VIII. yy’da İslam’da İlericiği Başlatan Devrim:
Proto-Atatürkçü Mutezile Devrimi
Müslüman Araplar, 630’larda Mekke’den çıkıp çevreye yayılarak önlerine gelen topraklara el koymaya ve oralarda kendi egemenliklerini kurmaya yöneldiklerinde, ellerine geçirdikleri ilk yabancı topraklarda, Ortodoks Hıristiyan Bizans’ın sapkın sayıp sürgün ettiği Doğu Kiliseleriyle içiçe geçmiş eski Yunan savunucularıyla karşılaştılar ve doğal olarak yaptıkları ilk iş Halife Ömer’in yaptığı gibi onların kitaplarını ortadan kaldırıp Kur’an’ı benimsetmeye çalışmak oldu. Bu benimsetme çabaları sırasında, Müslümanlarla Nesturiler, vb. gibi eski Yunanla içiçe geçmiş Hıristiyan mezhepleri arasında inançsal tartışmalar başgösterdi. Müslümanlar, onlara ilk elde Kur’an’ın Hıristiyan inançlarına ilişkin bildirimini doğrulatmaya davranarak, İsa’nın Tanrı ya da Tanrı’nın oğlu olmayıp yalnızca Tanrı’nın bir elçisi olduğunu, Meryem’in de Tanrısallık yüklenmemesi gereken inançlı bir kadın olduğunu benimsetmeye giriştiklerinde, Bizans’ın sapkın inançlılar diye sürgün ettiği Nesturiler Müslümanlığın bu savlarını kökten yadsımamışlardır; çünkü onlar da bu konularda yaklaşık olarak Müslümanlar gibi düşündükleri için Bizans’ın kıyımına uğrayıp sürülmüşlerdir. İnançlarında eski Yunan düşüncesinden pek çok ögeyi koruyan Nesturi ve Manicilerden bir bölümü bu tartışmalar sırasında “Müslümanlık bizim İsa, Meryem ve Tanrı konusundaki inançlarımıza aykırı görünmüyor, tersine Müslümanlar bizim bu konulardaki inançlarımızı onaylıyor, öyleyse Müslüman olmakla kendi öz inançlarımızdan bir ödün vermiş olmaz, tersine inançlarımızı korumuş oluruz” diyerek Müslümanlığı benimsediler. Bu benimseyiş, bir inançtan çıkıp ona kökten karşıt olan başka bir inanca dönüş biçiminde olmadığı için, Müslüman olduk diyen Nesturiler kendi inançlarını ve tapım biçimlerini Müslüman adı altında koruyup sürdürmeye yöneldiler. Bu durum Müslümanları şaşırttı ve onları yeterince Müslüman yapamadıkları kaygısına itti. İşte bu dönemde en ince ayrıntılara dek inilen sözlü-barışçıl din tartışmaları başladı. Nesturiler ve Nesturilikten Müslümanlığa geçip kendi inançlarını Müslüman adı altında sürdürmeye çalışanlar, Müslüman Araplarca ayrıntıya ilişkin tartışmalara sürüklendikçe, onlara öğretisini koruya-geldikleri Aristoteles, vb. gibi eski Yunan düşünürlerinin usyü-rütme yöntemlerini kullanarak karşı çıkmaya başladılar. Müslümanlar bu tartışmalarda eski Yunan düşünürlerinin usyürütme yöntemlerine toslayınca, usyürütme (mantık) bilimini öğrenip kullanmaksızın onları alt edemeyeceklerini anlayınca, Aristoteles, vb. gibi Kur’an öncesi dönem düşünürlerinin yapıtlarını okuyup öğrenmek zorunda kaldılar ve sonunda, Müslüman Arapların da kendi inançlarını Aristoteles’in usyürütme yöntemine (Aristo Mantığı’na) uydurarak karşıtlarına benimsetmeye çalıştığı, onları kendi yöntemleriyle vurdukları çok ince tartışmalar oldu. Unutmayalım ki Atatürk de Batı saldırganlığını Batı’nın kullandığı yöntemlerle alt etmiştir. İşte İslam’da eski Yunan düşüncesine duyulan eğilim, 700’lü yılların sonlarına doğru, böyle bir ortamda, böylesi gereksinimler sonucu doğdu. İslam’ı VIII. yüzyıldan XII. yüzyıla dek yeryüzünde bilimin ve düşüncenin öncüsü konumuna yükselten, inanç alanında dahi usa ve bilime dayanmayı benimsemeleri nedeniyle Proto-Ata-türkçü olarak nitelendirebileceğimiz ve kendilerine Arapça Mu-tezile adını veren (Türkçesi: Çizgidışı; Fransızcası: Marjinal) İslam mezhebi de, bu tartışmalarda kazandığı başarılarla sivrildi ve bu başarıları nedeniyle Müslümanlar arasında çok sayıda yandaş edinerek güçlendi. Ne ilginçtir ki, Proto-Atatürkçü nitelikler taşıyan Mutezile (Çizgidışılar; Marjinaller) Partisi’nin kurucusunun adı da Vasıl bin Atâ’dır; Türkçe söylersek: Atâ’nın oğlu Vasıl ya da Vasıl Atâoğlu...
