Ulus Devletlerin Yaşam Süresi Doldu Mu
Ulus devlet düzeninin bugünkü bunalımı, gerçek bir uygarlık sorunudur. Bu sorunun yaratıcıları, kendilerini uygar olarak gören az sayıdaki büyük devlet ve şirket yöneticisidir. Milyonlarca insanın, kuralları ve sınırları önceden çizilmiş eşitsiz koşullarda ve gücün belirleyici olduğu bir ortamda yaşamaya zorunlu kılınması bir insanlık dramıdır. Bu drama son vererek toplumsal gelişimi sürekli kılmak ise kuşkusuz, bir gelişmişlik ölçütüdür. Bu ölçütün en belirgin göstergesi, emperyalizme karşı savaşımda erişilen düzey ve ülke çıkarlarının korunmasında sağlanan başarıdır. Günümüzün uygar insanı devleti savunmak başta olmak üzere ulusal hakları için savaşım veren insandır.
Devletin Gerekliliği
Toplumsal yaşamı ayakta tutan ve kamu düzeninin temelini oluşturan örgütlü güç, devlet gücüdür. Bu güç, yalnızca ülke içi düzenlemelerin değil özellikle dışarıya karşı korunmanın da tek etkili aracıdır. Eşit olmayan güçler arasında, kuralsız bir savaşımın alabildiğine sürdüğü bir dünyada ayakta kalmak isteyen ülkeler, kendi haklarını korumanın güvencesi olarak devlet yapılarını güçlü kılmak zorundadır. Günümüz dünyasında insan eylemiyle ilgili etkinliklerin tümü, devletlerarası ilişki ve çatışmaların, dolaylı ya da dolaysız sonuçlarıdır.
Küreselleşme düşüncülerinden (ideologlarından) John Naisbitt şöyle söylüyor: “Günümüzde dünya, devletlerin değil bireylerin çevresinde dönüyor. Artık kimse politik partilere katılmıyor. Kabilesel bağlar artık çok daha önemli... İş dünyası kendisini nasıl örgütlüyorsa dünya da öyle örgütleniyor. Günümüzün lider modeli Bill Gates ve onun gibi girişimciler. Dünya artık, bireylerin toplu yargıları ve davranışlarıyla yönetiliyor. Artık paraların değerine ülkeler karar veremiyor. Bireyler karar veriyor. Bilgisayar karşısındaki küresel para simsarları, ülke paralarının karşılaştırmalı değerini kendi paraları ve yargılarına göre belirliyorlar... Politik partiler öldü. Liderler bunu fark etmiyor mu?” 1
Söylenenler gerçeği mi yansıtıyor, yoksa bir dilek mi? Ya da her ikisini de içeriyor mu? Ulus devlet işleyişi doğal ömrünü artık doldurdu mu?
Devlet Sorunu
Devlet sorunu, tarih kadar eski bir sorundur. İnsanın el araçları kullanarak üretim yapması, toplumsal yaşamı, toplumsal yaşam da devleti doğurmuştur. İnsan ilişkilerinde elde edilen ayrıcalıkların korunup sürdürülebilmesi, gücü gerekli kılar. Bu güç, devlettir.
Özellikle Batı toplumlarında devlet, kamusal düzeni egemenliğe dayalı sınıfsal çıkarlara göre düzenlemiştir. Buna karşın, ilk örneklerini oluşturduğu kent devletlerinden (sitelerinden) beri toplumun tümünü eşit olarak özümseyen bir örgüt olarak gösterilmek istenmiştir. Ancak, devletin toplumsal özümleme yeteneği, insanlığın eriştiği uygarlık düzeyine uygun olarak gelişebilmiştir. Bu anlamıyla insan, devletleştiği oranda insanlaşmıştır.
Demokratik Cumhuriyet
Demokratik Cumhuriyet, toplumsal temsil yeteneğinin devlet yapısına taşıyan bir yönetim biçimidir. Devlet biçimlerinin, binlerce yıllık tarihine karşın demokratik cumhuriyetin 300 yıllık bir geçmişi bulunuyor. Kapitalizmin gelişimi ve aydınlanma çağının bir sonucu olarak feodalizme karşı savaşım içinde oluşan bu biçimin en özgün örneği, Fransız Devrimi’yle ortaya çıkmıştır.
Toplumsal gelişimin nesnel yasaları Avrupa’da, kentsoyluluğu (burjuvaziyi) devrimci bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkardığında, karanlık ortaçağ ve çözülen feodalizm varlığına son verecek bu yeni sınıfla tanışmış oldu. Feodal düzen içinde oluşan ve giderek güçlenen kentsoyluluk, elde ettiği tecimsel (ticari) ve akçalı olanakları ekonomik egemenliğe dönüştürerek bu alandaki etkinliğini toplumsal ve siyasal alana da taşıdı.
