‘ULUS’, ‘DEVLET’ ve İSRAİL
Ulus ve Devlet kavramları konusunda, Deniz Tansi’nin Uluslararası Politika Akademisi’nde yayımlanan “İsrail: Ulus Devlet ve Sonrası” başlıklı yazısına bakalım.
İsrail Devleti’nin kuruluşuyla ilgili olarak, yazar, son “50 yıl, “ulus inşa süreci” ve “devlet kurma hazırlığı” olarak Siyaset Bilimi ve Sosyal Bilimler disiplinlerinde her daim dikkat çekmiştir.” diyor.
İsrail Devleti özelinde, “Ulus inşa süreci” ve “devlet kurma hazırlığı” atbaşı gitmiştir demek istiyor.
Doğrudur. Çünkü ‘İsrail Devleti’, deyim yerinde ise ‘nevi şahsına münhasır’ yani ‘özgül özelliği olan’ bir konumdadır ve hiçbir koşulda ‘genelleme’ yapmaya elverişli değildir.
Ancak ve ne var ki, “Yahudiler’e “ulusal vatan” kurma düşüncesini Batı kamuoylarında meşrulaştırma” gibi bir tümceyi, ne ulusalcılık ve ne Devlet kuramıyla bağdaştırmanın olanağı bulunmamaktadır.
Herşeyden önce ‘Vatan’ kurulacak bir şey değil, edinilecek bir şeydir.
Ve ‘Vatan’ varsa zaten ‘ulusal’dır, yoksa ‘toprak parçası’dır.
Yazar, İsrail’in bölgedeki varlığı diyor, “tarihsel olarak bu topraklarda kurulan Yahudi krallıkları, ondan önceleri Hz. Musa’nın Mısır’dan Kudüs’e göçü ve Tanrı’nın vaat ettiği topraklar yüzeyinde açıklanmıştır.”
Toprakların hangi ‘yüzey’inden sözettiği anlaşılmasa da, konuyu bilenler için, İsrail Devleti’nin kuruluşunda ‘söylence’lerin öneminden sözettiği çıkarılabilir.
Gerçekten de, 1890 yılında William Blackstone (1841-1935) Amerika’da « İsrail’in geçmişi, şimdisi ve geleceği » üzerine bir konferans düzenler. Ardından ABD başkanına yazdığı mektupta, « 1878 Berlin Konferansı’nda nasıl Bulgarlara Bulgaristan, Sırplara Sırbistan verildi ise Filistin Yahudilerine de Filistin toprakları verilmedir » demektedir.
Başkan Benjamin Harrisson belki de bu nedenle Rus Çarı’na Yahudilere baskı yapılmamasını ve anti-semitizmi lanetliyen bir mektup yazacaktır.
1897 yılında İsviçre’nin Bâle (Basel) kentinde toplanan Siyonist Kongre’nin ardından Avrupa Yahudilerinin Filistin topraklarını kolonize etmelerine inandırılmaları gerekecektir.
Tam da bu nedenle Theodor Herzl (1860-1904) dünya genelinde yaşayan tüm Yahudilerin kadim Filistin Yahudilerinden türediği tezini işlemeye başlar. Böylece ‘Yahudi halkı efsanesi’ yaratılacaktır.
Oysa, o güne değin Yahudiler, özellikle de Avrupa Yahudileri, Filistin Yahudilerinden gelmediklerini ve sadece Yahudilik dinine ait olduklarını sanıyorlardı. Yani bir ‘Yahudi Irkı’nın sözkonusu olmadığını, zamanla kimi insanların Yahudiliği benimsediklerini düşünüyorlardı.
1916 yılına gelindiğinde Blackstone, bu kez Başkan Wilson’a Yahudi Ulusu’nu canladırmayı öneren bir mektup yazacak ve böylece ‘Yahudi Ulusu’ ‘Wilson İlkeleri’nde yerini alacaktı.
Yahudi Devleti ‘kurucu’su olarak bilinen Theodor Herzl, Bismarck’ın da Alman Ulusu’nu yaratırken yaptığı, sadece efsanelerle işlenen ‘Alman Ulusu’ düşüncesini yaşama geçirmek olmuştu diyecektir. ‘Titre ve kendine dön’ türü bir canlandırma da denilebilir. Ve Herzl ekleyecekti : « Bunu anlamayan bir kişi ne halkı yönlendirebilir ve ne de tarihte yerini alabilir ».
Türkiye’de ise, Alparslan Türkeş tam da bu biçimde bir ‘Türkçü Milliyetçilik’ yaratmaya çalışmıştır denilebilir.
Burada ‘Atatürk Milliyetçiliği’ ile ‘Türkçü Milliyetçilik’ arasındaki farka dikkat çekilebilir.
Birincisine ‘doğal’ ya da ‘sosyal’ denirse, ikincisine de ‘yapay’ ve ‘politik’ denilebilir.
Uzun gazetecilik bilgilerinin sıralanmasının ardından, Deniz Tansi, “Bugün gelinen noktada çok önemli soru işaretleri vardır. Öncelikle İsrail parlamentosu Knesset’te kabul edilen “ulus-devlet yasası”, Fransız Devrimi’nden itibaren yurttaşlık temelli, sosyolojik ulus tabanına dayanan liberal milliyetçilik kuramından tamamen farklıdır.” diye yazmakta.
Demek ki, yazar da haklı olarak, İsrail’deki yeni yasanın Türkiye’deki gibi bir ‘yapay milliyetçilik’ hedeflediğine dikkat çekmiş bulunmaktadır.
“Zira bu yasa, demektedir, etnik-din temelinde ayrımcı bir yurttaş tanımı yapmakta”dır.
Ne var ki, yine ‘etnik-din’ terimi gibi saçma bir terim kullanılmaktadır.
Yahudilerin ‘etnik’ bir kavim, topluluk olmadığına ilişkin binlerce yazı-kanıt vardır.
Kaldı ki, her türlü ‘etnik’ ve/ya da ‘ırkçı milliyetçilik’in hiçbir koşulda sosyal ‘ulusalcılık’ anlamına gelmediği bilinmektedir.
Burada bir parantez açarak, güncel ‘Kürtçülük’ akımının da, her türlüsü dahil, ‘yapay’ ve ‘politik’ bir ‘milliyetçilik’ olduğunun altı çizilebilir.
Tam da o nedenle, kurulacak Kürt Devleti’nin ‘İkinci İsrail’ olarak nitelendirilmesinin ‘doğru’ bir niteleme olduğunu; ancak bu nitelemeyi yapanların da burada yapılan ‘çözümleme’den haberdar olmadıklarını söyleyebiliriz.
Şu kadarını belirtelim ki, nasıl ‘İsrail halkı’ sonradan keşfedilmiş ise (inventé) Kürt Halkı da, sonradan ‘keşfedilmiş’tir.
Tarihsel köklerine ilişkin ‘efsane’ler ise, köklü ulusların ‘efsane’lerine öykünmekten öte bir anlam taşımamaktadır.
Bu durum ‘İsrail Halkı’ için ne kadar geçerli ise ‘Kürt Halkı’ için de o kadar geçerlidir.
İşte bu nedenle, İsrail Devleti ne kadar güçlü olursa olsun ve çok güçlü bir Kürt Devleti de kurulacak olsa bile, bu tür ‘Devlet’lerin ‘Ulusal Devlet’ olmaları olanaksız değilse bile olanaksıza yakındır denilebilir.
Birer ‘Devlet-Ulus’ olmaları ise her zaman mümkündür diyelim.
Şu koşulla ki, sözkonusu ‘Devlet’in bir ‘Ulus Kurma’ amaç ve hedefi ola..
Ne var ki, sonradan ‘keşfedilmiş halk’ların ‘Devlet’leri, görünüşte bu ‘amaç’ı taşıdıklarını söyleseler de, Deniz Tansi’nin aktardığına göre; İsrail’deki yeni ‘yasa’da “etnik-dinsel kimliğin beraber sayılması, yurttaşlığı bir ayrıcalık haline getirmektedir. Araplar’ın 2 milyona yaklaşan varlığı, hukuksal statünün dışına çıkar(t)ılmaktadır.”
“Burada klasik ulus-devlet kuramındaki “kendi kaderini tayin hakkı” bile alt üst edilerek, ülkenin sadece belli yurttşlarına “irade hakkı” verilmektedir.”
Demek ki, ‘uygulama’da, İsrail Devleti’nin bir ‘Ulus kurma’ hedefinin olmadığı, tersine ‘yapay ırkçı’ bir hedefe yöneldiği söylenebilir.
Buraya kadar Deniz Tansi’nin yazdıklarına, Türkçe’sinin bozukluğu dışında, söylenecek fazla bir şey yok.
Ancak yazar, “Bildiğimiz vatan ve ulus kavramları bu kapsamda yer değiştirmiş, İsrail, ülke içindeki ve dışındaki Yahudiler’in “tek devleti” olarak ilan edilirken, kendi yurttaşı olan Araplar’ı, kademeli bir yurttaşık konumunda ele alan bir ülke olarak değerlendirilmiştir.” diye devam etmektedir.
Şimdi ‘Vatan’ ve ‘Ulus’ kavramlarının nasıl ‘yer değiştirmiş’ olduklarını yazar ‘bilse’ bile biz bilmemekteyiz, bu bir.
Kaldı ki, bu konudaki bilimsel yazında, çoğu kez, bu iki terim bir tek sözcükle dile getirilmektedir: Nation.
Ve hatta, Birleşmiş Milletler’de olduğu gibi, ‘Devlet’ terimi de aynı anlama gelmek üzere kullanılmaktır.
O nedenle, bendeniz, Birleşmiş Milletler yerine Birleşmiş Devlet’ler deyiminin daha doğru olduğunu söyleyegelmekteyim.
Bu kavram kargaşasına karşın, İsrail Devleti’nin başta söylediğimiz gibi, ‘kendine özgü’ bir ‘Devlet’ ve halkının sonradan ‘keşfedilmiş bir halk’ olduğunu unutmadan, onu kurulacak ‘Kürt Devleti’ dışında bir başka ‘Devlet’, ‘Ulus’ ve ‘Ülke’ ile karşılaştırmamak gerekmektedir.
Nitekim yazar da, ‘amorf’ bir biçim taşıdığını söylemekten kendini alamamaktadır.
Böylece, bu Pazar gününde, Deniz Tansi’nin yazısı bağlamında, kimi kavramların yerinin belirlenmesine dikkat çekmiş olmduğumuzu düşünüyoruz.
Yararlı olması dileğiyle..
Habip Hamza Erdem