
Abdullah Gül, Çankaya’ya çıktığında, hakkındaki, “belgede sahtecilik”le bağlantılı olarak açılmış ünlü “Kayıp Trilyon Davası” sürüyordu.
Ayrıca Gül’ün daha önce de bir davadan hükme bağlanmış(sabıka) durumu da olmuştu.
Devlet Bakanı’yken, “kişisel” harcamalarını “devlet”e ödetmekten “mahkûm” olmuş, cezasını faiziyle ödemişti.
Dava konularının akçe ile ilgili olması da dikkat çekiciydi, kısacası örnek bir yurttaş olmaktan oldukça uzak bir tutum ve durum.
Buna karşın Gül, hiçbir “çekince” duymadan görevi kabullenip Çankaya’ya çıkmıştı.
Üstüne üstlük bu “tür” olumsuzluklarının yanı sıra, Çankaya’yı, daha doğrusu “Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni yaratan Atatürk’e “karşı” bir duruş da sergiliyordu.
Türkiye’ye en “ağır tahribatı laiklik ilkesi”nin yaptığını söyleyen;
Anayasamızın cumhuriyeti, laikliği tanımlayan, koruyan “ilk üç maddesinin çok ilkel” olduğunu bildiren;
“Cumhuriyet döneminin sonunun geldiğini” açıkça ilan eden biriydi A. Gül.
Ama yine de “Laik TC Devleti”nin ve Ankara’nın tepesinde, Çankaya’da oturuyordu.
Çankaya’nın bu durumunu; Türkiye Gençlik Birliği’nin (TGB) kimi yöneticilerinden, kimi öğrenci konseyi başkanlarından oluşan bir grup öğrenciyi, Gül’ün kabul etmemesinin üzüntüsünü içimden çıkarıp atamadığım için anımsattım.
Çünkü; Gül’ün sözünü ettiğim durumlarıyla, gençleri kabul etmemesinin “nedeni” arasında bir bağlantı vardı sizlerin de gördüğü gibi.
Bu grup; Gül’ün seçtiği -bir eli yağda bir eli balda- on bir “Öğrenci Konseyi” başkanıyla yapılacak söyleşide; türlü sıkıntıları olan yüz binlerce öğrencinin sorunlarının dile getirilemeyeceğini, dolayısiyle kendilerinin de bir kez dinlenmesini istiyordu.
Ayrıca bu gençlerin, Çankaya’da Cumhurbaşkanı’nca kabullerini engelleyecek bir durumları, görüşleri de yoktu.
Örneğin, poliste bir kayıtları bulunmuyordu; “sabıkalı” değildiler; hiç “mahkûm” olmamışlardı. “TGB” Başkanı İlker Yücel’in dediği gibi “temiz”diler.
Yine örneğin, “1923 Devrimi”nin ilkelerine, “laik rejim”e karşı değildiler; tam aksine Atatürk’e, devrimine, laik çağdaş “Cumhuriyet”e, ülkenin bölünmez bütünlüğüne bağlılıklarını haykırıyorlardı her yerde.
Dolayısiyle bu konuda da, “Atatürk’ün Çankayası”nda Cumhurbaşkanı’nca kabullerini engelleyecek bir tutumları yoktu.
Ne var ki onların bu durumu, günümüz Çankaya’sı “sakini”nin bu konulardaki görüşüne, yaklaşımına “taban tabana zıt”tı.
Dolayısiyle kabul edilselerdi, öğrencilerden biri şöyle bir soru sorabilirdi Gül’e: Sincan Mahkemesi’nin sizin de yargılanabileceğinizi bildiren kararını, “Cumhurbaşkanı makamının zedelenmesinden korkarım!” diye yorumladınız; görevi kabul ederken bu “korku”yu duyumsamadınız mı? Aklanmadan cumhurbaşkanı olmakta hiçbir sakınca görmediniz mi?
Ardından bir başka genç: “Laiklik ilkesine, laik sistem”e tümden karşı olduğunu açıkça ilan eden biri olarak; gerek milletvekili gerek cumhurbaşkanı olduğunuzda, “laik Cumhuriyet ilkeleri”ne “Atatürk ilke ve inkılapları”na bağlı kalacağınıza, milletin, tarihin huzurunda “namus ve şerefiniz” üzerine “ant” içtiniz; peki nasıl oluyor bu, diye sorsaydı, Gül ne yanıt verirdi dersiniz?
“Ah bu çocuklar, bir türlü takıyyeyi öğrenemediler...” diye hayıflanarak içinden geçirse de, ne denli bir sıkıntı içinde kalacağını, dahası, ülkede böyle bir tartışmanın da başlamasının korkusunu yaşayacağını kestirmek pek de güç olmasa gerek.
Ne ki bu öğrenci gençlere karşı, bu “utançlı” tutum Çankaya’yla noktalanmaz.
Bilindiği gibi Başbakan’ın Erzurum’da, üniversite öğrencileriyle yapacağı toplantıya çağrılmadıkları gibi, Erzurum’a da sokulmadılar.
“TGB” ve Öğrenci Kolektifleri üyeleri bu gençlerin, İstanbul’dan yola çıkan otobüslerinin her iki saatte bir “polis”çe durdurulup, saatlerce sürdürülen kimlik kontrollerini Ulusal Kanal’da izlerken, “işkenceye” varan dayanılmaz kertedeki “baskı” karşısında üzüntüden öte, derin bir “utanç” içinde kaldım.
Otobüsler hem bir ilçeye girerken hem de çıkarken durduruluyordu; “hayvan hırsızları”nı ya da “bomba” aramak için...
“14” saatlik yolu, “9” kez arabaları durdurulan gençler, “30” saatte aldılar...
Açıkça görülüyor ki, AKP iktidarı, ülkede tuzu bile kokuttu.
Yaratılan bu “koku”da, bu çürümüşlükte “soluksuz” kalmaları için, başta eylemsel direniş olmak üzere bütün yasal haklarımızı kullanmalıyız.
Katılır mısınız?
MERİÇ VELİDEDEOĞLU, Cumhuriyet, 4 Şubat 2011
m.velidedeoglu@hotmail.com