Şiddet içeren ve şiddet içermeyen eylemler ayrımında
Vatana ihanet nedir?
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında TBMMnin iki numaralı kanunu Vatana İhanet Kanunudur. Bu kanun Özal anlayışı ile 1991 yılında kaldırıldı. Yerine çıkarılan Terörle Mücadele kanunu ise cumhuriyet rejimini koruma açısından yeterli değil.
Türkiye zor bir dönemden geçiyor; laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar verilen iktidar partisi Anayasa Mahkemesince mahkum ediliyor ama laiklik karşıtı örgütlenmeye giderek cumhuriyet rejiminin temel değerlerini değiştirme çabası içerisinde olan Fethullah Gülen ağır ceza mahkemesinde beraat ediyor. Basit bir mantıkla her iki olay yan yana getirildiğinde, laiklik karşıtı eylemleri yüzünden bir siyasi parti yargılanıyor ve mahkum oluyor, ama aynı eylem içerisinde olan bir cemaat beraat ediyor, hukuken nasıl açıklanabilir bu? Bu tür eylemlerin geçmişine bir göz atıp yasal bir çözüm arayalım.
HIYANET-İ VATANİYYE KANUNU
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana kuruluş felsefesine karşı eylemlerin hedefi olmaktan kendini bir türlü kurtaramamıştır. Laiklik karşıtı eylem olarak ifade edilen irticanın, devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik eylem olarak anlaşılan terörün yıkıcı ve bölücü tehdidiyle hep yaşamıştır.
Mustafa Kemal döneminde bu zararlı faaliyetler vardı ama terör değildi, laiklik karşıtı eylem değildi. 1920 yılında terör; devletin varlığına karşı isyan, laiklik karşıtlığı ise 1925 yılından itibaren kutsal din duyguları üzerinden siyaset yapmak, bu amaçla cemiyet kurmak eylemleri ile özdeşti. Bu suçların adı terör ya da irtica değil vatana ihanet idi, bu kanunu vardı ve cezası idamdı.
Geçmişteki adıyla Hıyanet-i Vataniyye Kanunu TBMMnin iki numaralı kanunudur ve 29 Nisan 1920de çıkarılmıştır. Özelliği nedir; Türkiye Cumhuriyetinin inşasını yapacak olan TBMMnin otoritesine karşı çıkması olası kişi ve gurupların etkisiz hale getirilmesi amacıyla yürütme erkinin güçlendirilmiş olmasıdır.
Kanunun birinci maddesinde yer alan Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur şeklinde hüküm ile Büyük Millet Meclisinin meşruluğuna başkaldırma niyetinde olarak, söz, eylem ve yazı ile karşı koyanlar ve karışıklık çıkarmak isteyen kişiler vatan haini sayılmıştır.
Burada görülen vatana ihanet kavramı; yeni cumhuriyet rejimini ve rejimin ortaya koyduğu temel yapıyı yıkmak için harekette bulunanların eylemi şeklinde değerlendirilmiş ve günümüzdeki terör eylemlerine karşılık gelen yasal mevzuatın temelini oluşturmuştur.
14 maddeden ibaret bulunan Hıyaneti Vataniye Kanunu'nun vatan haini sayılanları tarif eden birinci maddesi, 15 Nisan 1923 günlü ve 334 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve Saltanatın ilgasına ve hukuku hâkimiyet ve hükmüranîsinin gayri kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere Türkiye halkının mümessili hakikisi olan Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti maneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teşrinisani 1338 tarihli karar hilâfına veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya tahriren veya fiilen ankastin muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan kesan haini vatan addolunur hükmü eklenerek saltanatı geri getirmeye çalışanların da vatan haini sayılacakları hükme bağlanmıştır.
Cumhuriyet rejimine karşı yapılan ve Musul ile Kerkükün kaybedilmesine yol açan Şeyh Sait ayaklanması üzerine, 25 Şubat 1925 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanununa yeni bir ekleme yapılmış ve Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasi gayelere esas olan veya alet ittihaz maksadiyle cemiyetler teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar haini vatan addolunur. Dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek şekli devleti tebdil ve tağyir veya cemiyeti devleti ihlâl veya dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müçtemian kavli veya tahriri veyahut fiili bir şekilde veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezâlik haini vatan addolunur şeklinde bir düzenleme ile dinin politikaya alet edilemeyeceği ve bu suçun da vatan hıyaneti sayılacağı hükme bağlanmıştır. (556 sayılı Kanun).
1925 değişikliği aslında bugünkü laiklik karşıtı eylem olarak adlandırılan irtica ile mücadelenin de temel hukuki zeminini sağlıyordu.
Mustafa Kemal döneminde cumhuriyet rejiminin temel değerlerinin korunması amacıyla çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanununa bu bilgiler ışığında bakıldığında; cumhuriyet rejimini yıkmak ya da rejimin temel değerlerini ortadan kaldırmak amaçlı yapılan her eylem vatan hainliğiyle eşdeğer tutulmuş ve bu suç, en ağır ceza olan idam cezasıyla karşılık bulmuştur.