Kapitalist Uluslaşma
Batı Avrupa’da başlayan kapitalist uluslaşma, merkezi devlet örgütünün yetkinleşmesiyle birlikte gelişti. En belirgin örneği Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan tek ulus tek devlet, içerdiği demokratik yapılarla feodal devletten daha ileri bir yönetim biçimi oluşturdu.
Batı ülkelerinde, devlete dayanarak gerek kendisinin gerekse ülkesinin gelişip güçlenmesini sağlayan kentsoyluluk, 19.yüzyıl sonlarında ilerici ve üretken niteliğini yitirmeye başladı. Üretimin yerini rantiye kazancı ve denizaşırı pazar gelirleri aldı ve dünya, 20.yüzyılda çatışmalarla dolu yeni bir döneme, emperyalist döneme girdi.
Batılı ulus-devletler bu dönemde, ekonominin ve siyasi demokrasinin bağlı olduğu ve liberal geleneklere dayanan ilkelerden koparak, mali sermaye (finans-kapital) egemenliğinin belirleyici olduğu emperyalist devlet durumuna geldi. Bunlar, ulus-devletin gerilikten kurtulup kalkınma ve toplumsal ilerlemeyi sağlamada taşıdığı önemi bildiğinden; sömürge ve yarı sömürgelerin bu tür bir yapılanmaya gidememesi, yani devletleşememesi için elinden geleni yaptı. Bu tür girişimleri önlemek amacıyla her türlü yöntemi kullanarak etkin bir savaşım içine girdi. 20.yüzyıl tarihi bu savaşımın tarihi gibidir.
Batılı büyük devletler, yüzyılımızın ilk yarısında amaçlarında başarılı olamadı. İlki Türk Ulusal Devrimi olmak üzere birçok azgelişmiş ülke, bağımsızlıklarına gerçek anlamda kavuşarak ulus-devlet yapılarını kurdu ve hızlı bir gelişme içine girdi. Ancak, bunların önemli bir bölümü, 2.Dünya Savaşı sonrasının yeni düzen politikalarına kapılarak güçlükle elde ettiği ulusal bağımsızlığını ve bu bağımsızlığın dayanağı olan ulus-devlet işleyişini yitirdi.
Devlet Öncülüğünde Kalkınma
Devleti güçlü kılacak ekonomik ve akçalı (mali) olanaklar; özel şirket yatırımları, bunlardan alınan vergiler ve kamu yatırımlarıdır. Kamu yatırımlarının önceliği ve devletin öncülüğü olmadan kalkınabilmiş bir ülke henüz ortaya çıkmadı. Gelişmiş kapitalist ülkelerin sanayileşerek kalkınmaları, 15. ve 16.yüzyıldaki korumacılığa dayalı devletçilik (merkantilizm) üzerine kuruludur.
Ortaçağ ilişkilerinden kurtularak toplumsal ilerlemeyi sağlamanın tek yolu, devrimci bir anlayışla savaşım içine girmek ve bu savaşımı başarıya ulaştıracak bir örgüte sahip olmaktır. Bu örgüt ulus-devlettir.
Batı toplumlarını Ortaçağ’dan çıkarıp 20.yüzyıla taşıyan liberal kapitalizm dönemi devrimci bir süreçtir ve bu süreç içinde etkin rol alan kentsoyluluk ve onun öncülüğünde oluşturulan ulus-devletler, o dönemin devrimci sınıf ve örgütlerdir.
Azgelişmiş Ülkelerin Ulus-Devlet Gereksinimi
Azgelişmiş ülkeler, ulus-devlete en çok gereksinim duyan ülkelerdir. Büyük güçlerin, her yönden kendilerini sardığı bir ortam içindedirler. Ekonomik ve sosyal geriliğin baskısı altında, kendi kendine yetemez durumdadır. Sahip oldukları yoksul ve kalabalık nüfusun sorunlarını çözememekte, ulusal varlığını ayakta tutabilmenin güçlüğünü yaşamaktadır. Dış karışmalara, karşı yeterli direnci gösteremezler. Bütün bu olumsuz koşullardan kurtulabilmenin tek yolu, kendi gücüne dayanan merkezi ve güçlü bir ulusal devlete sahip olabilmektir. Emperyalist devletlerin, azgelişmiş ülkelerde ulusçuluğa ve devletçiliğe kararlı bir biçimde baskı uygulaması bundandır.
