Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

Tarihçi - Yazar

Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Cmt Tem 17, 2010 3:30


Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar


-”Karşı devrimin ideologlarından biri de Said-i Nursi’dir. Atatürk’e açıkça düşman olduğunu “deccal, sufyan” diyerek ifade ediyor.”

-”Atatürk eğer din düşmanı olsaydı yanında hiç özel hafızı olur muydu?”

-”Atatürk’ün sosyalizmi ilan etmemiş olması onun sol düşünceyle kavgalı olduğunu göstermez.”

-“Mehmet Akif’in Atatürk ile bir problemi olsaydı, İstiklal Marşı’nı yazmazdı”

-”Ulusalcı-Kemalist aydınların çoğu “Ergenekoncu” damgasıyla içeri atıldı.




SON DÖNEMLERİN EN ÇOK KONUŞULAN İSİMLERİNDEN GENÇ TARİHÇİ YAZAR SİNAN MEYDAN’DAN BİRBİRİNDEN ÇARPICI BİLGİLER…



“Sarı paşam, Kayıp Kıta Mu, Atatürk ile Allah Arasında, Nutuk’un Deşifresi, Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları ” gibi pek çok eserin sahibi Sinan Meydan, son zamanlarda İlk Kurşun’da yazıyor. Yazar, kitapları yanı sıra makaleleriyle de dikkat çekiyor. Tarihçi kimliğinden bahsederken “İdeolojimizi, yaşama bakış açımızı belirleyen tarihtir” diyen genç yazara, Kemalizm’i ve devrim tarihi eğitimiyle ilgili merak ettiklerimizi sorduk.



Söyleşi ve Fotoğraflar: Hatice Deniz (MİHA)



H.D:-Mustafa Kemal ile karşı devrim ilk kez ne zaman yüz yüze geldi?



Karşı devrim dediğimiz zaman, Atatürk’ün yaptığı devrimleri ortadan kaldırmak için gerçekleşecek olan hareketler akla gelir. Kurtuluş Savaşı sırasında da bir karşı devrim hareketi vardı. Türkiye’de genelde bu ayrım yapılmaz. Kurtuluş Savaşı baştan sona incelendiğinde, Sadece “ikinci grup” diye adı geçenler değil, TBMM açıldığında bile orada karşıt bir grup söz konusuydu.

Birinci mecliste Atatürk’ün yapmak istediği aydınlanmacı harekete karşı müthiş bir direnç vardı. Atatürk’ün bazı silah arkadaşları da bu direnç içindeydi. Bu nedenle Atatürk Birinci Meclis’te çağdaş devrimden neredeyse hiç söz etmemiştir. Daha Atatürk devrimi gerçekleşmeden, bir karşı devrim süreci başladı diyebiliriz. Atatürk’ün devrimci yaklaşımını silah arkadaşlarında göremeyiz, zaten onu diğerlerinden farklı kılan da budur. Onun silah arkadaşları “Osmanlı reformcusu” yaklaşımındaydılar.

Atatürk’ün radikal bir devrimci kimliğinde olması asıl anlaşmazlığı başlatıyor. Bu işin siyasi boyutu ama bir de kişisel boyutu var. Onu doğru anlayamamak, kişisel kıskançlıklar ve geri plana atılmanın kırgınlıkları işin kişisel boyutu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucularına baktığımızda Mustafa Kemal’in bazı silah arkadaşlarını görürüz. Savundukları düşüncelere baktığımızda Mustafa Kemal’e ciddi anlamda ters düşen ilkeler söz konusudur.


Kurtuluş Savaşı sırasında, ciddi fikir ayrılıklarından doğan eylemler nedeniyle karşı devrim izleri görmek mümkün, ama asıl karşı devrim 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümüyle başlar. İsmet İnönü’nün üçlü anlaşmaları imzalama dönemidir bu dönem. Demokrat Parti dönemine gelindiğindeyse Cumhuriyet ve Atatürk devriminden geri dönüş amaçlanır. Karşı devrim Türkiye’yle; tam bağımsızlıktan, laiklikten, kültür politikalarından taviz verildiğinde yüz yüze geldi.


Karşı devrimin taktiği de devrimin önderine saldırmaktır. Bir insanı neresinden vurursan en kolay biçimde ölür? Kesin çözüm kalbinden ya da beyninden vurmaktır. Bu yüzden devrimi ortadan kaldırmak için devrimci hedeflenir. Yalanla dolanla iftiralarla devrimciye saldırılır.



“Yunan işgalini önleyen Denizli müftüsü Ahmet Hulusi’yi kimse bilmez, ama Said-i Nursi’yi tanıyorlar”



H.D:-Karşı devrimin Mustafa Kemal karşısındaki en acımasız yüzleri kimlerdi?



Karşı devrimin fikir babası Mevlanzade Rıfat’tır. Kurtuluş Savaşı’nı ve Mustafa Kemal’i eleştirinin ötesinde aşağılayan yaklaşımları var. Kurtuluş Savaşı’nı Vahdettin’in başlattığını iddia eder.

Milli mücadeleyi Vahdetin’in başlattığını iddia eden Mustafa Armağan zihniyetinin tezleri, Mevlanzade Rıfat’a dayanır. Mustafa Kemal ile aralarında bir mahkeme süreci var. Gazeteci olan Mevlanzade Rıfat 1918’de orduya hakaret edince Atatürk de hakaretlerine mektupla cevap verir.

Mevlanzade Rıfat da hakaret davası açar. Vahdettin ile sıkı ilişkiler içerisinde olan gazeteci, Vahdettin yurt dışına kaçtıktan sonra soluğu onun yanında alıyor. Zaten adı “Yüzellilikler Listesi”ndedir. Mustafa Kemal’e saldıran ilk kitap onundur.


Arkasından Dr. Rıza Nur gelir. Rıza Nur’un, Atatürk’ün doktoru olduğu da diğer iddiaları gibi büyük bir yalandır. İstanbul Hükümeti yerine Ankara Hükümeti’ni desteklemiş olan, Lozan’daki temsil heyetinin içinde bulunan Rıza Nur, akli dengesini yitirmeye başladığı dönemlerde yazdığı “Hayat ve Hatıratım” adlı eserinde çelişkilerle dolu ifadelerle Atatürk’e saldırdı. Ruh doktorları bu kitabı incelediklerinde Rıza Nur’un birçok psikolojik rahatsızlığı olduğunu tespit etmişlerdir. Türkiye’de Atatürk düşmanı kitapların temel kaynağı Rıza Nur’dur.

Karşı devrimin ideologlarından biri de Said-i Nursi’dir. Atatürk’e açıkça düşman olduğunu “deccal, sufyan” diyerek ifade ediyor. Atatürk ve İsmet Paşa döneminde kontrol altında tutulmuş. Demokrat Parti dönemindeyse Adnan Menderes’in mitinglerine katılmış. İnsanlar onun risalelerini okudukça Atatürk’ü din düşmanı olarak görüyorlar. Ölümünün, doğumunun yıl dönümlerini haber veren kocaman reklam panoları görüyorum. Ne yazık ki Yunan işgalini önleyen Denizli müftüsü Ahmet Hulusi’yi kimse tanımaz ama Said-i Nursi’yi bilirler.


Üzülerek söylemeliyim ki, Kazım Karabekir de “İstiklal Harbimiz” adlı kitabında Atatürk’ün nutkuna cevap vermek amacıyla bazı gerçekleri çarpıtmaktan çekinmedi. “Kurtuluş Savaşı’nı ben başlattım, Mustafa Kemal istemiyordu…” gibisinden çocukça bir tutum sahibiydi.


H:D: Karşı devrimin dünden bugüne geldiği nokta nedir?


“Kısmi karşı devrim” olsa bile tam anlamıyla bir karşı devrim gerçekleşemedi. Evet, Atatürk’ten sonra tam bağımsızlıktan taviz verildi, dil ve tarih tezleri yok edildi, karma ekonomi politikası değiştirildi, laiklik yara aldı… Aslında Atatürk’ün ortaya koyduğu pek çok şey yok edilmeye çalışıldı ama karşı devrimin başarıya ulaşmış olması, sistemin her şeyiyle yeniden eski haline dönmesiyle gerçekleşir.

Örneğin Latin harflerinin kaldırılıp Arap harflerine geçilmesi, hilafetin geri gelmesi gerekir. Ama henüz bu gerçekleşmedi. Gerçekleşmeme sebebi de 1920’de Atatürk ve o dönemin devrimci kadrosu tarafından atılan temellerin çok sağlam olması.

“Atatürk’ün sosyalizmi ilan etmemiş olması onun sol düşünceyle kavgalı olduğunu göstermez”


H.D: “Yobaz-Marksist kol kola, Kemalizm tarihin çöplüğüne,” adlı bir makaleniz var. Marksizm’i ve irticayı aynı kefede mi tartıyorsunuz?


Türkiye’de karşı devrimin iki kolu var. Biri dinin arkasına saklanarak siyasette boy gösterenler, diğeri Marksizmi istismar ederek Atatürk karşıtı propaganda yapanlar…

Geçmişten bu yana İslam’dan çıkar sağlayanlar, İslamcılık adı altında yobazlık yapanlar söz konusu. Dindar ve dinci kavramları birbirinden farklıdır. Dini kullananlara, Türkiye’nin çağdaşlaşmasına karşı olanlara “yobaz” diyoruz. Atatürk’ün gerçek dindarlarla bir problemi olmamıştır. Atatürk gerçek din adamlarını el üstünde tutarken sahte dindarlarla savaşmıştır. Zaten tekke ve zaviyelerin kapatılmasının arkasında da bu vardır.

