Vahdettin'in Milli Mücadele düşmanlığı
KUVAYI MİLLİYE'YE KARŞI YUNAN'A DESTEK OLDULAR
“Hükümet Yunan ordusunun ileri hareketini protesto etmek niyetinde değildir. Çünkü Yunan ordusu, bizim programımıza da uygun olarak Mustafa Kemal'e ceza verme işini yapıyor…” (Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi, Peyamı Sabah, 12 Temmuz 1920)
9 Kasım 2018'de, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, tescilli bir “Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı” olan Kadir Mısıroğlu'nu ziyaret etti. Daha önce de AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'li Meclis Başkanı İsmail Kahraman, Kadir Mısıroğlu'nu ziyaret etmişlerdi.
Milli Mücadele'de Yunan ordusunun galip gelmesi için İngilizlerle birlikte hareket eden yerli işbirlikçiler vardı. İşte bugün o yerli işbirlikçileri “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen fesli Kadir Mısıroğlu temsil ediyor.
Şöyle ki!
SALTANATI KORUMA İÇGÜDÜSÜ VE İHANET
Padişah Vahdettin Milli Mücadele yıllarında ne pahasına olursa olsun saltanatını sürdürmek istiyordu. Bu nedenle ülkeyi işgal edenlerden önce saltanatı tehdit edenleri “düşman” olarak görüyordu. İlginçtir! Ülkeyi işgal edenler sultanı kontrol ediyorlar ancak saltanatı tehdit etmiyorlardı. Örneğin, Türkiye'yi paramparça eden Sevr Antlaşması'na göre saltanat devam edecekti. Yani Sevr, sarayın değil, milletin idam fermanıydı. Buna karşın Atatürk ve onun açtığı TBMM, “milli egemenlik” ilkesiyle aynı zamanda gizliden gizliye saltanatı tehdit ediyordu.
Padişah Vahdettin, eğer Milli Mücadele başarılı olursa tahtını ve tacını kaybedeceğini düşünmeye başladı. İngiliz merhametine sığınarak tacını ve tahtını kurtarabileceğini sandı.
Padişah Vahdettin'in ne pahasına olursa olsun saltanatını koruma içgüdüsü ve kayıtsız koşulsuz İngiliz merhametine sığınması onu “ihanete” savurdu.
Gerçek şu ki: Milli Mücadele'de Osmanlı Hükümeti, (Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit) Atatürk'e ve Türk ordularına değil, Venizelos'a ve Yunan ordularına yardım etti. Ayrıca Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye yardım eden veya etmek isteyen asker-sivil yurtseverleri de görevden aldı.
SARAY, MİLLİ MÜCADELE'YE DÜŞMANDI
Nisan 1920'den itibaren Osmanlı yönetimi; padişahından sadrazamına, içişleri bakanından şeyhülislamına kadar bütün unsurlarıyla Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye açıkça düşman oldu.
8 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit, İngiliz Yüksek Komiseri Robeck'i ziyaret ederek Atatürk'e karşı İngilizlerden yardım istedi.
10 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Milli Mücadele'ye katılanları öldürmenin “din gereği” olduğunu belirten bir fetva yayımladı. Halife/Padişah Vahdettin'in onayladığı bu fetva İngiliz uçaklarıyla Anadolu'ya atıldı.
10 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit bir beyanname ile Milli Mücadele'yi kınadı.
11 Nisan 1920'de Padişah Vahdettin'in Milli Mücadele karşıtı fermanı yeniden yayımlandı. Padişaha göre siyasi durum düzelmeye giderken Anadolu'daki “ayaklanmalar” durumu büsbütün bozuyordu. (Padişah, Kuvayı Milliye'den “Anadolu'daki ayaklanmalar” olarak söz ediyordu).
12 Nisan 1920'de Alemdar'da Refi Cevat, Atatürk ve silah arkadaşları hakkında verilen fetvayı kastederek “Bu din ve devlet düşmanları böyle tepelenir” diye yazdı.
13 Nisan 1920'de Adliye Nazırı Ali Rüştü Bey, gazetecilerin Kuvayı Milliye ile ilgili sorusuna şöyle cevap verdi: “Kuvayı Milliye'nin hareketi pek çirkindir. Vazgeçirmeye çalışacağız. Aksi halde cezalandıracağız. İhtiyaç olursa jandarma kuvveti kuracağız.”
15 Nisan 1920'de İçişleri Bakanı Reşit Bey, Şeyhülislam fetvası ve hükümet bildirisinin halk üzerinde etkili olacağını, bu fetva ile gerçeğin anlaşılacağını ve verilen sürenin ardından isyancıların (Kuvayı Milliyecilerin) bastırılmasına başlanacağını söyledi.