Ulus Devletlerin Yaşam Süreleri Doldu Mu
Ulus devletlerin yaşam süreleri doldu mu? İnsanlık, devletin olmadığı, üst düzeyde gelişmiş, sınıfsız ve savaşsız, sonsuz varsıllığın yaratıldığı, çalışmanın zorunluluk olmaktan çıkarak ilk yaşamsal gereksinim durumuna geldiği yeni bir dünya düzenine ulaştı mı? Yaşadığımız olaylar ve büyük devletlerin sürekli güçleniyor olması bunun böyle olmadığını gösteriyor. Sınırsız özgürlüğün yaşanacağı devletsiz toplumlar henüz insanlıktan çok uzak.
Toplumsal olguların, onu oluşturan koşullar yok olmadan ortadan kalkmayacağını, bugün herkes biliyor. Doğada ve toplumda, yaşam süresini doldurmuş olan olay ve olguların varlıklarını sürdürebilmesi olanaklı değil. Yaşam süresini doldurmamış olanların da yok olması olanaksız.
Devletin küçülüp yok olması, devletsiz toplumların yaratılması, istek ya da baskıyla gerçekleştirilebilecek türden işler değildir. 19.Yüzyılda devleti ortadan kaldıracaklarını söyleyen anarşistlerle, günümüzün küreselleşmecileri arasında düşünsel anlamda bir ayrım yok. Doğal ölüme kimsenin diyebileceği bir şey olamaz ancak cinayet en büyük suçtur. Bu nedenle, azgelişmiş ülkelerin daha çok genç olan ve belki de daha doğmamış olan ulus devlet yapılarını yok etme eylemi, insanlık tarihinin belki de en bağışlanmaz suçunu oluşturuyor.
Yaşamın Gerçeği
Azgelişmiş ülkelerde ulus devleti ortadan kaldırmak olanaklı mıdır? Sorunun yanıtı kuşkusuz olumsuzdur. Erken bir uygulama örneği olarak, Rusya’daki ‘sosyalist’ uygulamanın yaşatılması sağlanamamıştır. Bunun nedeni, sosyalist bir düzenin kurulması için nesnel koşulların olgunlaşmamış olmasıydı. Aynı yaklaşımla, nesnel olarak doğal yaşam süresini doldurmamış ulus devletleri ortadan kaldırma istem ve girişimi olumluluk içeremez. Toplum yaşamında ve doğada, ne olgunlaşmamış bir değişim yaratılabilir, ne de yaşam süresi dolmamış bir olgu yok edilebilir. Bu nedenle, doğal yaşamını tüketmemiş olan ulus devlet güç kullanarak dağılabilir ancak bu yöndeki toplumsal istenç (irade) yok edilemez.
Azgelişmiş ülkeler, devlet karşıtlığı karşısında henüz yeterince örgütlü değil ancak ulus-devlet istemi, büyük bir gizilgüç (potansiyel) oluşturmaktadır. Yaşamın karşı konmaz yasaları onlardan yana. Bu nedenle ölçülebilir boyutu ne olursa olsun herhangi bir gücün, onların yaşanmamış geleceklerini ellerinden alması olanaklı değil.
Ulus Devlet ve Uygarlık
Ulus-devlet düzeninin bugünkü bunalımı, gerçek bir uygarlık sorunudur. Bu sorunun yaratıcıları, kendilerini uygar olarak gören az sayıdaki büyük devlet ve şirket yöneticisidir. Milyonlarca insanın, kuralları ve sınırları önceden çizilmiş eşitsiz koşullarda ve gücün belirleyici olduğu bir ortamda yaşamaya zorunlu kılınması, bir insanlık dramıdır. Bu drama son vererek toplumsal gelişimi sürekli kılmak ise kuşkusuz, bir gelişmişlik ölçütüdür. Bu ölçütün en belirgin göstergesi, emperyalizme karşı savaşımda erişilen düzey ve ülke çıkarlarının korunmasında sağlanan başarıdır. Günümüzün uygar insanı devleti savunmak başta olmak üzere ulusal hakları için savaşım veren insandır.
20.yüzyılda etkili olan toplumcu düzenlerin acılı sonuçlarıyla çökmesi, uygarlık adına hiçbir birikim bırakmadığı anlamına gelmez. Bugün, ulus devlet düzeninin yavaş yavaş ya da ağır ağır bozulmasını bir karmaşa ortamı izlemektedir. Bu ortamın koşullarını hazırlayanlar, insanlığı karışık bir çatışmanın içine bir kez daha çekmektedir. Ancak, bu çatışma kendi içinden, yeni ve ileri toplumsal seçenekler çıkaracaktır. Çağdaşlaşmanın en yetersiz, ulus karşıtı uygulamaların en yoğun ve sınır çözülmelerinin en hızlı olduğu yörelerde bile, yeni bir kamusal düzenin dış çizgileri şimdiden ortaya çıkmaktadır.
1 “Global Paradoks” John Naisbitt Sabah Kitapları 1994 sf. 31
Metin AYDOĞAN, 19 Ekim 2014