Rıfat Börekçi Atatürk’ün dostudur. Atatürk eğer din düşmanı olsaydı yanında hiç özel hafızı olur muydu? Yaşar Okur onun hafızıydı. Dini siyasal alana taşıyıp çıkar elde etmeye çalışan ve nedense çoğunun birileriyle işbirliği içinde olduğu ortaya çıkan din adamlarının Atatürk’ü hedef alması tesadüf değil. Bugünkü dini kullananların da Atatürk’ten nefret etmesi doğal, çünkü Atatürk, onların geçmişini ve kaynaklarını yok etmiş, etkisiz hale getirmiştir. Bir anlamda intikam alıyorlar.



Marksistlere baktığınızda Türkiye’de henüz kökleşmemiş olan sol düşüncenin sancılarını görürüz. Açık yüreklilikle söylemek gerekirse bizim solcularımız genel anlamda Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk’ü anlayamadılar. Lenin’in ifade ettiği gibi ona “küçük burjuva” dediler. Çoğu Kemalizmi ırkçılık, faşizm, kapitalizm olarak niteledi. Atatürk’ün sosyalizmi ilan etmemiş olması onun sol düşünceyle kavgalı olduğunu göstermez.

Bir zamanlar Marksist düşünceyi savunanların çoğu Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşı’na mesafeli durdu. Geçirdikleri dönüşüm sonrasında Kürt milliyetçisi olan Marksistler de var bu ülkede. Solun kendi içinde kavgaları var ama Kemalizmi idrak eden ve doğru anlayan, anlatan çok büyük Marksist-sol gruplar da söz konusu. Atatürk, Marksizmden uzak değil! Burjuva milliyetçiliği içerisinde de tanımlanamaz, çünkü burjuva değil. Düşük gelirli bir aileden geliyor, bir soy bağları, saray ilişkileri ya da zenginlikleri yok.

Devlet okulunda ve askeriyede eğitim almış. Onun yaşadığı hayatın şartları burjuva şartlarından çok farklı. Başında bulunduğu hareket de bir halk hareketiydi. Verdiği savaşı halkla birlikte verdi.


H.D: Bugüne dek karşı devrimle ilintili olan ne gibi işler yapıldı ?



12 Eylül döneminde özerk yapıları olan tarih ve dil kurumları devletleştirildi. Bu kurumları devlete bağlamak bağımsız çalışmalarını engellemek demektir. Atatürk’ün tarih tezi bu dönemde yok edildi. Bu süreç, Amerika’nın isteği doğrultusunda Türk-İslam sentezi yerleştirildiği bir dönemdi. Bunların dışında özelleştirmeyle satılan kurumlar da cabası. Türkiye’nin kendi öz kaynaklarıyla kurulan fabrikaları kapatıldı.

Atatürk, devletin özellikle kendi kaynaklarıyla ürettiği sanayi ve kurumların yapılanmasını istiyordu. Bunun yetmediği yerlerde özelleştirme devreye girebilirdi. Şimdi kurumlar üzerinden dönen ticarette “yeterlilik” aranmıyor. Hükümet, babasının malı gibi devletin kurumlarını satabiliyor.




“Mehmet Akif’in Atatürk ile bir problemi olsaydı, İstiklal Marşı’nı yazmazdı”


H.D: Atatürk’ün düşünsel yaşamını anlatan “Atatürk İle Allah Arasında” adlı eserinizin ortaya çıkmasına sebep olan ihtiyaçlar nelerdir?


Karşı devrimci isimlere cevaben yazıldı. Atatürk dinsiz değil, din dahi her şeyi eleştirebilen biriydi. Din eleştirisi yapmak dinsizlik değildir. Atatürk de zaman zaman din eleştirileri yapmıştır. Yani Atatürk’ün inancı, atadan dededen gelen, genel kabullere dayalı sorgusuz sualsiz biat etmeye dayalı bir inanç değil, bilerek anlayarak, gerektiğinde eleştirerek, “akla” dayanan bir inançtır. Bu nedenle sıradan, mütedeyyin bir insanın inancıyla Atatürk’ün inancı arasında bazı ciddi farklar vardır.


Halkın dinini doğru öğrenmesi için, kutsal kitabını kendileri okuyabilsin ve anlayabilsin diye Mehmet Akif’ten Kuran’ın tefsirini istemiştir. Mehmet Akif hata yapma endişesinden dolayı tefsir çalışmasına başlamışken yarıda kesmiştir, çünkü kendisi bir ilahiyatçı değildir. Yani, Akif yaptığı tefsir ve tercümeye güvenemediği için bu işten vazgeçmiştir. Mehmet Akif üzerinden Atatürk’e yapılan suçlamalar asılsızdır. Eğer Atatürk’le, Milli Mücadele ile bir problemi olsaydı İstiklal Marşı’nı yazmazdı.

Akif’in 1925’te Mısır’a gitmesinin nedeni “Cumhuriyet Tarihi yalancılarının” dediği gibi şapka devrimine duyduğu tepki değil, Mısır Hıdivi’nin davetlisi olarak çalışmalarına orada daha rahat devam edeceğini düşünmesidir. Akif daha önce de Mısır’a gitmiştir.




H.D: Türk basınının ulusalcı ve Kemalist aydınlara yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?



Türk basınının büyük çoğunluğu Kemalist-ulusalcı aydınları topluma unutturmayı, yok saymayı amaçlıyor. Bu ulusalcı-kemalist aydınların çoğu “Ergenekoncu” damgasıyla içeri atıldı. Dışarıda kalan bizlere ise yokmuşuz gibi davranıyorlar. Basın, Kemalistler ya da sosyalistler yerine; ikinci cumhuriyetçileri, hükümet taraftarlarını konuşturmayı tercih ediyor. Burada amaç ticari bir çıkarsa ikinci cumhuriyetçiler, liboşlar daha fazla para ediyor. Belli kanallarda görüşlerimizi dile getiriyoruz. Ama bunun geçici bir dönem olduğunu düşünüyorum. Çünkü sürekli üretiyoruz.



Atatürk hakkında basına ve tarihe yansıyanlar sıradan bir kimliğe bürünmeye başladı.

Bu sürecin iç ve dış bağlantıları var. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ulus devleti yıkmayı amaçlıyor. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet ve bu ulus devletin kurucusu olan Atatürk’ü bu proje kapsamında sıradanlaştırıyorlar.

Dehasını ortadan kaldırmak için Atatürk’ün özel hayatına saldırıp onu magazinleştiriyorlar. “Atatürk’ün insani özelliklerini ortaya koyuyoruz” sözüyle başlayıp biten şeyler, onu sıradanlaşmaya yönelik eylemler oluyor hep. Bunlara gerek yok. Zaten Kemalistler Atatürk’ün bir melek, bir peygamber, bir ilahi kudret olmadığını, onun da insan olduğunu kabul ediyorlar. Mesele şu ki; ulus devleti yıkmak için önce Atatürk’ü yıkmak gerekir.



H.D: Prof. Dr. Cezmi Erarslan, Prof. Dr. Ali Arslan gibi size göre karşıt görüşlere sahip hocalardan eğitim aldınız. Bu durum size neler kazandırdı?



Karşıt düşünceyi öğrenmek sizin düşüncenizi savunmanızı kolaylaştırıyor.

Mustafa Kemal’siz bir devrim tarihi oluşturulmaya çalışılıyor. Bu mümkün mü?


Birileri “resmi tarih yalan söylüyor” diyerek tarihi yeniden yazmaya çalışıyor. Bir bakıyorsunuz Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Vahdettin oluyor. Hasan Tahsin’in hain olduğu iddia ediliyor. Bir bakıyorsunuz en vatansever aydınlar Ali Kemal, Sait Molla oluyor. Mustafa Kemal ve arkadaşları hain sayılıyor. Saçma sapan bir tarih yazılıyor ve Atatürk etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor.

Hepsi BOP kapsamında yerleştirilmeye çalışılan yeni ve bozuk bir zihniyetin ürünü. Atatürk’ü yok etmek için Atatürksüz bir Türkiye tarihi yazmak lazım. Birçok üniversitede bu uygulama var. Mümkün olsa “Türkiye Cumhuriyeti kendi kendine kuruldu” diyecekler. Bu anlayışa hizmet eden tarihçiler olduğu gibi bu süreçteki karşı devrimcilerle savaşan akademisyenler, tarihçiler de var.




H.D: Atatürk ve Devrim Tarihi konusunda verilen eğitimi doğru buluyor musunuz?

12 Eylül’ü yapanlar “devrim” kelimesinden nefret edip “inkılap” sözcüğünü getirdiler. Bu olay bile aslında o darbenin iç yüzünü gösteriyor. Arkasından da, bıktıran bir tarih eğitimi sisteme girdi. Gerçi bu da 12 Eylül’de getirilen sistemin kendi bilinçli politikasıydı. Yoksa başka türlü nasıl halk cahil bırakılıp istenilenler empoze edilebilirdi ki?

