2000’li yılların başı, internetin kasıp kavurduğu yıllardı. O zamanlar internet kafelerde yer bulamayıp sıraya giriliyordu. İnsanların geliş sebebi farklıydı. Kimi oyun oynamak, kimi İRC’de sohbet etmek istiyordu.
Ben ise o yıllar web sitesi tasarlama, Unrealircd için modül hazırlama gibi işlere merak sarmıştım.
Bir yandan bunlarla uğraşırken bir yandan da hızla popülerliği artan forumlarda karalamalar yapmaya başladım. Bu süreçte çeşitli iş kollarında çalıştım.
2009 yılında gazeteciliğe adım attım.
O yıl kurduğum web sitesi üzerinden gündemle ilgili görüşlerimi kaleme alıyordum. Yazılarım arkadaş ortamlarında çok beğenilince bir arkadaşın önerisiyle Adana’da yerel bir gazetede, kısa bir muhabirlik deneyimim oldu. İlk gittiğim haber rahmetli Rauf Denktaş‘ın bir otelde düzenlenen konferansı olmuştu.
Tüm gazeteci arkadaşlar, not alıyor cep telefonu kamerasıyla video çekiyorken ben ise kollarımı kavuşturmuş dinliyordum sadece.
İlgi çekmiş olmalıyım ki arkamda oturan bir hanım gazeteci:
“Affedersiniz orası basın mensupları için. Yer değiştirebilir miyiz?” dedi.
Gazetenin verdiği sarı personel kimlik kartını uzatıp:
“Ben de öyleyim.” dedim.
Elimde kâğıt, kalem yok!
Bırak fotoğraf makinesini, telefonum bile kamerasızdı.
O gazetecinin beni süzüşünü, ellerime bakışını hiç unutmuyorum.
Kafamı işaret edip “Buraya atıyorum notları.” dediğimi hatırlıyorum.
O konferansta Rahmetli Denktaş çok şey söyledi. Aklımda kalan “ Amerika uyduruk bir şey buldu ‘ılımlı İslâm’ diye. Sanki İslâmın az şekerlisi, çok şekerlisi, kaynarı var.” cümlesi olmuştu.
Haberi kafama göre yazıp vermiştim. Böyle bir müddet devam etti. Hem internette yazıyor, hem gazeteciliğin inceliklerini öğrenmeye çalışıyordum. Şimdi var mı bilmiyorum ama o dönem TGC’nin online gazetecilik eğitimi vardı. Para almadığım için yerel gazeteye gitmeyi bırakmıştım. Yine gündem değerlendirmelerime devam ediyordum. TGC’nin eğitimini de aldıktan sonra aynı yıl Haberokur’u kurdum. Bu başlı başlına ayrı bir hikâye.
Nasıl kurdum, nasıl yükseldim ve nasıl düştüm?…
Başka bir yazıda nasipse bir gün anlatırım.
O günden bugüne kadar bu sektörün içinde yer aldım. Gazetecilikle alakalı kitaplar alarak kendimi geliştirmeye devam ettim. 2013 yılında Yeniçağ gazetesine adım attım. Bünyesindeki Günboyu ve Dokuzsütun gazetelerinde editör ve köşe yazarı olarak çalıştım.Bu esnada da İstanbul Üniversitesi Medya ve İletişim bölümüne kaydoldum.
*
Gazetecilik yaptığım süre boyunca çok anılar birikti elbet. Sadece meslekle ilgili değil, bilfiil 8 yıl boyunca Kartal-Yenibosna arası gidip geldim. Metro ve metrobüsteki anıları kısmetse belki bir gün kitaplaştırırım.
Uzatmayayım meslekte acısıyla tatlısıyla 12 yıl geride kaldı.
Ve çok sevdiğim bu mesleğe üzülerek veda etmenin de zamanı geldi.
*
Gönlüm hüzünlü olsa da vicdanım rahat. Bu süre içerisinde kalemimi satmadım.
Kimsenin adamı olmadım. Paraşütle inen gazetecilerden değildim. Tırnaklarımla, emeklerime bugüne geldim.
Bildiğim doğruları yazdım. Yanlışları eleştirdim.
Herkes güce tamah ederken ben mağdurun yanındaydım.
Elimden sadece yazmak geliyordu, yazdım.
Ama haddimi de bildim.
Yine de bu süre içinde bilerek ya da bilmeyerek sürç-i lisan ettiysem affola.
Zaman neyi gösterir, günün birinde bana kapısını açan bir gazete olur mu bilemem.
Rızkı veren Allah… Kısmet diyelim.
Görelim bakalım Mevla neyler, neylerse güzel eyler…
Lütfen ne olursa olsun doğruların ve mazlumların yanında yer alın.
Bir gün tekrar görüşmek üzere hoşça kalın!…