ULUSAL ÖZGÜRLÜK VE ADALET PROGRAMI (III)
Büyük bunalımın açmazları
Krizler ve bunalımlar arasındaki farka dikkat çekerken, Büyük Bunalım (2008) döneminde triliyon dolarların ‘buharlaştığı’ndan sözetmiştik.
Bizde ‘şişman zayıflayıncaya kadar zayıfın canı çıkar’ gibi bir söz vardır.
Bu ‘balon’ katriliyon dolarlar, kuşkusuz ne yoksul ülkelerin ve ne de yoksul kesimlerin cebinden çıkmadı.
Çünkü, bugün dünyada 2 milyar insan, hâlâ günde iki dolar, yani günde 7-8 Tl’ye geçinmek zorundadır; ayda 200-250 Tl demektir.
Dünya üzerinde yaşayan her dört kişiden biri de denilebilir.
Oysa dünya genelinde üretilen zenginliklerin % 80’i, 737 uluslararası şirkete ait olup onun yarıya yakın bir kesimi de 147 Uluslarüstü Şirkete sahip olan 50 ana şirkete ait bulunmaktadır.
Demek ki, herhangi bir ‘Ulusal özgürlük ve adalet programı’nın ilk hedefleri arasında; dünyanın ilk 43 060 şirketi arasına girecek ‘şirketleri’ desteklemek değil, ama Türkiye’de 80 milyon yurttaşa, ayırım gözetmeksizin ve kişi başına günlük 150 Tl düşecek biçimde mal ve hizmet üretecek bir ‘program’ yapmak gelmektedir.
Hem ‘ulusal’ ve hem de ‘adil’ olmanın başka bir yolu da yoktur.
Burada, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi ülkelerde böylesi bir programın uygulanma güçlükleri ile İskoçya, Kuzey Kıbrıs, Kebek, Kuzey Irak ve benzeri ‘bölge’lerdeki uygulanma güçlüklerinin ne ‘nitelik farkı’ ve ne de ayrıntısına girecek değiliz.
Ancak Türkiye boyutunda ve ‘Devlet-ulus olgunluğu’na erişmiş ülkelerde, ‘üretim’ denildiği zaman bunun ‘mal’ ve ‘hizmet’ olarak iki ana kategoride ele alınmasının gereğine dikkat edilmesi gerekmektedir.
Çünkü bu tür ‘ekonomi’lerde a-banka, b-sigorta, c-turizm, d-lokantacılık, e-otelcilik, ve f-memurluk ve yöneticlik vb gibi ‘üçüncü sektör’ denilen ‘hizmet sektörü’ ekonomik etkinliklerin % 70’ine ulaşmış bulunmaktadır.
Demek ki, ‘üretim ekonomisi’ denildiğinde bunun 3/4'ünün ‘maddi üretim’le doğrudan bir ilişiği bulunmamaktadır.
İşsizliği azaltmak için, Türkiye’de 3 milyon insana ek ‘memuriyet’ görevi verilse, bir kg kuru soğan üretilemeyecek demektir.
Şimdi kapitalist bir ekonominin işleyişinde geçen yüzyıldan farklı olarak nasıl bir gelişme yaşandığına yakından bakılabilir.
Kapitalizmin rekabetçi (XIX.yy) ve tekelci (XX.yy) dönemlerinde, para-sermaye (P), alet-edavat ve işgücüne yatırılarak üretken-sermaye (S)’ye dönüşüp üretim sürecinde bir ürün (Ü) ve artı-değer (S’) yarattığında, bu
P ˃ S ˃ Ü ˃ S’ = [P + (Kâr, faiz ve rant)] formülü ile gösterilebilir idi.
Burada S ˃ S’ sermayenin değerlemesi sürecidir.
Üretilen ürünler satılarak, yatırılan sermayeye ek olarak kâr, faiz ve rant da elde dilmiş olmaktadır.
Oysa, günümüzde (XXI.yy), sıcak para girdi, borsa yükseldi denildiğinde bile para-sermaye P, tüketim için kredi (K) olarak kullanılıp faizini aldıktan sonra P’ gibi ‘büyüme’ sağlasa da, ürünle (Ü) ve dolayısıyla ‘üretim’le herhangi bir ilişiği olmamaktadır:
P ˃ K ˃ P’ = [ P + (faiz) ]
Yabancı sermaye, faiz oranları düşük olduğu için, kendi ülkesindeki bankaya yatırılmak yerine, uzun dönemli de olsa, getirisi sağlam kazığa bağlanmış, İstanbul’da dünyanın en büyük havaalanına kredi olarak gelecektir (1).
Bu havaalanına, Türk mermeri döşeyip, gelip geçen yolculara mermerimizin ne kadar parlak olduğunu ileri süren parlak zekâlılarımız da olmayacak değildir.
‘Boş durmaktansa boş iş yapalım’ diyen politikacılarımız da olacaktır.
Karşı çıkanları ‘gelişme karşıtları’ gibi gösteren komprador-komisyoncular da..
Ancak dünya üzerinde kaç tane İstanbul vardır ve kaç tane çılgın komprador-komisyoncunun Devlet’e çöreklendiği anti-demokratik ülke?
İşte, ‘Büyük Bunalım’ tam da bu nedenle aşılamamakta ve bunalım sürdüğü sürece ülke yöneticilerini de, ‘akıl dışı’, ‘ekonomi dışı’ ve giderek ‘insanlık dışı’ tutumlara yönelmek zorunda bırakmaktadır.
Burada Türkiye ‘uç örnek’ gibi görülebilir.
Ne var ki, bu eğilim dünya genelinde vardır.
Çünkü, yukarıda değinildiği üzere, bu bunalım, sistemik olduğu kadar hem dünyasaldır (mondial) ve hem de küresel (global).
Türkiye’nin ‘uç örnek’ olması ise, yöneticilerin biraz daha ‘uçuk’ olmalarından kaynaklanmaktadır, o kadar..
Kandırılmaya yatkın da denilebilir.
Ancak, yöneticilerin dışında kalanlar için, doğrusu bir değerlendirme yapmak çok daha zordur.
Demek ki, diyesi geliyor insanın, ay tutulması, güneş tutulması gibi, ülkelerin de bir ‘akıl tutulması’ dönemi olabiliyormuş.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(1)Sözkonusu havaalanının 7 milyar $’la 22 milyar $ arasında, ama bittiği zaman gerçekte ‘bilmem kaç’ milyar $’a malolacağı bilinmemekte ise de yüz milyar Tl’den az olmayacağı tahmin edilebilir (20x5=100). Oysa, 100 milyar Tl’ye ortalama 50 000 tl fiyatı üzerinden 2 milyon adet traktör alınabilirdi. Denilebilir ki, o güne değin 2 000 000 köylü mü kalacak; hepsi havaalanında uçağa binmek için sırada bekleyeceklerdir...