1949’da Amerika ile kurulan eğitim komisyonundan sonra tarih kitapları Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanmaya başlandı. O kitaplardaki Atatürkçülük; Attila İlhan’ın “slogan Atatürkçülüğü, gardırop Atatürkçülüğü” diye tabir ettiği Atatürkçülüktür. Bu aslında psikolojik bir yıldırma politikası. Felsefi boyutu olmayan tekrarlar bıkkınlık yarattı. Bu yüzden, verilen devrim tarihi eğitimine güvenmiyorum.



Yazar: Sinan MEYDAN Röportajı / 15/07/2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Cmt Tem 17, 2010 3:53


ATATÜRK'Ü KİM SEVMEZ

Gazi Mustafa Kemal, Osmanlı Cihan Devletinin son dönemde yaşadığı tüm sosyal, siyasi, askeri olayların içinde yer almış Trablusgarp Savaşından başlayarak, Balkan Savaşlarında, 1. Dünya Savaşı’nın değişik cephelerinde, Kurtuluş Savaşının her aşamasında, 1., 2. İnönü Muharebeleri, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri, Sakarya ve Türk milletinin kaderini sırtlama cesaret ve kararlılığını ifade eden; ordu Sakarya’nın doğusuna çekilmişken tüm yetkileri üzerine alarak kazandığı zafer, Büyük Taarruz, Başkomutanlık Meydan Muharebelerini kazanılmasında önemli sorumluluklar almış ve liderlik yapmıştır.

Türk milletinin Müslümanların ve ezilen milletlerin onurunu istiklalini kazandırmıştır. Gayrı Müslim ve Gayrı Türk unsurların isyanı ile sona eren Osmanlıcılık, Arap ve diğer Müslümanların isyanı ile sona eren İslamcılık(Müslümanları bir arada tutma fikri) akımı neticesinde ortada kalan bir avuç Türk ile emperyalizme karşı; İngiliz Fransız, İtalyan, Yunan, Ermeni, Rus, Amerika’ya karşı Milli Mücadele vermiş Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur. Ardından millete Çağdaş Muhassır Medeniyet seviyesinin üzerine çıkma ülküsünü bu millete göstererek her alanda büyük çalışma ve gelişme içerisine girmiştir. Bir yandan Osmanlıdan kalma borçlar ödenirken, içerde yenileşme hareketleri yapılıyor, öte yandan Osmanlı coğrafyası üzerinde yeni birliktelikler kurarak bölgede siyasi ağırlığını yeniden ihdas ediyordu. Bu mücadeleleri yaparken sömürgeciler, bölücüler, işbirlikçilerle, mandacılarla çetin mücadeleler yaşadı pes etmedi ve milletimizi ve devletimizi bugünkü durumuna ulaştırdı .

Atatürk’ten yani 1920’den önce bugünkü Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar 25,5 milyon mil2 (milkare) idi. 1923’te bu rakam 12,7 milyon milkareye, yani yarısına düştü. İslam dünyası ise 1920 de 1,8 milyon milkare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1923’te İslam Dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon milkareye yükselmiştir. İşte 1923’ten itibaren süren mücadeleyi kimin kazandığı bu rakamlarla ortadadır. Avrupalıların, Amerikalıların Atatürk’ü sevmemeleri anlaşılır. Milli bir devlet kurması sebebi ile bölücü Kürtçülerin ve düşmanı olduğu komünistlerin de kendisini sevmemesi anlaşılır, ABD ve AB mandacıları da. Ama bazı sözde muhafazakar ve milliyetçi partiler ve cemaatlerin dini söylemlerle Atatürk’e düşmanlık yapması ya da sevmemesi anlaşılır gibi değildir.

Acaba Atatürk ne yaptı da böylesine hedef oldu ?

Tekrar tekrar söyleyeceğim;

Türk İstiklal Savaşının başarıya ulaşmasını sağlayaca planlamayı yaptı ve muvaffak oldu.
Osmanlı cihan devletini oluşturan asli unsur Türklerin ve diğer etnik unsurların yok edilmesini ve soykırımını engelledi.

İslam'ı sadece Mekke ve Medine ye hapsedecek makro operasyonu çökertti.
İngilizlerin, onlara uşaklık yapan Yunanlıların, Fransızların ve İtalyanların Osmanlı’yı yani Türkleri ve İslam'ı yok etme ve Anadolu’ya yerleşme planlarını iptal etti.Batıyı kendi silahları ile kendi yöntemleri ile vurabileceklerini sömürülen ülkelere ortaya koydu.

Yok olmaktan nasıl kurtulunulacağını uygulamalı olarak gösterdi.
Gerçek İslam'ın (İngiliz ve Siyon eli değmemiş İslam'ın) nasıl bir güç olduğunu somut olarak ortaya koydu. Kısacası, emperyalizmi yenilgiye uğratarak dünyaya örnek oldu.

Birde dini söylemlerle Atatürk’ü eleştirenler !

Atatürk ülke ile din savunması için, yaşamının en değerli yıllarını savaşlarda geçirmiş, çok büyük zorluklara katlanmış, İslam’a ve Müslüman ulusuna inanç ve bağlılığın göstergesi olarak düşmanlarla çetin savaşlara girerek çok büyük zaferler kazanmıştır. Bunlar Atatürk’ün ne denli büyük bir Türk ve Müslüman oluşunun en büyük kanıtlarıdır. Çünkü Atatürk’ün o savaşlarla zaferleri bizim bu gün özgür, bağımsız, onurlu bir milli devlet olarak var olmamızı sağlayan en önemli etkendir. Atatürk ile onun zaferleri olmasaydı, bizim bugün Türk ve Müslüman olarak yaşamamız belki de mümkün olmayacaktı.

Biz Türkler bin yılı aşkın bir zamandan beri Müslüman olmamıza karşın dinimizin kutsal kitabımızı tam manasıyla anlayamazdık. Yalnızca imamların bir bölümü, o da Arapça bilenleri anlardı. Türk ulusu Arapçasını dinleyip okurdu ama hayata dair Kur’an-ı Kerim’den hiçbir şey anlamazdı. Atatürk, Türk ulusu İslam’ı öğrensin diye kendi cebinden parasını vererek, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çeviri ve açıklamasını 9 cilt olarak yaptırdı. Hazırlanan yapıtın Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılmasını isteyerek topluma ücretsiz olarak dağıtılmasını sağladı.

Atatürk,yine ulusumuz dinini anlayıp öğrensin diye Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerini Türkçe’ye çevirtti. Peygamberimizinmiş(s.a.v.) gibi gösterilen ama Kur’an-ı Kerim’le çelişen uydurma sözler ayıklandı. Bu çalışmaların sonucu ortaya çıkan yapıtlar yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılarak, Atatürk’ün isteği üzerine, topluma ücretsiz olarak dağıtıldı. O güne dek böyle bir hadis çevirisi yapılmamıştı.

Bugün camilerimizde, cuma günleri okunan hutbeler, Atatürk’ten önce Arapça‘ydı. Türkçe konuşan ve Arapça bilmeyen Türk ulusuna Arapça hutbe okunup öğüt veriliyordu. Hiç kimse de hiçbir şey anlamıyordu. İşte, Atatürk buna bir son vererek hutbelerin öğüt kısmının Türkçe olmasını sağladı. Bugün ulusumuz camilerde Türkçe hutbe dinleyerek, dinini öğrenip öğüt almaktadır.

Atatürk, laiklik ilkesiyle din ile siyaseti birbirinden ayırdı. Böylece dini, bir siyaset ve çıkar sağlama aracı olmaktan kurtardı. Bugün biz dini siyasete araç yaparak, kendi gibi düşünmeyenleri kafir sayanları gördükçe, Atatürk’ün ne denli doğru yaptığını daha iyi anlayabiliyoruz. Dinle siyaset birbirinden ayrılmasaydı, dünyadaki örnekleri gibi, topluluklar birbirleriyle cihat yaparlardı.

Türk ulusunun dinsel gereksinimlerini sağlıklı biçimde karşılayabilmesi amacıyla ilahiyat fakültesini açan Atatürk’tür. Atatürk döneminde öğrenci alım sayısının ülkenin nitelikli din adamı gereksinimini karşılayacak sayıda tutulduğunu görüyoruz.

Özetle, bütün bunlar Atatürk’ün İslam’a ve Müslümanlara yapmış olduğu hizmetlerin yalnızca bazılarıdır. Atatürk, İslam’a kesinlikle düşman değildir. Atatürk hurafecilikle savaşmıştır. O’nu İslam düşmanıymış gibi göstermeye çalışanlar da bunu bilir. Ama ülkemizde hurafecilik sürdükçe bu iğrenç iftiralar da sürecektir. Hurafecilik, en başta, yüce dinimize en büyük zararları vermektedir.

Evet Atatürk bir mücadele adamı, bir fani idi öldü ama onun ;”Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözü ile ortaya koyduğu hedef sözde şahsı ile uğraşılarak yaralanmak hatta zaafa uğratılmak isteniyor. Hedef Türk devleti ve Türk milletidir.