TERÖRLE MÜCADELE KANUNU
12 Nisan 1991 tarihinde çıkarılan 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile Mustafa Kemal döneminin ve cumhuriyetin ilk kanunlarından olan Hıyanet-i Vataniye Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Kaldırılmış ancak yerine ikinci bir Vatana İhanet Kanununu çıkarılmamıştır.
Günümüz anayasasında cumhurbaşkanlarının ancak Vatana İhanet suçundan yargılanabileceği yazılıdır, buna karşın günümüz Türkiyesinde böyle bir kanun yoktur. Eylemi suç sayan kanun olmadığından yine günümüz Türkiyesinde vatana ihanetin suç olmadığını da söylemek mümkündür. Kaldı ki yine günümüz Türkiyesinde vatana ihanet suçunun maddi ve manevi unsurlarını açıklayan hukuki bir kaynak da bulunmamaktadır.
Sade ve masum bir gözle konuya bakılarak Özal siyasetinin yürürlükten kaldırdığı Hıyanet-i Vataniyye Kanununun yerini Terörle Mücadele Kanunu almıştır ve Mustafa Kemal döneminde vatana ihanet olarak görülen suçların yerini de günümüzün küresel terör suçları almıştır, denilebilir ama gerçek öyle değildir.
Birincisi; Mustafa Kemal döneminin temel endişesi iç güvenliği korumak değil yeni kurulan Türk Cumhuriyetinin varlığını ve bekasını korumaktı.
İkincisi ise; o dönemde vatana ihanet suçundan anlaşılan sadece günümüzde yaşadığımız terör olayları değildir; kutsal din duygularımızın siyasete alet edilmesi de, bu temiz duyguların kötüye kullanılarak halk arasına nifak ve ayrımcılık tohumlarının ekilmesi ve bu amaca yönelik yapılan tüm eylem ve söylemler de vatana ihanet suçunun oluşması için yeterli sayılmıştır.
Dolayısıyla Mustafa Kemal ruhu ile vatana ihanet suçuna bakıldığında, günümüzde sıkça dile getirilen devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik tehditler ile anayasal cumhuriyet rejiminin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti yapısına yönelik tehditlerin vatana ihanet suçları olarak kanun kapsamına alındığı açıkça görülmektedir.
Yeni değiştirilen TMKda ise bu ruh ve bakış yoktur; kanun bölücü terörü sadece bir suç olarak görmekte ve sıradan bir suç soruşturmasında uygulanan prosedürü esas almaktadır. Üstelik bu kanun ile irtica tehdidi bir siyasi parti suçu sayılmış, tarikat ve cemaatlerin eylemleri ise suç olarak dahi nitelendirilmemiştir.
Bu çerçeveden bakıldığında, yürürlükten kaldırılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu yerine çıkarılan Terörle Mücadele Kanununun cumhuriyet rejimini koruyacak bir nitelik taşımadığı açıkça görülmektedir.
İRTİCA VE TERÖR İLE İHANET
Terörle Mücadele Kanununda yer alan terör genel anlamıyla; cebir ve şiddet kullanarak Anayasada belirtilen cumhuriyetin niteliklerini ve düzenini değiştirmek, Türk devletinin ve cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, temel hak ve hürriyetleri yok etmek şeklinde tanımlanmıştır.
Bu tanım, kelimenin tam anlamıyla PKK terör örgütünün eylemleriyle örtüşmektedir. Çünkü PKK terör örgütünün siyasi hedefi Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaktır.
Yine bu tanım, Mustafa Kemal döneminde çıkarılan Hıyanet-i Vataniyye Kanununun birinci maddesinde yer alan vatan hainliği kavramıyla da suç ve ceza açısından örtüşmektedir.
Ancak yürürlükten kaldırılan Hıyanet-i Vataniye Kanununda kutsal din duygularının siyasete alet edilmesi, bu amaçla cemiyet kurulması ya da bu yolda eylem ya da söylemlerde bulunulması vatana ihanet suçu olarak kabul edilmişken, günümüz Terörle Mücadele Kanununa bakıldığında bu yönde yazılmış bir hükmün bulunmadığı görülmektedir.
Çünkü cebir ve şiddete başvurulmadan anayasal cumhuriyet rejimini değiştirmeye çalışmayı kanun terör suçu olarak saymamaktadır.
Fethullah Gülenin irticai eylemlerinden dolayı yargılandığı mahkemede beraat etmesinin altında bu boşluk yatmaktadır.
Yani bugün Türkiyede şiddet yoluyla rejimi değiştirmeye çalışmak terör suçudur ama şiddete başvurmadan aynı eylemin yapılması suç değildir.
Peki, irticaya yönelik yasal bir mevzuat hiç mi yoktur? Elbette ki vardır; Anayasanın 68. maddesi 4. fıkrasında Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz şeklinde yer alan hükümle laik rejim karşıtı eylemler bir siyasi parti suçu olarak değerlendirilmiştir. Aykırı hareket edenler hakkında da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesince siyasî partilerin kapatılması kararının verilebileceği hükme bağlanmıştır.