18 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit, Halife/Padişah Vahdettin'in onayıyla ve İngilizlerin desteğiyle Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurmaya karar verdi. 1.250.000 lira ödenekle Kuvayı Milliye'ye karşı Kuvayı İnzibatiye kuruldu.
8 Mayıs 1919'da Padişah Vahdettin'in “paşa” yaptığı Ahmet Anzavur, paralı bir kuvvetle Kuvayı Milliye'yi dağıtmak için İzmit'ten Adapazarı'na hareket etti. 15 Nisan 1920'de İçişleri Bakanı Reşit Bey, Anzavur hareketinin “doğrudan doğruya hükümet hareketi” olduğunu söylemişti.
11 Mayıs 1920'de İstanbul Divan-ı Harbi, Atatürk ve bazı silah arkadaşları hakkında idam kararı verdi. Padişah Vahdettin bu idam kararını 24 Mayıs 1920'de onayladı.
13 Mayıs 1920'de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye'ye kurşun sıkan 13 Kuvayı İnzibatiye mensubunu Mecidiye Nişanı'yla ödüllendirdi.
14 Haziran 1920'de Kuvayı İnzibatiye Kuvayı Milliye'ye saldırdı, yenildi ve İzmit'teki İngiliz bölgesine sığındı.
13 Temmuz 1920'de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye'ye katılan subaylara 7 yıl hapis cezası verilmesi hakkındaki kararı onayladı.
10 Ağustos 1920'de Padişah Vahdettin'in kabul etmesiyle Osmanlı Hükümeti, Türkiye'yi paramparça eden Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Milli Mücadele kazanıldığı için Sevr onaylanmadı ve hayata geçirilemedi.
30 Ağustos 1920'de padişah yanlısı Teali İslam Cemiyeti, Milli Mücadele karşıtı ihanet bildirileri yayımladı. Bildirilerde Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının öldürülmeleri isteniyordu.
23 Mart 1921'de Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'la yaptığı bir gizli görüşmede Atatürk'e ve Kuvayı Milliyecilere ağır hakaretler etti: “Bir avuç haydut Anadolu'da erki ele geçirmiştir” dedi. Ayrıca şunları söyledi: “Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan veya Sırp kanı olabilir. (…) Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur.”
7 Ağustos 1922'de -Büyük Taarruz'dan sadece 19 gün önce- Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'a aynen şunları söyledi: “Millici liderler bir hükümet değildir, bir isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat Terakki'nin canlandırıcılarıdır. (…) Bolşevikten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim barış yapmaya ve bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır.”
Kısacası Halife/Padişah Vahdettin açıkça Milli Mücadele'ye karşı iç savaş başlattı.
Milli Mücadele'de padişah onaylı hükümet kışkırtması nedeniyle Anadolu'da çok sayıda isyan çıktı.
Bunun adı “ihanet” değil de nedir Allah aşkına?
YUNAN GALİBİYETİNİ BEKLEYENLER
10 Nisan 1921'de Padişah Vahdettin'in has adamı Ahmet Anzavur şöyle bir açıklama yaptı:
“Padişah, Yunanlılara karşı harp edilmesine razı değildir. Yunanlar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızasına aykırı olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır.”
14 Mayıs 1920'de Beyazıt Meydanı'nda, Bekir Sıtkı Bey komutasındaki İkinci Kuvayı İnzibatiye Alayı'nı irşad amacıyla bir dini tören düzenlendi.
Törende ünlü İzmirli vaiz Hafız İsmail Efendi, Halifenin ordusu durumundaki Kuvayı İnzibatiye'nin “asileri” yani Kuvayı Mimleyicileri yok etmesi için dua etti. Dinleyiciler “âmin” sesleriyle duaya eşlik ettiler.
Hafız İsmail Efendi, İngilizlere düşman olanlara “aramızdaki hainler” dedi. Sonra da şunları söyledi: “Yarabbi sen bizi ıslah et! (…) Hele içimizdeki vatan ve İngiliz düşmanlarını atalım. Caniler, hak ettikleri cezaları alsınlar.”