Şimdi gelelim olağan üstü ekonomik kültürel siyasi sıkıntılar yaşadığımız bu günlerde AKP Genel Başkan Yardımcısı ( basında Şeyh Sait’in torunu olarak ta okuduğumuz, önceleri DYP’den üç kez aday olan, meşhur sözü üzerine kendi partisince de kınanan) Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, New York Times'a söylediği; “Atatürk devrimleriyle Türk toplumuna travma yaşattı” ifadesine. Türk dil kurumunun sözlüğüne bakıyoruz. Travma: Canlı üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan durum.

Bunun neye ve kime hizmet ettiğinin değerlendirilmesini siz değerli okuyuculara bırakıyorum.Samimi olarak Atatürkü araştıranlar onu mutlaka sever. Bu vesile ile Atatürk ve silah arkadaşlarına Allah’tan rahmet diliyor, ruhları şad olsun diyorum.


13.07.2008
Hanefi Çatal

Ezanın Türkçe okunması konusu...
Gazi diyor ki 'Efendiler din değil, dil meselesidir'
En son Başkomutan tarafından Cmt Kas 12, 2011 6:39 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Prş Tem 22, 2010 23:38

Emperyalizmin Düşmanı Gazi Mustafa Kemal




Lozan anlaşmasını bu güne kadar yok sayan Amerikan’ın Temsilciler Meclisi üyesi William UPSHAW 1927’de ağzından köpükler saçıyordu:

“Lozan anlaşması, Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün (Mustafa Kemal ATATÜRK), zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır.

Bu canavar savaştan bıkmış bir dünyaya, tüm uygar uluslara onursuzluk getiren bir anlaşmayı kabul ettirmiştir.

Buna her yerde Türk Zaferi dediler! Dünya parlamentolarını bu anlaşmayı kabule ikna etiler ve büyük sermaye grupları, ticaret erbabı ve bazı din temsilcileri bile Türkiye’yi uygar uluslar masasında, uluslar arası bir konuk durumuna yükselterek, Amerika’yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler. ”

Türkiye kurtuluş savaşı ve Anadolu ihtilali ile Batı dünyasının “yüksek ülküleri”ne set çekmişti. Emperyalizmin Orta Doğu ve Asya hayallerine son vermişti.


Nato'da 57. Yıl Belgeselinden
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen usta » Cum Tem 23, 2010 22:05

Cumhuriyetin içini boşaltanlara halk düşman gözüyle bakmalı çünkü hainler düşmanla birlikte degil mi?
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR
Kullanıcı küçük betizi
usta
Üye
Üye
 
İletiler: 34
Kayıt: Çrş May 26, 2010 23:13

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Cmt Kas 12, 2011 6:29

Atatürk

Aslına bakarsanız 1 Kasım, Saltanatın kaldırılmasının yıldönümüydü.

Kaç kişi hatırladı?

Eğer medyada konu ile ilgili yazılıp çizilenlere bakılırsa hiç kimse…

Peki ya hilafetin kaldırılması…?

Sanıyorum onu da anımsayan çok az insan çıkacaktır ama önemli olan bu değil…

uzun süredir ama siz sakın ola bunu, öyle 8-10 yıllık bir sürece indirgemeyin…

Daha açık olarak söyleyim,

Öyle sandığınız gibi Kurtuluş Savaşı yalnızca dış düşmanlara karşı da verilmedi…

Tarih kitaplarında yazar…

Atatürk Samsuna çıktı…

Erzurum, Sivas kongrelerini yaptı…

Ankara’da TBMM’ni açtı, onun ardından da 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyeti kurdu…

Bunları alt alta yazınca ne kadar kolay sıralanıyor değil mi? Ama gelin görün ki iş o kadar basit değil, belki savaşın silahlı olanı cephelerde…

Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da, İnönü’de, Büyük Taarruz’da yaşandı…

Ama ya silahsız olanı…

Anlayacağınız, savaş sadece cephelerde yaşanmadı, aynı dönemde her kongre, meclisin her oturumu bir savaş meydanıydı ve sadece cephede kazanmak yeterli gelmiyordu. Eğer kongrelerde ya da mecliste kaybedilseydi, cephelerde kazandığımızı inanın mecliste geri vermek zorunda kalacaktık…

Tabi bu arada düşmanla işbirliği yapan padişahı, onun yurtseverlere karşı verdirdiği ölüm fetvalarını ve Kuvai Milliye’ye karşı kurulmuş Kuvai İnzibatiye’yi…

Yabancı emperyalistlerin kışkırttığı isyanları da henüz saymadık…

Adamlar ne güzel Mondros ateşkes anlaşmasını imzalatarak Osmanlıyı teslim almışlar…

Derken Sevr anlaşmasını da imzalatmışlar…

Tam bu iş bitti, bitiyor derken…

Anadolu’dan çıkan bir Paşa emperyalizmin tüm hesaplarını bozuyor…

Üstelik bozduğu gibi tüm ezilen uluslara örnek de oluyor…

Yani sözün özü Osmanlı’nın küllerinden bir millet yaratıyor…

Yaratmakla da kalmıyor…

Topu topu 15 sene süren iktidarında ülkesini çağdaş ülkelerin seviyesine çıkarmak için gece, gündüz durmadan çalışıyor…

Fabrikalar kuruyor…

Bankalar açıyor…

Bozkırın ortasında örnek bir tarım alanı yaratıyor.

Toplumda okuma yazma seferberliği başlatarak, erkeklerde bile sadece yüzde 6 olan okuma yazma oranını büyük bir hızla artırmaya çalışıyor…

Yetmiyor…

O dönemde bile gelişmiş birçok ülkeden önce kadınların sosyal yaşama katılmalarını, erkeklerle eşit olmalarını sağlıyor…

Seçme ve seçilme hakkını getiriyor…

Aynen marşında da olduğu gibi çok değil sadece 10 yılda 4 bin km hiç yoktan demiryolu yapıyor…

Yine o dönemde emperyalistlerin tüm etnik kimlikleri kışkırtma çabalarını da (şimdiki adıyla açılım) bir ulus yaratarak engelliyor.

Yani kısacası cumhuriyeti kurmakla da iş bitmiyor, emperyalizme karşı her konuda tam bağımsızlığı sağlayabilmek için 15 yıl boyunca da mücadele ediyor……

Bu durumda emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin yerinde siz olsanız, böyle birini sever miydiniz?

İşte onlar da bunun için sevmiyorlar…



Nusret KEBAPÇI
12 Kasım 2011, ANAYURT
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Cmt Kas 12, 2011 17:47

Atatürk 21. Yüzyılda da Kazanacak

Bu yıl 29 Ekim ve 10 Kasım süreci daha farklı bir tartışma zemininde geçti. Ne yazık ki, yıllardır ulusal bayramlarımızı ve özel anma günlerimizi kendi anlamı içinde değil, güncel tartışmaların gölgesinde geçiriyoruz.

Ayrıca önem verdiği pek çok kurumu yok edilen ya da yıpratılan Atatürk’ün adı da unutturulmak isteniyor.

Örneğin Çanakkale savaşlarından söz ederken Mustafa Kemal’i anmamak mümkün mü? Bunu düşman bile denememiş, hakkını teslim etmiş.

Ama Türkiye’de deneniyor!

***

Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ölümünün ardından dünya iki büyük değişim geçirdi, bugün üçüncüsünün içinde.

İkinci Dünya Savaşı, etrafımızdaki sınırların tümünü ve rejimlerin çoğunu değiştirdi. Sonrasındaki on yıllarda Balkanlar düğüm oldu; Batı Bloku, Doğu Bloku, Bağlantısızlar ve Çin dörtgeninde sıkıştı. Doğumuz biraz daha doğuya kaydı, Irak ve Suriye Sovyetler Birliği’ne yakınlaştı.

Türkiye bu süreç içinde iç gerilimler yaşadı ama temellerini ve uluslararası genel dengelerini korudu.

Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından etrafımız bir kez daha karıştı. Balkanlar’daki dörtgen açıldı, Yugoslavya dağıldı, yeni devletler doğdu, Bulgaristan’da, Arnavutluk’ta rejimler değişti. Doğu komşumuz Sovyetler’in yerini Gürcistan, Ermenistan ve Nahcivan üzerinden Azerbaycan aldı.

Sovyetler’in dağılmasından sonra kuzey, doğu ve batımızda olanlar şimdi bir ölçüde güneyimizde yaşanıyor. Mübarek, Kaddafi, baba Esad Soğuk Savaş dengeleri içinde kendilerine yer bulmuşlardı.

Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’de nasıl bir yeni yapılanma olacağı sorusuna yanıt aranırken zaman zaman Türkiye’nin de adı geçiyor. Ancak bu konuda rol sahibi olmak isteyenler bir bütün olarak Türkiye’nin deneyimi yerine “AKP modeli”ni piyasa diliyle markalaştırmaya çalışıyorlar.

***

Günlük tartışmaların köpüğü bir yana; eğer bir ülke Türkiye’nin birikimlerinden yararlanmak, bundan esinlenerek kendi modelini kurmak isterse işe koyulduğunda karşısına Atatürk çıkacaktır.

Elbette bir ölçüye vurulamaz ama, Kurtuluş Savaşı Atatürk’ün yaptıklarının üçte biridir. Üçte biri yepyeni bir ulus inşası, üçte biri de gelecek yapılanmasıdır.

Bir topluluğu ulusa dönüştürmenin ne kadar zor olduğu, Atatürk’ün işe koyulmasından bir asır sonra bile açıkça görülüyor.

Atatürk, devrimlerle birlikte ulus inşasını aynı zamanda bir aydınlanma hareketine dönüştürdü.

Rousseau, “Bir toplumu aydınlatmak yönetmekten zordur” diyor.

Gerçekten Atatürk, Türkiye’nin kuruluşundan sonra sadece “yönetmek” kaygısıyla hareket etseydi, hem Doğu toplumlarının sevdiği daha büyük kişisel payeler edinirdi hem de kendisini bu denli hırpalamazdı.

Son rakamları bilmiyorum ama 8-10 yıl kadar önce ciddi bir kaynaktan, sadece Atatürk’ü konu alan yerli-yabancı kitap sayısının iki binin üzerinde olduğunu okumuştum.

1930’lu yıllarda Ankara’da görev yapan büyükelçilerin çoğu Atatürk’ü yazma gereği duymuş. Özellikle bir büyükelçiye herhalde zorla kendinizi yazdıramazsınız!

21. yüzyılın öne çıkan iki kavramını ele alalım; örgütlü toplum ve bölgesel işbirlikleri, bölgesel ortaklıklar…

Atatürk döneminde büyük yerleşim yerlerinde Halkevleri, küçük yerleşim yerlerinde de Halkodaları kurulmuştu.

Sayısını verelim; Halkevi 500, Halkodası 4 binin üzerinde. Bugün hangi sivil toplum kuruluşunun bu kadar şubesi var?

Atatürk batıda Zagreb’e uzanan Balkan Paktı’nın, doğuda Kâbil’e kadar uzanan Sadabad Paktı’nın temellerini atmıştı.

Atatürk’ü geçmek isteyenlerin önce onu yakalaması gerekir.

Atatürk’ün yaptıkları ortada…

İçimizdeki, çevremizdeki, dünyadaki tartışmalar ortada…

21. yüzyılda da Atatürk kazanacak.

Mustafa BALBAY
12 Kasım 2011, CUMHURİYET
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Cum Ara 02, 2011 6:23

EMPERYALİZME PASPAS OLANLARIN ATATÜRK DÜŞMANLIĞI

Sözde İslamcılar, siyasal Kürtçüler, 2.Cumhuriyetçiler ittifak halinde Mustafa Kemal Atatürk'e Dersim olayları üzerinden saldırıya geçtiler. Çünkü Atatürk'ün fikirleri, düşünceleri bunların hizmet ettiği ve işbirliği yaptıkları Batı'nın karşısında en büyük engel olduğu için, işte bu yüzden Anadolu topraklarında Atatürk'ün ruhunu etkisizleştirmeye çalışıyorlar.

Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan Türkiye'nin gücünü Haçlı Ordularının emrine sokan ve işgal edilen İslam ülkeleri üzerinde aktif taşeronluk yapan zihniyet emperyalizme karşı kale gibi durmuş, Türk'ün çelik yumruğunu başlarına geçirmiş Atatürk'ten rahatsız olmayıp da kimden olacaktır?

Haçlı Ordularının bayrağını, Müslümanlık kimliği taşıyarak dalgalandıran başımızdaki zihniyetin Atatürk düşmanlığını anlamanız için, Türklüğün sönmeyen güneşi Mustafa Kemal Atatürk'ün 27.07.1937 tarihinde T.B.M.M'nde yapmış olduğu konuşmasını hatırlatma fayda vardır.

İleri görüşlü, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk o konuşmasında bakın ne diyor:



    'Araplar'ın Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Araplar'ın arasında mevcud olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplar'dan uzak kaldık.

    Fakat şimdi kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet'in mukaddes yerlerinin Museviler'in ve Hristiyanlar'ın nüfuzunun altına girmesine mani olacağız.

Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz.

Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet'e lakayt olmakla itham edildik.

Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız
.

    Cedlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlar'la mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında (altında) bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz.

    Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.
    '

Mustafa Kemal Atatürk, Müslüman topraklarının Hıristiyanların hâkimiyeti altına girmesine müsaade etmeyeceğini vurgularken, Müslüman bir ülkeyi yöneten başımızdakiler, Ortadoğu Bölgesi'ndeki İslam ülkelerinin ABD'nin hâkimiyetine girmesi ve emperyalist güçler tarafından işgal edilmesi için taşeronluk yapmaktadır.

Bir Atatürk'ün İslam adına duruşuna bakın, birde Türkiye'yi yönetenlerin duruşuna bakın… Aradaki bu fark işte Atatürk'e olan düşmanlığı filizlendirmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti'ni bu sorumluluk duygusuyla kuran ve yöneten Atatürk'ün yönetim anlayışı karşısında eziklik yaşayan, aşağılık kompleksi barındıran bu zihniyetin, Türkiye'yi İran ve Suriye ile ABD-İsrail hesabı için savaşa sürüklediği şu günlerde, Atatürk'ü toplumda sorgulatmaya kalkması kendi amacını da deşifre etmeye yaramaktadır.

İran ve Suriye'nin Türkiye'ye savaş tehdidinde bulunduğu bu günlerde, Atatürk'ün Türk topraklarını isyancılara, ayaklananlara ve hainlere karşı korumasını sorgulatmaya kalkmak çok planlı bir girişimdir.

Mustafa Kemal Atatürk emperyalizme karşı dimdik duran, AKP ise emperyalizm karşısında paspas olan yapısıyla tarihe geçmiştir.

Ama AKP bu ülkeden gün gelip silinip gidecek, fakat Atatürk'ün ruhu, düşünceleri ve fikirleri Anadolu topraklarında kıyamete kadar yaşayacaktır.

Yıldıray ÇİÇEK
30 Kasım 2011, ORTADOĞU

Asıl hedefe yöneldiler - Sıra Atatürk'e geldi
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen kosmos » Cum Ara 02, 2011 22:33

Ulu önderimiz Atatürk'ün bizlere bıraktığı en önemli miras dünyaya aklın ve bilimin penceresinden bakmaktır. Yeri geldikçe kendisinin de vurguladığı gibi O'nun başarısının nedeni Türk olması, Türk Milletinin ortak eğilimini dikkate alması ve akıl ve bilimi uygulamasıdır. Buradan laiklik ilkesine ulaşılmıştır.

Nedir laiklik ilkesi ? Dini inancı insanların vicdanlarına bırakmaktır. Devlet yönetiminde, toplumsal ilişkilerimizde dini kuralları değil, akıl ve bilimi uygulamaktır. Toplumu oluşturan bireylerin dini inancı kendinedir. Hiç kimse devlete veya diğer insanlara kendi dini inancına göre davranmamalıdır. Bu nedenle, ulu önderimiz Atatürk'ü konuşurken, O'nun yaptıklarını anlatırken din vurgusu yapılmamalıdır. Atatürk halkın sahip olduğu kültürü öne çıkarmış ve kültürüyle ilgilenmiştir. Bu kültür Türk kültürüdür.

Kozmoz
Kullanıcı küçük betizi
kosmos
Üye
Üye
 
İletiler: 24
Kayıt: Sal Eki 25, 2011 5:21

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Sal Ara 13, 2011 11:34

Diktatör yaftası

Neler oluyor Türkiye’de neler,neler!.Önceden programlanmış vitrindeki malzemelerin biri tartışılmadan pat diye bir diğerini gündeme taşıyorlar.

Deniz Fenerini gölgede bırakmak için ikinci Fenerin fitilini ateşliyorlar.Van depremindeki ihmalleri unutturmak için diğer artçı sarsıntılar peydahlanıyor.

Şimdi de Türkiye tarihi ile yüzleşmeli diyorlar. “Dersim” diyorlar!..Kısacası dillerindeki baklayı çıkararak,cumhuriyeti tu kaka,Atatürk’e de diktatör demeye başladılar.

Türkiye geçmişinden utanç duyacak bir tarih yaşamamıştır.

Atatürk
Tarih bir milletin kanını ve hakkını inkar etmez yeter ki yazan yapana sadık kalsın” demişti.Zaafımız kendi yaşayıp yazdığımız tarihi anlayıp,anlatamamak olsa gerek.

Devletlerin idamesinde devamlılık unsuru vardır.

Bize ulusal onur ve hür bir millet olarak yaşama onuru veren Atatürk devletin bekası için silah arkadaşlarını dahi yargılatmıştır.

Galip ağa olarak kurtuluşa omuz veren Celal Bayar’ın dediği gibi, Atatürk’ü sevmek milli ibadettir.Bu gün kalkmışlar o insana diktatör yaftasını yapıştırıyorlar.

Eğer o diktatör olsaydı Vahdettin’in yerine geçerdi.Hasta adam denilen Osmanlının küllerinden Cumhuriyeti kurmazdı.

Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin eline geçmesine izin vermez,demokrasinin kıblesi olan meclisi kurmazdı.Egemenliği tek elde tutardı.Ama o sine-i millet yaparak halkının arasına girmeyi yeğledi.Koruması bile yoktu.Tek koruyucusu ise bağrından çıktığı milletiydi…

Bu gün kalkmış tek manevi mirasım dediği Cumhuriyete ve kendisine diktatör diye fütursuzca saldırıyorlar.

