ULUSAL ÖZGÜRLÜK VE ADALET PROGRAMI (II)
Bir ‘ulusal özgürlük ve adalet programı’nın uygulanabilmesinin ulusal ve uluslararası kimi engellerle karşılaşabileceğinden sözetmiştik.
Özde ‘ulusal’ ve ‘uluslararası’ koşullar, denildiği üzere, ülkeleri biribirlerine karşılıklı bağımlı kılmaktadırlar.
Günümüzde bu karşılıklı bağımlılık öylesine karmaşık bir biçime bürünmüştür ki, bu karamaşıklık ancak adım adım açıklanabilir.
Her şeyden önce, dünyamız, 1929 bunalımı gibi bir ‘Büyük Bunalım’ içinde bulunmaktadır.
Oysa, hergün ‘küreselleşmenin sonu’, ‘Avrupa Birliğinin dağılması’, Brexit, Frexit, ‘Avrasya Çağı’ gibi kısmen doğru ama ‘temellendirilmemiş’ savlar ileri sürülmekte, ama uygulanması düşünülen ‘program’lar salt düşünce düzeyini aşmamaktadır.
‘Teğet geçer’ ya da ‘bize dokunmaz’ gibi usdışı sözler bir yana koyulacak olursa, bunalımın tam bir ‘ekonomi politik’ disiplini konusu olduğu söylenebilir.
Sözkonusu olan gerçekte bir ‘sistem’ bunalımıdır.
Kapitalist-emperyalist sistemde 1° Sermayenin değerlemesi 2° Kâr oranlarının korunması ve 3° Genişletilmiş yeniden-üretimin sağlanması alanındaki açmazlarından doğan bir bunalım.
Bu üç ana başlık, a-para, b-kredi, c- borsa, d-banka, e-sanayi, f-enerji, g-ticaret, h-ulaşım, i- işgücü, k-araştırma-geliştirme, l-tüketim, m-eğitim ve n-iletişim gibi altbaşlıkları da belirlemekte ve onlar tarafından belirlenmektedir.
Matematikçilerin sevdiği biçimde ekonomi üzeri n formülü bile denilebilir.
Orada kalsa iyi; bu temel üzerinde yükselen I- Etik, II-Moral ve III- İdeolojik yapıları da etkilemektedir.
Tam da bu nedenle, bunalımın ‘sistemik bunalım’ olduğu ileri sürülmektedir.
Dikkat edilirse, ulusal para biriminin düşüp-kalkması, borsanın inip-çıkması, bankaların batması, tüketimin yozlaşması gibi konular herbiri bir başlarına ‘önemli’ konular olabilirler, ama hiçbiri ne sorunun kaynağı ve ne de çözümün anahtarını oluşturmamaktadırlar.
Amerika’dan bir Türk araştırmacının ileri sürdüğüne göre, okul öncesi eğitime yatırım yapılması, üretkenliği yedi kat artırmaktadır.
Türkiye özelinden örnek verilecek olursa, kendisini yirmi yılda amorti edecek ‘Dünyanın en büyük havaalanı’ yerine, okul öncesi eğitime, aynı oranda yatırım yapılması, aynı sürede yedi kat daha getiri sağlayacak demektir.
Hem de, ülke, ‘etik, moral ve ideolojik’ olarak çok daha sağlam bir yapıya kavuşturulmuş olacaktır.
Oysa Türkiye’de, düşünme yetisi kazanmayan ve ancak kalıplarla düşünebilen, giderek fanatik bir gençlik yetiştirilmesi için olağanüstü bir çaba harcanmaktadır.
Birkaç yıl sonra, bu gençliğin büyük bir bölümü ya kendisi dünyanın en uzun köprüsünden aşağı atlayacak ya da uzak-yakın demeden canı istediği kişiyi denize atacaktır..
Bir ikinci ayraç da, ‘Evrim Kuramı’ için açılabilir.