Bu durumda iki husus ön plana çıkmaktadır; birincisi cebir ve şiddet kullanmadan anayasal düzeni değiştirmeye kalkan bir siyasi partiye ancak kapatma cezası uygulanabilmekte, ikinci ise cebir ve şiddet kullanmadan anayasal düzeni değiştirmeye kalkışan kişi ya da guruplara karşı ise uygulanabilecek bir kanun ve ceza bulunmamaktadır.
Bu açıklamaları güncel örmeklerle çerçevelemek gerekirse eğer, irtica-siyasi parti ilişkisinde örnek olarak; bugünün iktidar partisi olan AKP, laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle yargılanması ve sonuçta Anayasa Mahkemesi tarafından suçlu görülerek devlet yardımdan mahrum bırakılma cezası ile mahkum edilmiş olması söylenebilir.
İrtica-kişi-cemaat ilişkisinde ise, laik cumhuriyet rejimini değiştirmek için örgüt kurmak suçundan Fethullah Gülen yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılanması ancak eyleminde şiddet unsuru bulunmadığından beraat etmiş olması çarpıcı bir örnek olarak gösterilebilir.
İrtica ile mücadele içinde yaşadığımız trajediyi okurların gözleri önüne serebilmek için; Mustafa Kemal döneminde böyle bir parti aynı eylemleri yapsaydı eğer, vatan hainliği ile suçlanacak ve vatan hainliğinden idam cezasına çarptırılmış olacaktı, şeklinde bir varsayımda bulunmak mümkündür.
Benzer şekilde Fethullah Gülenin irticaya yönelik faaliyetleri için de; cumhuriyetin ilk yıllarında aynı suçtan mahkeme önüne çıkmış olsaydı, vatan hainliği suçlamasıyla yargılanacak ve belki de en ağır cezaya mahkum edilmiş olacaktı, demek mümkündür.
VATANA İHANET KAVRAMI
Cumhuriyetin 2 sayılı kanunu olan Hıyanet-i Vataniyye Kanunu Özal siyaseti tarafından yürüklükten kaldırılmış, yerine Terörle Mücadele Kanunu çıkarılmıştır ancak bu kanun, önceki kanunun ruhunu yansıtmamaktadır.
Milyonlarca şehit pahasına kazanılan cumhuriyet rejimini yıkmaya çalışmak başka ülkelerde terör suçu olarak görülebilir ama Türk milleti için terörden öte bir vatana ihanet suçu olarak kabul edilmelidir.
Bugün Türkiyenin cumhuriyet anayasal rejimi hangi tehditlerle karşı karşıyadır; biri; bölücü terör, diğeri ise; irticadır. Şiddete dayalı terör suçlarını içeren Terörle Mücadele Kanunu şiddete dayanmayan irtica suçları için açık kapı bırakmakta, bir şekilde irticanın yolunu açmaktadır.
Terör suçları devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alırken irticai eylemler cumhuriyetin laik rejimini hedef almaktadır. Birinde üniter devlet yok edilmeye çalışılırken diğerinde laik devlet yıkılmaya çalışılmaktadır.
Şehit kanlarıyla kurulan Türk devletinin varlığına ve bekasına yönelik bu suçların bu kutsal topraklarımızın özelliği nedeniyle terör değil vatana ihanet olarak değerlendirilmesi şarttır.
Bununla birlikte son yaşanan olaylar ve uygulamalar Türk ulusunun ulusal çıkarlarının yok sayıldığını göstermektedir. Ulusal çıkarlarını koruyamayan ulusların varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle değişmez ancak geliştirilebilir olan ulusal çıkarların Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile somutlaştırılması ve ulusal çıkarları gözetmeyen ülke yöneticilerinin de vatana ihanet suçundan yargı önüne çıkarılması zorunlu görülmektedir.
VATANA İHANET KANUNU
Türkiyede Vatana İhanet Kanunu çıkarılmalı ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile devletin laik rejimine karşı eylemler bu yeni kanun çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararı ile tescil edilen bir partinin iktidar olduğu günümüzde böylesi bir kanunun çıkarılması mümkün görülmemektedir.
Bu dönemde çıkarılması mümkün olmasa da bu konu gündemden hiç düşürülmemeli ve devran döndüğünde bu kanun yaşama geçirilmelidir.
Geçiş döneminde ise şiddet içermeyen irtica faaliyetlerinin de terör suçları kapsamına alınmasını istemek demokratik, sosyal, laik ve hukuk devleti olan Türkiyede en doğal haktır.
Türk Milleti Mustafa Kemalin Askeridir, Türk Cumhuriyeti ve Türk Devletinin en büyük teminatıdır. Dört bir yandan gelen tehditlerle kuşatılan Türk Milleti, bu zorlu döneminde Türkün varlığına ve bekasına karşı eyleme geçenleri bir gün mutlaka tarih önünde terör ve irticadan değil vatana ihanet suçundan yargılayacaktır.
Erdal SARIZEYBEK - TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı