
Bu kadar kolay mıydı?
AKP Adaleti Hizbullahçı canavarları bıraktı. Bırakıldıktan sonra öğrendik ki, insanları domuz bağı ile öldüren, diri diri toprağa gömen canavarlara hapiste bilgisayar ve internet imkanı da sağlanmış.
O katiller işlerine nerede devam ediyor bilmiyoruz ama büyük ihtimal Suriye’ye geçtiler.
AKP yargısı din söylemli katilleri sıra ile bırakmaya başladı. 3.Yargı paketi kapsamında 9 Ekim 1978 yılında 7 TİP’li öğrenciyi öldüren Bahçelievler Katliamı hükümlülerinin de serbest bırakılması büyük bir yankı yarattı.
Bu konuda hemen yazmak yerine yazılanları okumayı tercih ettim. Sol kesim “katiller bırakıldı” diye çığlık atarken, sağ kesim solcular tarafından öldürülen ülkücülerin isimlerini sayıp dökmeye başladı.
Bu kadar kolay mı dedim? 12 Eylül öncesi düştüğümüz tuzağa gene mi düşeceğiz. AKP’yi yöneten güçler iyi bir toplum mühendisliği yürüterek gömülen baltaları çıkarttırmaya çalışıyor. Öncü olması gereken kişiler yazdıkları ve söyledikleri ile bu adi tuzağa halkı da düşürüyor.
Hep yazdım. 2006 yılında “12 Eylül Bir Milat mı?” diye yazdığımda, daha 12 Eylül’ü konuşan bile yoktu. Tayyipgiller Evren’e saygılarını sunmakla meşguldü.
O zamandan beri diyorum ki:
Evet, sağcı-solcu gençler kullanıldı ama onlar bu vatanı ölecek kadar çok sevme imtihanından geçtiler. Öldüler, işkence gördüler, işlerinden atıldılar, damgalandılar ama her şeyi vatanları için yaptığını sandılar. Samimi idiler.
Basın, siyasiler, güvenlik güçleri ve istihbarat onların her şeyi vatan için yaptıklarına inanmaları için her şeyi yaptı. O yüzden bir suç işlendi ise, gene en masumları “bilerek yabancı istihbaratlara çalışanlar hariç” bu gençlerdi.
O yüzden diyorum ki;
12 Eylül darbesi 12 Eylül günü asıl suçluları korumaya aldı. Asıl darbeyi 13 Eylül’den itibaren bu ülkenin çocuklarına yaptı.
O vatanını seven yürekli gençler bertaraf edilirken, dini kullanan Evren takımı “ulusalcı-milliyetçi olmayı şeytanlık sayan”, “seccademi serdiğim yer vatanımdır” diyen vatansız, kimliksiz bademlerin yetişip kök salmasının önünü açtı.
Ülkenin düşürüldüğü bu bataklığı gören vatanseverler; “günümüz sağ-sol diye kavga etme günü değildir. Artık iki kesim var: Vatanseverler ile vatan hainleri” demeye başlamıştı. İşte bu durum karanlık odakları rahatsız etti. Geçmiş yazılarımdan birinde yazdığım gibi:
En büyük korkuları iki kesimin birleşerek emperyalizme ve ihanet şebekelerine karşı ortak savaşmalarıydı.
Karanlık güçler bütün başarılarını namertlik üzerine kurmuşlardır. Bölecekler, birbirine düşman edecekler. Sonra geride kalan dağınık ve güçsüz ekibi yutuverecekler.
Kurtuluş savaşındaki yenilgilerinden ders çıkaran dünya yamyamları bu sefer hiçbir olasılığı göz ardı etmek istemiyor. Ortaya çıkabilecek direnç noktalarını kırmak için projeler üretirken; kendi solcusunu, kendi milliyetçisini, kendi merkez sağını da oluşturuyor.
Yıllarca “mason kadrolardan” kendi Atatürkçülerini yarattıkları gibi… Bu fason ve de mason Atatürkçülerin Atatürk ile halk arasına nasıl duvarlar ördüğünü hep birlikte gördük.
Karanlık güçler şimdi kendi milliyetçilerini yaratmaya çalışıyor. Erdoğan ve BDP üzerinden Kürt-Türk çatışması planı yapanlar; BDP’ye Kürtçülük yapma görevi verirken, Erdoğan’ı milli söylemleri ile Türk tarafına oturtmaya çalışıyor.
Devlet Bahçeli ülkücülerin enerjisini söndürüp etkisiz kılma görevini başarı ile sürdürdü. Bir ateşi söndürmek istediğinizde üzerine kül örter veya saç kaparsınız. Bahçeli ülkücülerin o dinamik enerjilerini söndürmek için kül, saç gibi görev yaptı. Şimdi tam zamanı diye düşünülmüş olmalı ki, Bahçelievler hükümlüleri üzerinden Erdoğan’a sempati kazandırılıyor. Unutmayın, Erdoğan seçim öncesinde Oskarlık bir oyun sergileyerek ülkücü Mustafa Pehlivan ve sol görüşlü Erdal Eren’in idam edilmelerine göz yaşı dökmüştü(!)..