Bakınız o ileri görüşlü adam 2011’ lerde kendisine diktatör diyeceklerini tahmin edercesine 1932 yılında ne diyor; bir hukukçu M.Kemal’e “Bir İtalyan yazar sizin için diktatör diyor” der.M.Kemal “Ben diktatör olsaydım sen karşımda böyle konuşamazdın” cevabını veriyor.

Bir başka konuşmasında “Bir millet dikta ile idare edilemez,diktatörlerin sonu felaketle biter..” diyor.

1935 Yılında: “Bence diktatör,diğerlerini idaresine boyun eğdirendir.Ben kalpleri kırarak değil,kazanarak hükmetmek isterim” der.

Yabancı bir çok devlet adamı.M.Kemal’in geleceği sezinleme özelliğini dile getiren methiyeler de bulunmuşlardır.

1960 Yılında İngiliz devlet adamı Lord Kinross şöyle der. “Atatürk tarih boyunca gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biridir.Hiç bir zaman yaşadığı zamanın üzerinde durmamış; ileriyi görerek iş yapmıştır.

Atatürk’ü, Mussolini ve Hitler gibi yöneticilerden ayıran nokta işte bu niteliğidir.Onlar her yaptıklarında kendilerini düşünerek hareket ediyorlardı.Atatürk 20-30 sene ilerisini görerek hareket ederdi.” diyor.

Biz demedik İngiliz devlet adamı diyor bunları.Biz onun dediği 20-30 yıl yerine 200 yıl ilerisini 2011 de kendisine diktatör diyebileceklerin çıkabileceğini bile 1932’lerde görmüş diyoruz.

Atatürk’ün diktatör olmadığını,Çanakkale boğazını geçmeye çalışan emperyalist bir ülkenin İngiltere devlet adamı söyleyebiliyorsa bize de sözün bittiği yer demek kalıyor.

Ali COŞKUN, Anayurt
13 Aralık 2011

Emperyalizmin Düşmanı Gazi Mustafa Kemal
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Cmt Mar 17, 2012 3:17

Atatürk Samsun’a Hangi Görevle Gitti?

Atatürk düşmanlığı ile devletin temel taşları sökülüyor. ilk 15 yıl hariç, Atatürk yoktur. Siyasi iktidarların hata/sevabı ile bir asra dayanmış ulu çınarın dibine kezzap dökülüyor

Batı, yüzyıllar boyunca Avrupa’nın canına okumuş Türk varlığının sona erdiğini düşündüğü anda, karşısında topyekûn Türk Milletini görmüştü. Anadolu’ya dalga dalga yayılan Mustafa Kemal Paşa adı ile birleşmişti. Şimdi bir kısım var ki ‘Atatürk’ü Anadolu’ya Padişah Vahdettin gönderdi’ diyor. Fısır fısır kulaktan kulağa, yayılan İngiliz efsanesine göre de Türkiye’yi İngilizler kurdu. Hangisini seçerseniz artık.

Özetlediğim bu yazı, onlara cevaptır. Türk Milliyetçilerinin okuması dileğiyle.

***

Mondros Sonrası Anadolu..

Osmanlı 1. Dünya Savaşı sonrasında, yenilmiş duruma düştü. Ateşkes imzalandı. Antlaşmaya öyle maddeler konulmuştu ki, tasarruf tamamen İngilizlere aitti. O antlaşma da ayrıca ‘Misak-ı Milli Sınırları’ vardı, Lozan’da o korunmadı diyor zat-ı sungurlar. Tam İngiliz siyaseti.

Osmanlı Devletine el koyma anlamı taşıyan, “İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır” maddesi ile hangi Misak-ı Millî’den bahsediyorlar?

Velhasıl efendim, Mondros yaman çarptı. Halk infialde idi. Azınlıklar şımarmış, yüzyıllardır birlikte yaşadığı komşularının mallarını gasp ediyor, tecavüzler yaşanıyordu. Başta İngiltere olmak üzere itilaf devletleri olup bitene göz yumuyordu.

Mondros Osmanlı için savaşın bitimi değil, işgalin başlangıcı oldu. Halk yer yer ayaklanıyor, padişahtan medet bekliyordu. Vahdettin ise Mondros’a rağmen silahlarını teslim etmeyen askerin, halkı ayaklandırdığı söylentileri ile zorda idi.

***

Atatürk Samsun’a, Askerin Silâh Bırakmasını Sağlama Göreviyle Gidiyor…

Hani hep deniyor ya, ‘Atatürk’ü Samsun’a Vahdettin gönderdi. Başkaları da çürük çarık gemi ile işgal altındaki İstanbul’dan Atatürk nasıl çıkacak? İngilizler biliyordu..’ Hepsi doğru. Ama bakın nasıl?


Anadolu’nun dört bin yanında azınlıklar şımarmış Türklere saldırıyor, yer yer karşılık veriliyordu. Samsun’da da benzeri durum vardı, işgal kuvvetlerine abartılarak anlatılıyordu. Ayrıca Samsun havalisinde, mütareke şartlarına uyulmadığı bilgisi alınmıştı. Mülâzim Hamdi Bey’in askerleriyle dağa çıkması üzerine İngilizler, saraya baskı yaptı.

Büyük yetkilerle donatılmış, güvenilir bir komutanı Samsun’a mütareke şartlarını sağlamak üzere gönderme kararı alındı. İngiliz Komutanlığı ile bu konuda mutabık kalındı. Allah’ın hikmetinden sual olunmaz..O Kişi Mustafa Kemal’di.


    Mustafa Kemal’in Ordu Müfettişliği İle Askere Silâh Bıraktırma Görevi..

    Karton No : 34
    Dosya No : 54/2
    Belge No : 342984

    Bölgede, ötede, beride dağınık bir halde varlığından söz edilen silah ve cephanenin bir an evvel toplattırılarak, uygun yerlerde toplanması
    ve muhafaza altına alınması.

    Çeşitli yerlerde birtakım komitelerin bulunduğu, bunların asker toplamakta oldukları ve ordunun resmi olmayan bir şekilde bunları koruduğu ileri sürülüyor. Böyle komiteler mevcut olup, asker topluyor, silah dağıtıyor ve ordu ile de münasebette bulunuyorlarsa, kesinlikle men edilerek, bu çeşit bağımsız komitelerin de kaldırılması. (Belgenin bir kısmı)

    7 Mayıs 1919
    Harbiye Nazırı
    ŞAKİR

Kısaltarak anlattığım bölümden anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal, saray tarafından İngilizlerin bilgisi dâhilinde, Samsun havalisindeki askere silâhını bıraktırmak yani Mondros Antlaşmasının gereğini yerine getirmek üzere görevli gönderiliyor.


O ne yapıyor? Görevli olduğu iki aylık süre içinde, gidişattan görev çıkarıyor, halkı örgütlemeye başlıyor.
Geri çağrılıyor, dönmüyor.


Gerisini biliyorsunuz.

Devrin en kuvvetli devletlerine karşı, dirgenle, tırpanla ölümüne bir savaş.

***

Padişahımız efendimiz Mondros ve Sevr’den sonra, vatanın bağrına düşman hançerini dayamışken ne yapmış? İngilizlerin baskısı ile Türk askerinin elindeki silahların toplanmasını istemiş. Mustafa Kemal, kurtuluşun fitilini ateşleyince ‘Vahdettin Atatürk’ü Vatanı kurtar diye yolladı’ diyor İngiliz muhipler cemiyetinin günümüz uzantıları. Kolaysa kendisi kurtarsaymış ya?


Allah(c.c.)nin takdiri, milletin kan deryasına gözü kapalı dalması ile vatan kurtuluyor.

Allah hepsinden razı olsun. Devletimizin kıymetini bilenlerden eylesin.

Açıklama:

1- Geriye dönüp, atalarım hakkında bir şey yazmak istemiyorum. Fakat tarih çarpıtılıyor. Doğrultmak gerek.
Yine de tüm devlet büyüklerinin ruhu şâd olsun efendim.

2- Kadir Mısırlıoğlu’nun “Lozan Zafer mi, Hezimet mi ?” adlı kitabını başucu kitabı haline getiren kesim “İstanbul’un işgali sırasında istihbarat subaylığı yapan Armstrong isimli İngiliz yüzbaşının “Bozkurt” Kitabından faydalanıldığını” biliyor mu?

3- Grey Wolf (Bozkurt) kitabını çeviren Peyami Safa, önsözde bakın ne demiş:

“Bu eserde Atatürk’ün karakterine, hususi hayat ve davranışlarına ait oldukça doğru hükümler, başarılı tahlil ve tasvirler yok değildir. Bir bakıma kitabı değerlendiren, fakat hakikat aleyhine tehlikeli bir eser haline getiren de budur. Tehlikeli çünkü hakikat lokomotifinin peşine takılan bir sürü yalan ve iftira vagonu da, hakikat istikametinde yol almakta, aynı derecede doğru görünmek şansını kazanmaktadır. Kısacası tamamını doğru sanıp ciddiye alanı, yanlışlara sürükleyen, tuzaklarla dolu bir kitap.”

NEVAL KAVCAR - 15 Mart 2012
haberiniz.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Pzr May 20, 2012 3:31


19 Mayıs Türk'ün Milli Kıyam İradesidir

19 Mayıs 1919, Batı emperyalizminin millî Türk devlet kurumunu tasfiyeye
memur taşeron sözcülerinin söylediği gibi faşizan törenlerin yapıldığı bir gün değildir.

