyordu. Türkler, yeniden doğuş bayramını “akçam ağacı” altında kutluyordu. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'ın ifadesiyle, “Akçam ağacının altına Tanrı Ülgen için hediyeler koyuyorlar. Ağacın dallarına da ertesi sene için Tanrı'dan istedikleri şeyler için paçavralar veya kurdeleler bağlıyorlar. Aileler toplanıyor, güzel elbiseler giyiliyor, özel yemekler yeniliyor. Akçam ağacının etrafında şarkılar söylenip oyunlar oynanıyor…”
Eski Türklerde ağaç üretendi, tanrıya ulaştırandı. Türkler, işte bu nedenle yeniden doğuş bayramında isteklerini Tanrı Ülgen'e ulaştırmak için süslü ağaçlardan yararlanıyordu. Yeni yıl, yeni dilekler demekti. Türklerdeki “dilek ağacı” inancının kökleri büyük olasılıkla buraya dayanıyor.
Eski Türklerin yeni yılda süsledikleri akçam ağaçları, büyük olasılıkla, Orta Çağ'dan itibaren Hristiyan Batı'da Noel'de süslenen çam ağaçlarına esin kaynağı oldu.
Bu arada, Batı'nın Noel ağaçları varsa, Osmanlı'nın da nahılları vardı.
OSMANLI'NIN NAHILLARI
Arapça “hurma ağacı” anlamına gelen “nahıl” bayramlarda, düğünlerde kullanılan yapay süslü ağaçlardı. Nahıllar bolluk, güç ve çoğalmayı simgeliyordu.
Eski Anadolu'da ilk olarak Friglerde ve Hititlerde rastladığımız nahıllar, Osmanlı'nın da vazgeçilmezlerindendi.
Osmanlı padişahları, saray erkanı zenginliklerini, güçlerini, ihtişamlarını dosta düşmana göstermek için düğünlerde devasa boyutta nahıllar hazırlatırdı. Osmanlı'da her aile maddi gücüne göre nahıl yaptırırdı. Nahıllar bir törenle, gelin evinin veya sünnet evinin önüne taşınırdı.
Düğün alayının önünde taşınan nahıllar çeşitli büyüklükteydi. Boyları ortalama 2 ile 4 metre veya 9 ile 12 metre arasındaydı. Dev nahıllar 24 ile 36 metre yükseklikteydi.
Nahıllar genellikle servi veya hurma ağacı biçiminde yapılırdı. Dev nahılların iskeletleri demir çubuklarla güçlendirilirdi. Genelde iskeletleri kavak ağacındandı. Süslerin asılabilmesi için üzerine dallar takılırdı. Nahılların her katında, üstleri altın ya da gümüş yaldızla parlatılmış toplar, renkli küpler, mumlar, renkli kağıtlar, çiçekler, balmumu meyveler vardı. Dev nahıllar taşınırken devrilmesin diye dört gergi direğiyle güçlendirilirdi. Ayrıca nahılların tepesiyle tabanı arasında dengeyi sağlayacak halatlar vardı.
Evliya Çelebi, Süleymaniye minaresi biçiminde balmumundan, rengarenk süslenmiş, ışıklı, parlatılmış nahıllar yapıldığını ve her birini 200 esirin taşıdığını yazıyor. Tarihçi Joseph von Hammer da Osmanlı'da nahılların, renkli balmumundan yedi top olarak piramid gibi yukarı doğru inceldiğini, tabanının 5-6 metre çapında olduğunu, bunlara kuşların, çeşitli hayvanların, yemişlerin, aynaların asıldığını belirtiyor.
Evliya Çelebi, Osmanlı'da nahılcı esnafından söz ediyor. 17. yüzyılda İstanbul'da Tahtakale'de, Aksaray'da ve Odunkapısı'nda dört nahılcı dükkanının olduğunu yazıyor.
En görkemli nahıllar, hiç tartışmasız padişah düğünlerindeki nahıllardı. Örneğin, Kanuni Sultan Süleyman'ın kız kardeşi Hatice Sultan'ın Makbul İbrahim Paşa ile evlenmesi dolayısıyla 1524'te düzenlenen şenlikteki iki gümüş nahıldan birinin 60.000, diğerinin 40.000 parçadan oluştuğu söyleniyor. Tepelerinde birer büyük mum yanan bu nahıllar, değerli taşlarla, anka gibi kuşlarla süslenmişti. Üzerlerinde altın kaplama balmumu toplar, turkuaz süsler ve yüzlerce inci vardı. Bu nahıllardan bir tanesinin değeri 40-50.000 altın dükaydı. Bu iki gümüş nahıl, iki köşk parası ediyordu. (Bkz. Özdemir Nutku, “Nahil”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 32.)
Şehzade Mehmed'in 1582'deki düğününde de çok görkemli nahıllar hazırlanmıştı. Altı katlı nahılların her katı farklı geometrik desende boyanmış, kenarlarına püsküllü renkli toplar ve balmumundan üzüm salkımları asılmış, renkli çiçeklerle, özellikle de lalelerle bezenmişti. Bu nahılların her biri güçlü kuvvetli 50 tersane askeri tarafından taşınıyordu. Bu nahıllardan birinin yüksekliği ‘bir minare boyu' olarak tarif ediliyordu.
1675'te Edirne'de Sultan IV. Mehmed'in kızlarının düğünüyle şehzadelerinin sünneti için 150 nahılcı çalışmış ve 40 adet görkemli nahıl üretilmişti.
1.Ahmed'in 1612'deki çifte düğün şenliğinde dev nahıllar sokaklara sığmayınca 30 kadar ev yıktırılıyor.
Sultan III. Ahmed'in dört şehzadesinin 1720'deki sünnet düğünü için de dev nahıllar hazırlanıyor. Devasa boyutları nedeniyle kalın halatlarla dar sokaklarda taşınmaya çalışılan nahıllar, sokaklara sığmayınca bazı evlerin cumbaları ve bazı çatıların geniş saçakları, hatta bazı evler yıktırılıyor.
Sultan İbrahim, 4 yaşındaki kızı Fatma Sultan'ı Fazlı Paşa'ya nikahlarken düzenlediği şenlikte yine dev nahıllar sokaklardan geçirilemeyince yol üzerindeki çok sayıda saçak ve balkon yıktırılıyor. Bu yıkılan yerler sonradan yaptırılıyor.
Görüldüğü gibi ecdat da ağaç süslüyor. Padişahların süslü nahılları, süslü Neol ağaçlarına ne kadar da çok benziyor.
“Kültürümüzde yok” diyerek yılbaşındaki süslü ağaçlara savaş açanların, çocuk yaştaki kızların evlendirilmesine savaş açtığını hiç duydunuz mu? Hiç sanmıyorum. Ancak 4 yaşındaki kızını evlendiren Sultan İbrahim'i eleştirmek yerine, “kültürümüzde var” diyerek çocuk gelinleri savunanları duymuşsunuzdur!
OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E YILBAŞI
Osmanlı'da Batılı anlamda bir yılbaşı kutlamasından söz etmek mümkün değildir.
Osmanlı'nın kullandığı Hicri takvime göre yeni yıl Muharrem ayıyla başlardı. Ancak yeni yıla girerken herhangi bir kutlama yapılmazdı. Tam tersine Muharrem ayının onunda Kerbela'nın matemi yaşanırdı. Bu nedenle Osmanlı'da yılbaşı sevinç değil acı demekti.
Osmanlı'nın kullandığı Rumi takvimde yılbaşı Mart'a denk gelirdi. Ancak Osmanlı'da bu mali yılbaşı da kutlanmazdı.
Osmanlı'da 17. yüzyıldan itibaren yılbaşında bazı şairler padişahlara şiirler yazar, bazı devlet adamlarına hediyeler verilirdi. Ayrıca ulemaya rütbeler verilir, büyük memuriyetler dağıtılırdı.
Buna karşın Osmanlı'daki Hristiyanlar, 24 Aralık'ı 25 Aralık'a bağlayan gece Hz. İsa'nın doğumunu kutlarlardı. Osmanlı Hristiyanları, Noel benzeri kutlamaları 31 Aralık gecesi de yaparlardı.
