Sultan 2.Abdülhamitin döneminde bir çok yeni kuruluşun açıldığı doğrudur.
Hattâ bu okullardan bir çok aydın ve ilerici insanların yetiştirildiği de doğrudur. Ancak burada 2. Abdülhamitin payı olmakla beraber asıl oluşumların mimarı olan Sultan 2.Mahmutu unutmak da haksızlık olacaktır.
Olayın üzücü tarafı 2.Abdülhamitin zamanında yetişmiş bu parlak ve ilerici insanların sırf siyasi tehdit olarak algılanmalarından ötürü bir çoğu pasif görevlere atanmış, kimisi sürgün edilmiş, bazıları ise tutuklanmıştır. Ayrıca ilerici düşüncelere sahip bu okumuş insanların (mektepli) başına bir "alaylı" amir ve-veya kumandan atanarak bu şahısların kontrol altında tutulmasına da özenle dikkat edilmiştir. Tabii bunun doğal sonuçlarını biliyoruz.
Gelelim Düyun-u Umumiye konusuna...
Muharrem Kararnamesi ile kuruluşu kabul edilen bu idarenin amacı Osmanlının Avrupa ülkelerine olan borçları için önlem almak veyahut programlar uygulamak amacı güden "milli" ya da "Osmanlı" kuruluşu değildir.Kabaca, Bu tamamen alacaklı devletlerin Osmanlının tebaâsından topladığı vergileri haczetmekle görevli bir kuruluştur. Dış borçlarla ilgili düzenlemeler Osmanlı Bankası aracılığı ile yapılırken bu kurum devletin içişleri meselesi olan topladığı vergilerini ele almış hattâ bazı kaynaklarda tekel kurmuştur. Gayet tabii bu borç yükü 2.Abdülhamitin günahı değildir. Ama bu idareyi 2.Abdülhamit kurmamıştır onun kurulmasına müsade etmiştir dersek daha doğru olur kanaatindeyim. Bugün ki İmf ile bu kurumu karşılaştıranlara İmfyi öpüp başlarına koymalarını öneririm. Ama bu da salt Abdülhamitin hatası demek yerinde olmaz.
İkinci konu yapılan güzel eserler ve kurumlar..
Bu kurumlar arasında ülkemize büyük yararlılıklar sağlayanları , günümüzde dâhi sağlamaya devam edenleri vardır. Bunlar Sultanın kişisel servetinden mi yapıldı, bunu bilmediğim için yorum yapamam. Ancak bir Mutlakiyet yönetiminde tüm hazinenin Sultanın serveti sayılması söz konusudur. Her ne surette yapılmış olsalar da bize düşen yaptırana, planlayıp projelendirenlere, yapımı için emeği geçenlere ve verimli şekilde işletenlere şükranlarımızı sunmak olmalıdır.
Son konu ise bir hayli karışık..
Bahsettiğiniz 1897 Dömeke Savaşı (Osmanlı-Yunan savaşı) Osmanlının galibiyeti ile bitmiştir.
Sayıca yunan kuvvetlerinden üstün olunsa da, gerektiği gibi teçhiz edilmiş Yunan ordusu yenilerek başarı kazanılmıştır. Burada ortaya çıkan başka bir husus 2.Abdülhamitin Avrupa baskısından çok çekinmesinden ötürü Kumandan Ethem Paşaya bir an önce savaşı bitirmesi (gayet tabii kazanıp bitirmesi) için yaptığı etkilerde dikkat çekicidir. Hattâ Sultan , Ethem Paşaya "Yıldırım Harbi" emri vermiştir.Bunun üzerine, Sizin de ifade ettiğiniz gibi bir çok arazi arızasına sahip bir hatta çok kuvvetli savunma hatları kuran yunan ordusuna "dömeke" mevkiinde saldırı yapılarak savunması yok edilmiştir.Ama bunun da bir bedeli olmuştur. Ha kuşatma yapılır mıydı , yapılmaz mıydı bunu bugünden o gün üzerine konuşmakda yerli olmaz. Ancak daha sonra düşmanı bertaraf eden ordunun Atina yolunda hiçbir engeli yokken Avrupa devletleri devreye girince durdurulduğu ise açıktır. Yine bu da o günün şartlarına göre değerlendirilmelidir. Ancak sonra yapılan antlaşma ile girite özerklik verilmesi ve başına bir yunan prens atanması kabul edilmiş, bu özerk yönetimde ilk fırsatta yunanistana kendini bağlamıştır. Yani yapılan ile alınan sonuç uyuyor mu değmiş midir, bu tartışılır.
Küçük bir ekleme yapmak istiyorum. Med-Cezirin alıntı yaptığı yazarın hayal gücünü tebrik ediyorum.