Oysa milli görüşten yetişenler ülkücülüğü, milliyetçiliği kavmiyetçilik olarak görür ve yollarını şeytanın yolu olarak tarif eder. Yani ülkücülere “şeytan” derler.
Kısacası; yeni oynanan bu oyunun amacı sol ve sağcıları bu tahliyeler üzerinden kapıştırmak, hem de Erdoğan’a milli bir misyon yüklemektir.
Hele Kürt-Türk çatıştırmasını bir başarsınlar. Sonra da yedek lastik konumundaki Kılıçdaroğlu’nu iktidar yapıp Kürt-Türk çatışmasından geriye kalanları da Alevi-Sünni çatışmasıyla yok edecekler.
Plan bu!..
Hala bu tuzaklara nasıl düşüyorsunuz?
7 TİP’li öğrencinin neden öldürüldüğünü geçmiş yazılarımdan ikisinde yazdım. Serdar Alten ODTÜ’nin öğrenci başkanlığına adaydı. Solun elinde olan ODTÜ’ne 400 kadar sağcı öğrenci alınmıyordu. Serdar Alten;
“-Başkan seçilirsem sağcı öğrenciler de okula girecek. Biz silahlı eylem değil, fikir mücadelesi yapmayı savunuyoruz.” diyordu.
Oysa o sırada ODTÜ öğrenci başkanlığını elinde tutan sol grubun bir kesimi İngiliz İstihbaratı’nın kontrolünde idi ve İngilizler ülkemizde kaos istiyordu.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun ekibinde olan ülkücüler bu gençleri ortadan kaldırmak için taşeron olarak kullanıldı.
Aklı başında olan birileri “sağcılar da okula girecek, biz silahlı eylem yapmayacağız, fikir mücadelesi yapacağız” diyen öğrenciyi öldürür mü?
Yabancı istihbaratlar yönlendirirse öldürür. Öyle de oldu. Olan 7 gencimize ve yüreği yanan ailelere oldu.
Aynı odaklar Ağca’yı kullandı. Dünyanın sahibi olma iddiasında olan şeytanlar “yeni dünya düzeni” için uygun olan şimdiki Papayı istiyordu. Müslüman coğrafya üzerindeki plan çok eski olmalı ki; Türk vatandaşı, Müslüman ve milliyetçi kimlikli bir kişi üzerinden hem istemedikleri Papadan kurtulacaklar, hem Müslüman coğrafyaya operasyon için Hristiyan alemini ikna edecekler, ulus devletleri yıkmak için de “milliyetçiliği” günah keçisi ilan edeceklerdi.
Eğer Papayı öldürme planı gerçekleşseydi, 11 Eylül ikiz kuleler oyununa lüzum kalmayacaktı. Papanın ölümü 11 Eylül’’ün şartlarını oluşturacaktı.
Bütün bu gerçekler ortada iken; öldürülen ülkücü ve solcuların listesini yeniden çıkarmak kimin işine yarayacak?
Küresel şeytanların oyunu ile öldürülen bütün gençlerimiz için inanın yüreğim yanıyor. Serdar Alten ve arkadaşlarını da, Dursun Önkuzu’yu da rahmetle anıyor, gençliklerinin baharında kara toprağa girmelerine üzülüyorum.
İşkence gören, öldürülen, hayatları kararan bütün gençlerimiz ve aileleri için üzülüyorum.
Artık yaralarımızı saralım. Kaybettiğimiz arkadaşlarımızı rahmetle analım. Aynı tuzaklara yeniden düşmeyelim. Ülke gidiyor. Erdoğan üzerinden belli projeler yürüten güçlere tekrar malzeme olmayalım.
Hani hepimiz Atatürkçüyüz ya? O zaman Atatürk rehberimiz olmalı değil mi. Sizlere Atatürk’ün ölen Anzaklar için söylediği sözleri hatırlatırım:
Bizler bu koca yürekli, asil kurtarıcıyı, Atamızı rehber edindiğimizi söyleyip, ondan sonra da birbirimiz sevip kucaklayamıyorsak, bir şeyleri yanlış anlıyoruz demektir.
Ey ülkücüler; sizler din hassasiyeti olan insanlarsınız. O zaman size dinimizin buyruğunu hatırlatayım:
“Mümin aynı konuda iki defa aldanmaz.”
Ayrıca dinin akılcı tarafı vardır. Bilim Allah’ın(c.c.) sıfatıdır. Olaylara bilimsel temelde bakmak lazım.
Ey solcular; sizler akıl ve bilimi, araştırmayı ön planda tuttuğunuzu söylersiniz. Bu mudur bilimsel bakış?[/b]
Her iki tarafa da birkaç sözüm var:
Ağca gibi karanlık dünya odaklarının maymunu olmuş birine sahip çıkmak kendi davanıza saygısızlıktır.
Sol kesim farklı mı?
Kürtçülük yapan “Almanya’da konuşmaları ile sabit”, bir ideal için değil, lümpen bir kabadayı olduğu için Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu'yu öldürdükten sonra hapisten kaçıp Fransa'ya yerleşen Yılmaz Güney’i yıllardır kahraman yaptınız. Eski eşi Nebahat Çehre Güney’in başına elma koyarak nişan aldığını söylüyor. Bu çarpık kafa mı sizin kahramanınız?