Osmanlılar, Batılı anlamda yılbaşına ilk kez 1829'da ilgi gösterdiler. O yılbaşında İstanbul'daki İngiltere elçisi, Haliç'teki bir gemide büyük bir balo verdi. Baloya Osmanlı devlet adamlarını da davet etti. Davetli devlet adamları sandallarla gemiye gidip sabaha kadar eğlendiler. 1856'da da Sultan Abdülmecit, Fransız elçisi Tovenel'in düzenlediği yılbaşı balosuna katıldı. Dansları seyretti. Memnun kaldı.
Osmanlı Müslümanları, ancak meşrutiyetten sonra yılbaşı kutlamalarıyla yakından ilgilenmeye başladılar. Refik Halid Karay'ın anlattığına göre, mütareke yıllarında İstanbul'da, yabancı ordu komutanlarının düzenlediği “frenk yılbaşıları” halkın dikkatini çekti.
Türkiye'de bugünkü anlamda yılbaşı kavramı Cumhuriyet'le birlikte gündeme geldi.
1926'da Hicri takvim bırakılıp Miladi takvime geçildi. 26 Aralık 1925 tarihli bir kanunla Rumi takvimin 1341 yılı Aralık ayının 31. gününün ertesi, yani 1 Ocak “yılbaşı” kabul edildi.
Türkiye'de ilk yılbaşı kutlaması 1927'da yapıldı. Daha 1 Ocak resmen “yılbaşı tatili” ilan edilmemişti. Ancak tesadüf eseri 1 Ocak 1927 cumaya denk gelmişti. O dönemde cumaları hafta sonu tatili olduğundan her tarafta yapılan yılbaşı eğlenceleri büyük rağbet görmüş, insanlar her tarafta sabaha kadar yılbaşını kutlamıştı.
O ilk yılbaşında bir gelenek başlatıldı: İstanbul elektrik idaresi, gece tam saat 12'de şehrin ışıklarını bir dakika söndürdü.
1926-1935 arasında yılbaşı “tatil” değildi. Bu nedenle 31 Aralık geceleri yapılan yılbaşı kutlamaları, sabah herkes işine gücüne devam etmek zorunda olduğundan, belirli bir saatte sona ererdi.
İlk Milli Piyango çekilişi de 1931'de yapıldı. O zamanki adıyla Tayyare Piyangosu, 31 Aralık 1931'de saat tam 24'te çekildi.
1935 yılında Başvekil İsmet İnönü'nün TBMM'ye sunduğu bir kanun teklifiyle 31 Aralık öğleden sonralarıyla 1 Ocak resmi tatil ilan edildi. Böylece yılbaşı kutlamaları resmi nitelik kazandı.
1930'larda gazeteler ve dergiler de yılbaşına sahip çıktılar. Yılbaşına özel ekler verdiler, yarışmalar düzenlediler. Böylece yılbaşı kutlamalarının benimsenmesini sağladılar.
1930'larda yılbaşı tebrikleri alınıp verilmeye başlandı.
Atatürk de ilk kez, 1938 yılbaşında aldığı tebrikleri yanıtladı. Atatürk, Anadolu Ajansı yoluyla kendisinin yeni yılını kutlayanlara “teşekkür” etti.
(“Bizde İlk Yılbaşı”, Yakın Tarihimiz, C.4, s. 163. Gökhan Akçura, “Yılbaşıdır Bunun Adı”, Toplumsal Tarih, S.132, Aralık 2004, s. 31-37. “İkinci Kanun Nasıl ve Niçin Yılbaşı Olmuştur”, Yarım Ay, No: 46, 1 İkincikanun 1937, s. 30).
Demem o ki; kişi bilmediğinin düşmanıdır. Tarihimizi, kültürümüzü biraz bilirsek, ne yılbaşı kutlamanın ne de ağaç süslemenin kültürümüze aykırı olmadığını görürüz. Tabi “kültürümüz” derken Arap kültürünü kastediyorsanız, İslam öncesi Türk kültürünü ve Anadolu'nun 4 bin yıllık uygarlık birikimini reddediyorsanız başka!
Barış ve huzur dolu bir yıl diliyorum. Mutlu yıllar…
Sinan MEYDAN, 1 Ocak 2018
https://twitter.com/smeydan