19 Mayıs, bir ruhtur, bir semboldür.

19 Mayıs, emperyalist Haçlı sürüleri tarafından vatanı işgal edilmiş Türk milletinin, vatanını, dinini, dilini, kültürünü, devletini, toprağını özgürleştirme iradesiyle attığı bir işaret fişeğidir. 19 Mayıs, son Türk hakanı başbuğ Atatürk'ün işgal altında kıstırılmış, bunaltılmış, kuşatılmış olan İstanbul'dan Anadolu'ya çıktığı bir hicrettir. 19 Mayıs, yeniden millî doğuş için çıkılan bir hicret yolculuğu ya da Türk'ün değişmez taktiği olan Turan taktiğidir. Geri çekilir gibi yapıp kararlı bir dönüştür. 19 Mayıs, Türk'ün bir manevra taktiği olan kerr ü ferr harbidir. 19 Mayıs, İstanbul'dan Anadolu'ya geri dönüp İstanbul'u yeniden almak için çıkılan bir hicret yolculuğudur.

Türk'ün iki önemli Mustafa'sı vardır. Dininin peygamberi Mustafa Muhammed (a.s.) ve milliyetinin simge isimlerinden Mustafa Kemal Atatürk. Biz Muhammed Mustafa peygamber ile Müslüman kimliğimizi, Mustafa Kemal Atatürk ile de Türk millî kimliğimizi derinden hissederiz.

Mustafa Kemal Paşamız da Millî Mücadelede sevgili peygamberi Mustafa Muhammed'i örnek aldı, O'nun yolundan gitti, onun stratejisini uyguladı.
Atatürk'ün İslam tarihini iyi bildiğini, Hz. Muhammed'in savaş taktiklerini, yapıp etmelerini iyi okuduğunu ve onun tecrübelerinden faydalanmaya çalıştığını biliyoruz.Mekke'nin emperyalist kâfirler tarafından işgali gibi vatanımız da 30 Ekim 1918 gününden itibaren İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Amerikan kâfirleri tarafından işgal edildi.

Mekke Müslümanlarının siyaseten, ekonomik olarak, kültürel olarak, psikolojik olarak bastırıldığı, kuşatıldığı, bunaltıldığı gibi Türk milleti de Mütareke döneminde kıskıvrak baskı altında tutularak esaret altına alındı. Kendi kendisini bağımsız bir şekilde yönetme iradesi yok edildi.

Yer altı yer üstü bütün ekonomik kaynakları gasp edildi, Türk-İslam kültür değerleri itibarsızlaştırıldı. İşte bu vasatta adaşı, peygamberi Muhammed Mustafa'nın taktiğini kullanan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'dan Anadolu'ya hicret etti. 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıkış, yani Anadolu'ya çıkış bir hicrettir. Peygamberimiz, İslam ve iman kılavuzumuz Hz. Mustafa Muhammed, 622 yılında kâfirler ve özellikle Kureyş kabilesine mensup eşkiya tarafından işgal edilmiş olan Mekke'de kuşatma altına alındı. Ekonomik, siyasi, kültürel anlamda tam bir kuşatılmışlık ve işgal altında iken peygamberimiz, bir avuç inanmış yiğit müslümanla birlikte Medine'ye hicret etti. Bu hicret, bir huruc harekâtıydı, bir kıyamdı, bir manevraydı, emperyalizme karşı bir direnişti.

Mekkeli kâfirler Müslümanları yok etmek için şeytanca planlar yapmışlardı. Buna göre "Kureyş'in bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda hücûm edip Muhammed (s.a.s.)'i bir hamlede öldürsünler. Kimin vurduğu, kimin darbesiyle öldüğü belli olmasın." diye plan yaptılar.

Aynı planı 1918 sonrası süreçte, mütareke döneminde işgalci emperyalist batılı kâfirler de bizim için yaptılar. İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Amerika kendi aralarında karar alıp "Anadolu'ya askerlerimizi gönderelim, birlikte çullanalım, aynı anda Türklere hücum edelim, bir hamlede işlerini bitirelim." dediler ve planlarını uygulamaya koydular. Ama bütün şeytanî planlarını akamete uğratacak Mustafa Kemal Paşa ve Kuva-yı Milliye mücahitlerinin varlığını hesaba katmamışlardı.

Kureyş kabilesinin zalim, katil canileri Hz. Muhammed'in evini kuşattılar. Fakat Hz. Muhammed bu kuşatmayı yararak Medine'ye hicret etti. Benzer şekilde İstanbul'u işgal ederek Türk milliyetçilerini kuşatan emperyalist Haçlı ordularının amacı da aynıydı. Hep birden saldırıp Türk'ü yok etmek istiyorlardı. Fakat Atatürk bu kuşatmayı yararak Anadolu'ya hicret etti.

Müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yatağında yattığını sanıyorlardı. Fakat hicret etmişti. Kudurdular, öfkelendiler, her tarafı aradılar, ele geçirip yok etmek için çok uğraştılar, ama başaramadılar.

İşgal döneminde haçlı çapulcuları da Mustafa Kemal Paşa'yı ele geçirmek için çok uğraştılar, peşine kiralık katilleri saldılar, tuzaklar kurdular, ajanlar gönderdiler ama ele geçiremediler.

Hz. Muhammed, Mekke'yi terk edip Medine'ye hicret etti ama bir süre sonra dönüp Mekke'yi teslim aldı. Mustafa Kemal Paşa da İstanbul'dan Anadolu'ya hicret etti ama bir süre sonra dönüp İstanbul'u teslim aldı. Bu, bir kerr ü ferr taktiğidir, tekrar dönüş için geçici bir çekiliştir.

Mustafa Muhammed peygamberimiz nasıl hicret sonucu yepyeni bir İslam devleti, daha önce adı Yesrib olan ama hicret sonucu Medine'ye dönüştürülen şehirde yepyeni bir medeniyet inşa ettiyse, Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs hicretinden sonra da Müslüman Türk milleti hürriyetine, bağımsızlığına, kişiliğine kavuştu. Yepyeni bir millî Türk devleti kuruldu.

Hz. Muhammed ve arkadaşları olan muhacirler; imanları uğruna yurtlarını terk etmişler, Allah yolunda eziyetlere uğramışlar, müşriklerle savaşmışlar (Âl-i İmrân, 3/195), mallarını ve canlarını ortaya koymuşlardır (Enfâl, 8/72).

Mustafa Kemal Paşa ve Kuva-yı Milliyeci arkadaşları da 19 Mayıs 1919'da vatan ve millet sevgileriyle makamlarını, rütbelerini, ikballerini, rahatlarını, ailelerini terk ettiler. Vatan ve millet yolunda mallarını ve canlarını ortaya koyarak eziyetlere uğradılar, müşrik olan işgalci Haçlı ordularıyla, İtilaf devletleri ordularıyla, emperyalist Batıyla savaştılar, cihad ettiler.

Hicretten sonra İslam, dünyanın her tarafında hızla yayıldı, Müslümanların hâkim olduğu topraklar olağanüstü genişledi, çoğaldı. Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs kıyamını takip eden bağımsızlık hareketinden sonra da diğer esir milletler, Türk istiklâl hareketini örnek alarak hızla hürriyetlerine kavuştular ve İslam ülkelerinin alanı genişledi. Nitekim Türk Millî Mücadelesinden önce Batı emperyalizminin elindeki topraklar 25.5 milyon mil kare idi. 1993'e gelindiğinde Batının elindeki toprak hacmi 12.7 milyon mil kareye geriledi. İslam dünyası 1920'de 1.8 milyon mil kareye sahipken 1993'te 11 milyon mil kareye genişledi.

19 Mayıs, Türk gençliğinin bayramıdır. Yani 19 Mayıs, Türk gençliğine her türlü emperyalist işgalden kurtuluş umudunu, heyecanını, şuurunu canlı tutmak için ortak bir coşku, sevinç ve eğlence zeminidir.

19 Mayıs, millî istiklâl ruhunu diri tutmak, esareti kabul etmemek için her türlü maddi ve manevi işgale karşı fiilen direniş başlatma kararlılık ve iradesini temsil eder. 19 Mayıs, Türk gençliğinin siyasi, kültürel, ekonomik, dinî bağımsızlığını hatırlatan önemli bir uyarıcıdır. Avrupa Birliği ve Amerika kaynaklı odakların siyasi, ekonomik ve kültürel işgal projelerine taşeronluk yapanların Türk gençliğinin 19 Mayıs bilincini yok etmeye çalışmaları anlaşılabilir bir şey. Ama bunun yanında, Türk gençliğinin bütün bunların farkına varan uyanık vicdanlarının olduğunun bilinmesi de anlaşılabilir bir şeydir.

Prof. Dr. Nurullah Çetin - 19 MAYIS 2012
Yeni Mesaj


"Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama tutuklamak ve öldürmekle iş bitmiyor. İşte, öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutlarını kaatillerinin başlarına geçirdiler." - Gandhi
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

İletigönderen Başkomutan » Cmt Tem 21, 2012 3:41

Atatürk düşmanlığının bir yönü

Hemen söyleyelim: Bugün emperyalist Batı tarafından körüklenen ve yaygınlaştırılmak istenen Atatürk düşmanlığının arkasında, Türk'ü Türk'e tasfiye ettirme projesi vardır.

Emperyalist Batı, Birinci Dünya Savaşı ve hemen akabinde 1918 Mondros Mütarekesi'yle birlikte Türk milletini Anadolu'dan atmak veya tamamen yok etmek için bütün gücüyle üzerimize çullandı. Ancak büyük Türk hakanı Atatürk'ün öncülük etmesi, Allah'ın yardımı ve Türk milletinin mukadderatına sahip çıkıp ölüm kalım savaşı vermesi sonucu, Haçlılar emellerine ulaşamadılar. O destansı büyük Millî Mücadelemiz sonucunda da Atatürk, tam bağımsız ve bağlantısız millî bir Türk devleti kurdu. Emperyalist Batıyı en çok kudurtan da bu topraklarda bağımsız millî bir Türk devletinin kurulmuş olmasıydı.

Emperyalist Batı, savaşla elde edemediği sonuca propaganda yoluyla, fitne fesat yayarak, Türk'ü Türklüğe ve Atatürk'e düşman yaparak ulaşmaya çalışıyor. Bütün politikalarını Türk milletini kamplara ayırarak, Türk millet birliğini etnik kökenlerine ayrıştırıp bölerek, milletimizi birbirine düşürüp güçten düşürme, millî kimliğimizi yok ederek bizi kimliksiz, kozmopolit bir kalabalığa dönüştürme ve böylece kolayca köleleştirme üzerine kurmuşlar.Özellikle Müslümanlık hassasiyeti yüksek ve dindar diyebileceğimiz Türk milletinin bazı kesimlerini değişik yollardan kandırarak Atatürk düşmanı yapmaya çalıştılar.

Emperyalist Batı, ya bizzat kurdurduğu ya da değişik yollardan desteklediği bir takım İslamcı görünümlü oluşumlara Atatürk'ün dinsiz olduğu, Deccal olduğu, Süfyan olduğu yolunda propagandalar yaptırttılar. Maalesef bugün de bu kandırılmış kitleler, Müslümanlık adına bütün siyasetlerini Atatürk düşmanlığı üzerinde yoğunlaştırdılar. Atatürk düşmanlığının temelinde ayrıca kendisini Türk kabul etmeyen ve hissetmeyenlerin Türk düşmanlığı yatmaktadır. Özellikle Atatürk sonrası süreçte, Kürt ırkçılığı ve etnik bölücülük yapan, ülkemizde ikinci bir millet yaratmaya çalışan bir takım siyaset esnafı, Müslüman Türk'ü Atatürk'e düşman; ama öbür taraftan Avrupa'ya, Amerika'ya, İsrail'e, Ermenistan'a dost hâline getirmeye çalıştı. Bir kısım saf Müslüman Türk ahali, kendisine kültürünü, dinini, dilini özgürce yaşayabileceği bir vatan hediye etmiş olan Atatürk'üne ve Türklüğüne düşman yapılmış; ama öbür taraftan kendisini yok etme emelinden vazgeçmemiş olan Haçlı ruhlu Hristiyan Avrupa Birliği'ne ve Amerika'ya tapar hâle getirilmiştir. Diğer yandan Atatürkçü görünen, gerçekte ise Atatürk'ü kullanmaya çalışan bazı dinsizler, zaman zaman Atatürk'ü din düşmanı; hatta Müslüman düşmanı göstererek Atatürk üzerinden Müslüman düşmanlığı yapmışlardır. Böylece bir taraftan emperyalist Batı politikacıları ve onların yerli işbirlikçisi olan kesimler, bir taraftan PKK yörüngesindeki Kürt ırkçıları, bir taraftan dinsizler, Atatürk'ün din düşmanı olduğu yolunda olmadık iftiralar atarak bir kısım saf Müslüman Türk ahaliyi Atatürk düşmanı yapmışlardır.

Buradan hareketle yine bu bazı dindarlara Türklüğünü unutturmak istemişler, "Türküm deme, ırkçı olursun!" diye kandırmışlar, ama öbür taraftan mesela Kürtçülüğü bir hak olarak savunur hâle getirmişlerdir. Bu mankurtlaşmış arkadaşlara bir metin aktaracağım. Aşağıda verdiğim metin, Mehmet Serhan Tayşi'nin hatıraları arasında yer almaktadır. Bunu da Mehmet Serhan Tayşi, Atatürk'ün özel koruma polisi olan babasından dinlemiştir. Bu hatıra, Atatürk'ün din düşmanı olmadığını; tam tersine İslam'a önem verdiğini göstermektedir. Metin şöyle: "Sende Temel Yok ki Bina Olsun!

Atatürk, bir yaz günü Polonezköy'e gitmek istemiş. İstanbul içinde, özellikle Boğaz'daki köylerde, zaman zaman gidip dinlendiği oluyormuş. Tabii bunlar sazlı-sözlü, içkili-mezeli dinlenmelermiş. Dostlarla beraber gidilen, eğlencelerin sabaha kadar sürdüğü...

Babam ve birkaç polis arkadaşı, bir gece önceden gitmişler. Araziyi kontrol etmişler, gerekli tedbirleri almışlar, jandarmayı alarma geçirmişler, sahra telefonu döşetmişler. Atatürk'ün ziyareti için gereken bütün hazırlıkları tamamlamışlar. Atatürk ne zaman bir yere gidecek olsa, babamlar önceden gidip bu vazifeleri yaparlarmış. Atatürk'ün ziyareti boyunca da, elleri göğüs ceplerindeki silahların tetiğinde olurmuş. Atatürk, motorla gelmiş Polonezköy'e. Gece boyunca eğlenilmiş, türküler, şarkılar, masalarda rakılar... Onlar eğlenirken, babam ve bir-iki polis arkadaşı açıkta beklemişler. Eğlence sabaha karşı bitmiş. İstirahatten sonra Atatürk çevresindekilere şöyle demiş: "Buraya kadar gelmişken, şu bizim Karaferyalıları da ziyaret edelim." Hemen yakınlarda Selanik göçmenlerinin bir köyü varmış. Karaferya, Selânik'in komşusu bir kasaba imiş. Atatürk onlar için "hemşerilerim" diyormuş. Köye haber salmışlar, sonra da hep beraber köye gitmişler. Zaten, Atatürk'ün itiyadını (alışkanlığını) bilen köylüler, hazırlıklarını çoktan yapmışlar. Atatürk, yanında Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat Bozkurt ve daha birçok kişiyle beraber köyü ziyaret etmiş. Babamın anlattığına göre, Atatürk ile Adliye Vekili Bozkurt gayet 'laubali' konuşurlarmış. Konuşurken arada ona döner, "Değil mi Mahmut?" dermiş mesela.

Köylüler toplanmış. İzzet-i ikram yapılmış misafirlere. Atatürk, muhtarı, imamı ve öğretmeni karşısına almış. Özellikle Üçüyle hasbihale başlamış. Önce imama dönmüş, "Bir aşır (Kur'an'dan bir cüz veya 10 ayetlik bir parça) oku bakalım" demiş. İmam diz çökmüş, okumuş. Atatürk kıraati (okuyuşu) beğenmemiş olacak ki, "Hocam, sen nereye kadar okudun?" diye sormuş. İmam da "Binaya (bir Arapça dilbilgisi kitabı) kadar efendim" demiş. Bunun üzerine Atatürk şöyle demiş: "Ne binası hoca? Sende temel yok ki, bina olsun!" Daha sonra da imamın bütün kıraat yanlışlarını teker teker düzeltmiş. Kendisi bir Osmanlı paşası olduğu için, İslâmî birikimi gayet iyi. Sonra da imama "Bir dahaki gelişimde bu hatalar düzelecek ona göre, tekrar imtihan edeceğim!" demiş Atatürk."

Sonuç şu: Atatürk, inançlı bir Müslüman Türk beyiydi. İslamî pratikleri yüzde yüz oranında yerine getirememiş olabilir. İçki içmiş olabilir. Hangimizin günahları yok ki? İnanç ve inancın gereklerini yerine getirip getirmemek, kişinin kendi bileceği iştir. Atatürk, her şeyden önce Müslüman Türk milletinin Müslümanlık ve Türklük değerlerini korumak uğruna hayatını ortaya koyan bir mücadeleye girişmiştir. Türk vatanını ve maddi, manevi bütün değerlerini gavura peşkeş çekmemek için "ya istiklal ya ölüm" deyip kendisini ateşe atmıştır. Atatürk, vatanımızı, devletimizi ve milletimizi Avrupa Birliği ya da Amerika'ya sömürge yapmamak için ortaya atılmış bir Türk fedaisi idi. Atatürk'ün millî mücadelesi, vatanına, devletine, varlığına ortak olmak; hatta Türk'ü yok etmek isteyen ikinci, üçüncü bir millet yaratılmasına izin vermemekti. Bunu, Batının emir eri hâline gelmiş olan Türk düşmanları iyi bilir ve anlar. Artık bundan böyle dinine sahip çıkarken, milliyetine, Türklüğüne de sahip çıkması gereken Müslüman Türk de anlasın.

Prof. Dr. Nurullah Çetin - 20 TEMMUZ 2012
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Sinan MEYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x