Hiç o hakimin eşi, çocuklarının yaşadığı acı sizi üzmüyor mu? Ve her şeyden önce o hakimin yaşam hakkının elinden alındığı aklınıza gelmiyor mu?
Artık herkesi samimi olmaya davet ediyorum. Benim katilim iyidir demeyi bırakın.
Hesap soracaksanız eğer birbirinizden değil, asıl azmettiricilerinizden hesap sorun.
Mesela sol kesimi azmettiren, dün olduğu gibi bu gün de küresel şeytanlara uşaklık edenlerden sorun hesabı. Hasan Cemal’le başlayın mesela. Sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde kök salıp bu ülkeye küfreden Kürtçü-Ermenici yazarlardan… Kalemlerinden salyalar akıtarak elinizdeki tetiğe bastıranların yakasından tutun. Cengiz Çandarlar, Ertuğrul Özkökler, Barlaslar… Aile boyu tosuncuk Altanlar… Onlar beyaz Türklerdi ama “solcu olmak onlar için modern ve ilerici olmak” anlamına geldiğinden; Anadolu’nun fakir, temiz, samimi gençlerinin hayatları üzerine oynadılar. Bakın; eski sahte solcu, şimdinin liboş yandaş solcuları hiç zarar gördü mü? Onca gencin hayatı üzerinden solculuk adına yazılar, kitaplar yazarak paralarına para katmadılar mı?
Hesap soracaksanız eğer, yazdıkları yazılar ile sizlere ölüm listesi gönderip katil yapan ve bir kurşuna hedef olmanızda sorumluluğu bulunan azmettiricilerinizin yakasına yapışın.
Sağ kesime gelince:
Dünün milliyetçisi, günümüzün yandaşı Taha Akyol… Ülkücülerin gazetesi olan Hergün Gazetesi’nin yayın yönetmeni idi. Gazetenin o zamanki yayınlarını bulun. Kimleri hedef göstermiş. Anadolu’nun fakir ama vatan-millet diyen çocuklarının elindeki kaç silahı ateşlemiş? Onca gencimiz hayatını kaybederken Taha Akyol o hayatlar üzerinden yazar olmuş, şöhret olmuş. Kendi oğlu Mustafa Akyol Amerikan burslarıyla devşirilmiş. Siz din din derken Taha Akyol’un oğlu misyonerliği savunuyor. Daha da ötesi bir televizyon programında; “Anadolu’da yeterince Müslüman var, biraz da Hristiyan olsunlar” diyebilecek kadar şuursuzlaşabiliyor.
Bu adamlar ülkücülerin canları, kanları üzerinden şöhret oldular. Bu gün öğreniyoruz ki, Taha Akyol’un dedesi Boğazlıyan Kaymakamı aleyhinde şahitlik yaparak idam edilmesinde etkili olmuş. Ve Taha Akyol bir kitabında o dedesi ile gurur duyduğunu yazıyor(!). Demekki dedesini onaylıyor.
Tercüman gazetesi… Nazlı Ilıcak, Rauf Tamer… Güneri Cıvaoğlu… Bakın bakalım, onlar oturdukları yumuşak koltuklardan kaç solcuyu size hedef göstermiş?
Siz birbirinizi bırakın, sizi birbirinize kırdırıp, kanlarınız-canlarınız üzerinden şöhret olup paraya para demeyen tetikçilerinizden hesap sorun. Onlar sizlerin canı-kanı-hayatınız üzerinden yazar oldular. Şöhret oldular. O zaman hayatlarımızı pazarlıyorlardı, artık hedef büyülttüler, şimdi bütün bir ülkeyi pazarlıyorlar.
Mağdurun akıllısı diğer mağdurdan hesap sormaz!! Mağdur edenlerden hesap sorar.
Bunu başardığınız gün bu karanlık OYUNU DA BOZACAKSINIZ!!.
Unutmayın, güç birlikten geçer.
Sizler gene farklılıklarınızı koruyun. Çünkü teklik kısırlıktır. Tek olan satın alınırsa alternatif çözüm üretilemez. Oysa milli olan, vatan paydasında birleşen farklılıklar birbirini denetler, hatalarını gösterir, öğrenmeye mecbur kılar.
Farklı kalın, milli kalın!.
VATAN’dan büyük payda yoktur. Bağımsızlık şuuru en büyük KAMÇIDIR. Bu değerlere sahip çıkın.
Kinle, geçmiş hesaplarıyla birbirinizi kamçılamayın.
“VATAN ve bağımsızlığımız tehlikede, ne duruyorsun” diye vurun kamçıyı ki, her birinizin şuuru uyansın, direniş ŞAHA kalksın.
İşte o zaman karanlık odakların oyununu bozarsınız.
VATAN PAYDASINDA ve bağımsızlık aşkında buluşalım.
Sevgiyle…
Zahide UÇAR, 26 Temmuz 2012
http://www.zahideucar.com
zahide@zahideucar.com