Atâ’nın oğlu Vasıl’ın önderliğinde kurulan Mutezile Mezhebi (Çizgidışılar Partisi), bu tartışmalardan çok önce, Emevi döneminde, Emeviler’in koyu karanlık baskıcı yönetimine karşı çıkarak “Ümmet, imamını seçebildiği gibi, onu azledebilir de” (= toplum, kendisini yönetecek kişileri seçmek; seçtiklerini denetim altında tutmak ve gerekirse onları yönetimden uzaklaştırmak yetkesindedir) görüşünü savunanlarca oluşturulmuştu. Emevilerin kandökücü, baskıcı, korkunç yönetimi altında Müslümanlar arasında biri katlanıcı, boyun eğici Sufilik (Tasavvuf akımı), diğeri usçu-bilimci, başkaldırıcı Mutezilecilik olmak üzere başlıca iki akım ortaya çıkmıştı. Mutezilecilik Emevilerce kovuşturuluyor, ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu. Daha sonra, Abbasiler döneminde, halife Me’mun’un Nesturilerle tartışmalar sırasında Müslümanların yüzünü ağartan ve bu nedenle Müslümanlar arasında çok yandaş toplayan Mutezile Mezhebi’ne (Çizgidışılar Partisine) girmesiyle, bu usçu-bilimci Müslümanlık, Abbasi devletinin resmi görüşü oldu. İşte Abbasi halifesi Me’mun döneminde İslam devletinin din alanında usçuluğu, bilimciliği savunan Mutezile görüşünü benimsemesi, Müslümanların yeryüzünde dört-beş yüzyıl sürecek ilerici bilimsel başarılarını başlatan en önemli olaydır. 827’de gerçekleşen bu devrim, İslam topraklarında bir benzeri ancak 1100 yıl sonra Türkiye’de gerçekleşecek olan usçu-bilimci Atatürk Devrimleri denli önemli bir olaydır. Mutezile akımının usçu-bilimci din anlayışının VIII. yy’da halife Me’mun eliyle devlet ideolojisi (düşüngüsü) olarak benimsenmesi, İslam’da sözün gerçek anlamıyla Çizgidışı bir devrim olmuştur:
Araplar (çevre ülkeleri ellerine geçirince-) kendilerini antik uygarlıkların başdöndürücü entellektüel hazinelerine sahip olmuş bir durumda buldular. “Ulum-el-avail” (İslam öncesinin bilimleri) adını verdikleri bilimleri dini tartışmalarda kullanmaya başladılar.(...) Basra ve Bağdat sokaklarında özgür iradecilerle yazgıcılar arasındaki kanlı çatışmalardan Mutezilecilik (çizgi dışında olan) diye bilinen, akılcı düşünürlerin oluşturduğu radikal bir akım ortaya çıktı. Bu felsefenin Müslüman düşünce ve toplumu üzerindeki etkisi yüzyıllar boyu yankılanacaktı. Halifelerden Me’mun ve Mutaasım bunu bir devlet doktrini olarak kabul ettirdi. (...) Mutezilecilik, inançla akılı bağdaştırmayı amaçlıyordu. Müslüman teolojisi ile Yunan mantığı arasında kurulan sentez,. İmparatorluk soylularının sarayları aracılığıyla İspanya’ya ve oradan da Endülüs’e yayıldı... Akılcılık doktrini cami ve medreselerde va’zedildi ve eğitilmişlerin ayırdedici işareti oldu. Toplumun nüfuzlu ve entellektüel sınıfları (şehzadeler, saray mensupları, kadılar, profesörler, doktorlar ve tüccarlar) Mutezileciliği kendi inançları olarak benimsediler. Laik bilimlerde olağanüstü ilerlemeler Mutezileci yöneticiler zamanında meydana gelirken, büyük İslam hocalarının ve bilim adamlarının çoğu, ya akılcılığa olan bağlılıklarını açıkça dile getirdiler ya da büyük ölçüde onun etkisi altında kaldılar. Mutezileciliğin İslam’ın dışında ya da karşısında değil, içinde gerçekleştirilen büyük bir devrimci hareket olduğunu anlamak önemlidir.
İşte üzerinde yerli yabancı tüm yazarların görüş birliği ederek övdükleri, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ise XIII. yüzyılda sona erdiğini yadsıdığı İslam’ın Altın Çağı böyle, VIII. yüzyıldan sonra Müslüman toplumlarda yönetim aygıtına usçu-bilimci Müslümanlığın (Proto-Atatürkçü Mutezile düşüncesinin) egemen olmasıyla başlamıştır. Bu olgu, bize, bir toplumda bilimsel-düşünsel ilerlemenin o toplumun yönetimine egemen olan anlayışla kopmaz bağları olduğunu da göstermektedir. Tıpkı bir toplumun bilimsel-düşünsel gerilemesinde de o toplumun yönetiminin belirleyici etkisi bulunduğu gibi...
İslam'da Bilimin Yükselişi Ve Çöküşü - Cengiz Özakıncı (Otopsi Yayınları)
Kaynak: http://www.alternatiforum.com/forum_posts.asp?TID=10840