Hafız İsmail Efendi, Kuvayı Milliye'ye de şöyle saldırdı: “Kuvayı Milliye memleketi kurtaracakmış gibi adi, bayağı propagandalara kapılmak, karanlığa kapılmış görülmek, bunlar ne fena şeylerdir.” Daha sonra da Kuvayı Milliye'ye en ufak bir merhamet gösterilmemesini istedi. (Sabahattin Özel, Mustafa Kemal Atatürk, Yeni Gerçekler Yeni Düşünceler, s. 152-154)
12 Temmuz 1920'de Osmanlı Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi, Peyam-ı Sabah'a verdiği demeçte, Yunan taarruzunun, İstanbul Hükümeti'nin programına uygun olduğunu açıkladı. “Çünkü Yunan ordusu, bizim programımıza da uygun olarak Mustafa Kemal'e ceza verme işini yapıyor. Bu hareket zorlukla karşılaşmaz. Mustafa Kemal'in ordusu haydutlardan, yağmacılardan, sabıkalılardan kuruludur” dedi.
Mili Mücadele'den sonra meclis gizli oturumunda 150'likler konusu görüşülürken Ertuğrul (Bilecik) Milletvekili Dr. Fikret Bey'in “Yunan bayrağını öptü” dediği kişi, işte bu Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi'dir.
12 Ağustos 1920'de Yunan Başbakanı Venizolos'a bir suikast girişiminde bulunuldu. Venizelos hafif yaralarla kurtuldu. Bunun üzerine aynı gün, Yunan işgali altındaki Edirne'de Metrpolithane Kilisesi'nde Venizelos için bir “şükran ayini” düzenlendi. Ayine Edirne Müftüsü Hilmi Efendi de katıldı. Öğleden sonra Rum Vali, General Zimbrakakis, General Leonardapulos, Metropolit Efendi ve yanındakiler Selimiye Camisi'ne geldiler. Müftü Hilmi Efendi Selimiye Camisi'nde Venizelos'un sağlığı için dua etti. Hilmi Efendi okuduğu duada Venizelos'u “özgürlük ve adaletin temsilcisi” olarak andı. (Özel, s. 156)
30 Ağustos 1920'de Yunan uçakları, Eskişehir üzerinde uçarak Teali İslam Cemiyeti'nin bildirilerini attılar. Bildirilerde Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının öldürülmeleri isteniyordu.
İşbirlikçi basın da bir Yunan zaferi bekliyordu.
Örneğin, 8 Eylül 1921'de Refi Cevat Ulunay, “Görüyoruz ki Yunanistan, kısa zamanda Mustafa Kemal kuvvetleri denilen çapulcuları tepeleyecektir” diye yazdı.
19 Ağustos 1921'de Ali Kemal de şöyle yazdı: “Yunanlar Ankara kapılarına dayandılar. Mustafa Kemal'e barınacak yer kalmayacak. Hesap sorma zamanı geldi.”
Görülen o ki, padişahından sadrazamına, adliye nazırından içişleri bakanına, şeyhülislamından gazetecisine Osmanlı Hükümeti “Yunan'ın galip gelmesi için” seferber olmuştu.
MÜTAREKE BASINININ KUVAYI MİLLİYE DÜŞMANLIĞI
Milli Mücadele'de Mütareke Basını Kuvayı Milliye'den “Kuvayı Gayri Milliye” diye söz ediyordu. Alemdar ve Peyamı Sabah gibi işbirlikçi gazeteler Kuvayı Milliyecileri “bolşevikler”, “İttihatçılar”, “asiler”, “eşkıyalar”, “caniler”, ve “Kemaliler” olarak adlandırıyordu. Kuvayı Milliye Yeniçeri Ocağı'na benzetiliyor, II. Mahmut'un Yeniçeri Ocağı'nı kaldırması gibi VI. Mehmet Vahdettin'in de Kuvayı Milliye'yi kaldıracağı söyleniyordu. Alemdar Gazetesi, Nisan 1920'de günlerce “Sultan II. Mahmut Yeniçeri Ocağı'nı Nasıl Kaldırmıştı?” başlıklı bir yazı dizisi yayımladı. Mütareke Basını'nın kirli kalemleri Milli Mücadele'nin önderi Atatürk'e “eşkıya”, “cani”, “sergerde” vb sıfatlarla acımazsızca saldırıyordu. Misakı Milli'den bile iğrenerek söz ediyorlardı. 2 Şubat 1920'de Alemdar'da Refik Halit, Misak-ı Milli'den “Allah'ım ne çirkin, ne gayri milli bir kelime” diye söz etmişti.
Demem o ki;
Dün Yunan'ın galibiyeti için seferber olanlar; Vahdettinler, Damat Feritler, Mustafa Sabriler, Ali Kemaller, Ali Rüştü Efendiler, Hilmi Efendiler… kaybettiler. Yarın da “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen Fesli Kadirler ve onu el üstünde tutunalar kaybedecekler.
Sinan MEYDAN, 26 Kasım 2018
https://twitter.com/smeydan