Deniyor ki, (Gayri)-Millî Eğitim Bakanı, öğretim programlarından ‘evrim kuramı’nı çıkarmak istemekteymiş.
O’na göre ‘Evrim’ diye bir şey yokmuş.
Haksız da sayılmaz; çünkü, zaten kendisi bıyıklarıyla, primatlardan pek farklı görünmemektedir..
Kaldı ki, içlerinde ‘iyi’si sayılabilecek olanlardan biri olduğu söylenmektedir.
Hele bunların ‘hukuk ve adalet’e bakanları, sözcüğün tam karşılığıyla ‘içler acısı’ bir konumdadırlar.
Konu konuyu açıyor; ama son bir örnek de, Hususî Genelkurmay başkanı için söylenebilir.
Selam verirken elini nereye koyacağını bulamadığı için, başına türban geçirerek o sorunu da çözmüş olmaktadır. [‘Rahatsızmış’; onun orada olması Türkiye için en büyük rahatsızlık aslında...]
Şu kısa, sıradan örnekler bile, Türkiye’de bir ‘ulusal özgürlük ve adalet programı’nın uygulanmasının ne denli zor olduğunu göstermeye yeter.
Ancak, biz örneğin Fransa gibi ‘gelişmiş bir ülke’de bile böylesi bir programın uygulanabirlik koşullarının zorluğuna değineceğiz.
Hatta denilebilir ki, somut ülke örneğinden çok, dünyanın içinde bulunduğu ‘Büyük Bunalım’ın kuramsal temellerini ortaya koymaya çalışacağız.
Bu bunalımın ikinci özelliği, ekonomilerin ‘uluslararasılaşması’ sonucu, dünyasal bir nitelik taşımasıdır.
Bu da, bunalımın ‘bulaşıcı’ olduğu anlamına gelmektedir.
O halde, bir ‘Ulusal özgürlük ve adalet programı’nın önündeki ikinci büyük engel, ülkelerin tek tek bunlımdan çıkmak zorluğudur denilebilir.
Ne var ki, ‘dünyasal’ olmak aynı zamanda ‘global’ olmak anlamına gelmeyebilir.
Bunalımın ‘bulaşıcı’ olması başka, bunalımdan çıkış için tek tek ülkelerin çabalarının yetip yetmeyeceği başka şeylerdir.
Örneğin, ‘terör ve fanatizm’ de bulaşıcıdır; ancak terörün altedilmesi için uluslararası bir ‘dayanışma’ gerekmektedir.
Tam da bu nedenle, bunalımdan çıkış için ‘yeterli büyüklükte bir alan’, ‘coğrafi bölge’, ‘stratejik işbirliği çevresi’ gibi terimler ileri sürülmektedir.
Demek ki, bunalım kendisi olduğu gibi, bunalımdan çıkış da bir ‘globallik’ niteliği taşımaktadır.
Bu üç özellik ise, içinde bulunduğumuz bunalımın ‘eski’ye gönderme yapılarak aşılamayacağının göstergesidir.
Kuşkusuz, ‘ulusal özellikler’ ve ‘ulusal deneyimler’in önemi yadsınacak değildir.
Hatta, her önlemin ‘ulusal’ bir nitelik taşıması da beklenir.
Kaldı ki, programın adı bir ‘Ulusal’dır.
Ancak ve ne var ki, her terim ve kavramın olduğu gibi, ‘ulusallık’ kavramının da ‘güncel’ ve hatta ‘çağdaş’ bir tanımlanmasına gereksinim vardır.
Ne 19. Yüzyıl sonu, ne 20. Yüzyılın başı ve ne de İkinci Dünya Savaşı sonu ‘Milliyetçilik’leri yetmeyebilir.
‘Esin Kaynağı’ ikiyüzyıl öncesine dayansa da, sözkonusu ‘program’ın 21. Yüzyılı ‘kavrayacak’ ve ‘kapsayacak’ bir boyutta düşünülmesi gerekmektedir.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem