Vefayı en çok hak edenler
Mustafa Önsel ağabeyin yazısında geçiyor… Arkadaşı olan dönemin Bismil İlçe Jandarma Komutanı anlatıyor o anı: "Masadaki ekmek ve yoğurtla, piknik tüpünün üstündeki kızartılmamış bibere takıldım. Öylece duruyorlardı. Akşam yemeklerini bile yiyememişlerdi. İçim acıdı birader. Ben bile gözyaşlarıma hâkim olamadım. Bunca olay gördüm, bundan etkilendiğim kadar hiç birinden etkilenmedim…"
Bir baba ve kızın ölmeden önce hazırladıkları son yemekti o… 21 yaşında henüz 25 günlük öğretmenken Diyarbakır'ın Bismil ilçesi Çavuşlu köyünde katledilen Tekirdağlı Neşe Alten ve babasının yemeği…
Önceki gün ölüm yıldönümüydü Neşe'nin… Sosyal medya sayesinde bu yıl daha fazla hatırlandı Neşe ve diğer şehit öğretmenler… Ama yetmez, önümüzdeki 24 Kasım'ı vesile kılarak, çok daha fazla hatırlamak ve milletin hafızasına yerleştirmek mecburiyetindeyiz bu kahramanları…
* * *
Ekim ayı adeta öğretmen katletme ayıydı… Yine bir 26 Ekim'de, yine Bismil'de Babahaki'de küçük kızları Mahinur'un gözleri önünde Ayşe ve Numan Konakçı katledilmişti…
'Isıtmak ve ışıtmak için' gidilen topraklarda Ekim ayında öğretmenler, 1989, 1991 ve 1992'de birer, 1993'te 23, 1994'te 5, 1995'te 4, 1996'da 4 şehit vermişti…
Korkak teröristler için kolay hedefti onlar… Darbe yiyince misilleme istiyordu karargâh… En basit, en risksiz, en alçakça misilleme yöntemi buydu…
Örgütte şöhret yapmak, öne çıkmak, kanlı sicile katkıda bulunmak ve bu esnada eylemi 'kayıpsız' atlatmak için kimsesiz ve savunmasız öğretmene vurmak en cazip eylem şekliydi… Hem ideolojik kılıf da hazırdı: Onlar 'faşist TC'nin asimilasyonla görevli memurları'ydı!.. Böyle anlatıyor bu 'eylem pratikleri'ni Şemdin Sakık 'Mektuplar'ında…
* * *
Kimisi babalarının kıyamayıp, kendilerine eşlik ettikleri kızlarıydı… Kimisi kocasını yalnız bırakmak istemeyip, dengi toplayarak, beşikteki çocuklarıyla bilmedikleri topraklara, 'kader'e koşan eşlerdi… Çoğu fakir ailelerden gelmeydi, görev bölgelerini seçecek lüksleri olamazdı…
En ilkel şartlarda çalışmayı göze almışlardı… Kapalı okulları açmışlar, ilk maaşlarıyla badanaları yapmışlardı…
Stalinist yöntemleri benimsemiş bir terör örgütün korkakça saldırılarıyla son bulacak bir hayatı öğrencilerine sebil ettiler… Nereden bileceklerdi, memleketin doğusuna doğru istikbale koştuklarını zannederken aslında namluya sürülmüş kurşunlara koştuklarını? Diyarbakır Hantepe örneğinde olduğu gibi diğer öğretmen arkadaşlarının yanından 'seçilerek' alındılar ve katledildiler…
* * *
Lütfen unutmayalım… Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü Ahmet Kaya'nın ruhuna verilmişti… O Ahmet Kaya'nın dağları vardı şarkılarında "Kentler zalimdi dayanamadım/ dağlarda ölmek isterim" dediği dağları… Ama o dağlarda ölmedi, Paris'te öldü… Bahsettiği o dağların eteklerinde masumlar katledildi… Şarkıların plastik çiçekleri değil, gerçek krizantemler kırıldı o dağ yamaçlarında ve alçakça pusuların kurulduğu şehirlerde…
O öğretmenler açılmayan kapıları açtılar, girilmeyen okullara girdiler, dalgalanmayan bayrağı dalgalandırdılar… Masum ve savunmasızdı hepsi… Öldürülmeleri bir kelebeği öldürmek kadar kolaydı… Terörizmin 'sıcak kan' ihtiyacı depreştikçe, babalarıyla, eşleriyle, yavrularıyla birlikte katledildiler…
Lütfen unutmayalım, Şivan'ın 'memleket hasreti'nin, daha stajyer öğretmenken şehit edilen Oflu Ali Bulut'un, Çanakkaleli Halil'in, Osmaniyeli Halis'in ve diğerlerinin ana babasının evlât hasretinden üstün kılındığı günleri…
Lütfen unutmayalım, 'çocukları eğitsin' diye dağlara gönderdiğimiz, sonra cesetlerini topladığımız kardelenlerin vebalinin, birkaç yıl öncesine kadar eşkıyaya uzatılan sorumsuz ve komplekssiz ellerden daha büyük olduğunu…
* * *
Rahmet olsun Neşe'ye, Aybüke'ye, Necmettin'e ve diğerlerine… Dileriz 24 Kasımlar 'vefanın yıldönümü' olur…
Servet AVCI, 28 Ekim 2019
avciservet@hotmail.com