Ya Atatürk olmasaydı...
'Osmanlı Cumhuriyeti', Mustafa Kemal Atatürk'ün olmadığı bir ülkenin portresini çizmeyi hedefleyen fikri ilginç, ortaya çıkan sonuç açısından ise hayli kötü bir film denemesi... Komik desen değil, trajik desen o da değil... Sadece sistemi ve iktidarı eleştirmesiyle övgüyü hak ediyor zaten gerisi absürt bir hikaye...
Osmanlı Cumhuriyeti'ni Gani Müjde yazdı ve yönetti. Hatırlarsınız, dokuz yıl önce çektiği 'Kahpe Bizans' gişede büyük bir başarı elde etmişti. Filmin görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak üstlendi. Kurgu Mustafa Preşeva'ya (45. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Vicdan filmiyle en iyi kurgu ödülünü aldı), müzik Sezgin Gezgin'e ait. Osmanlı Cumhuriyeti'nin başrollerine komedyen Ata Demirer ile genç aktris Vildan Atasever konuşlanmış. Filmin 47 kişilik oyuncu kadrosunda, Ruhsar Öcal, Sümer Tilmaç, Kerem Kupacı, Ali Düşenkalkar, Hakan Vanlı, Ahmet Çevik, Alp Öyken ve Sezen Aksu'nun önemli rolleri var. İstanbul'da 23 farklı mekânda 5,5 haftada çekilen yapımda, 1075 figüran görev aldı. Komik-trajik bir hattı izlemeye çabalayan Osmanlı Cumhuriyeti dün gösterime girdi.
.EKSİK, GEDİK BİR HAYAL GÜCÜ...
Çocuk yaştaki Mustafa (Atatürk), başak tarlasında teneke çalıp kargaları kovalarken çıktığı ağaçtan düşüp -kafesteki bülbülü kurtarmak gibi bir amaç için- yaşamını yitirse bizleri nasıl bir gelecek beklerdi? İşte, Osmanlı Cumhuriyeti'nin çıkış noktası bu... (Fikir, Sibel Can'ın seslendirdiği Serdar Ortaç bestesi 'Padişah'tan doğmuş, hani 'Bu devirde kimse sultan değil...' diye başlayan şarkıdan...) Peki, polemik yaratmak için tasarlandığı her haliyle belli olan Osmanlı Cumhuriyeti'ni sizin için biraz irdeleyelim. Öncelikle bana sorarsanız 'film nasıldı?' diye, yanıtım tereddütsüz vasat olurdu. Osmanlı Cumhuriyeti'ni hiç abartmıyorum, kötü filmler sınıfına direk sokarım. Bir kere bu film kesinlikle komik momik değil, klişe deseniz gırla... Ve espriler buzluktan çıkarılmış gibi, güldürmekten çok uzak ve günümüz mizah anlayışına asla hitap etmiyor. Atıyorum Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi maçını Antep Saint Germain (Fransızlara kalmış ya şehir) ile oynayacak. Yahu hepimiz, 'Real Mardin' ve benzeri kelime türetmeli güldürme denemelerini yıllar önce tükettik. Bazı şeyleri ısıtarak verirseniz, inanın tadı bozuluyor. Bunun yanı sıra senaryo çelişkiler ve karışıklıklar yumağını andırıyor. İstanbul'u ABD'liler işgal etmiş, pekâlâ, o vakit İngiliz askerleri nerede? Hah pardon onlar, AB'ci olmuşlar. Tam manasıyla abuk sabuk bir öykü bu...
Yapıma ruhunu vermesi gereken esas oyuncu konumundaki hayal gücü ise hepten eksik ve gedik... Başkent İstanbul bildiğiniz İstanbul, elde 15 vilayeti kalmış ülkenin en doğusunda ise küçük bir kasabayı andıran Ankara var. Siz birkaç kişinin fes takıp, kaftan giymesi, tabelaların, plakaların hem Türkçe, hem Arapça olması, bilgisayar marifetiyle boğaza yapıştırılan ABD savaş gemileri, İstanbul Üniversitesi'nin bahçesine konulan küçük ölçekli Özgürlük Heykeli ve üç beş Yanki askeriyle mi bu büyük değişikliği yansıtacaksınız? İşte asıl buna gülünür. Bu kadar kötülemenin ardından filmin iyi noktalarına gelelim. Aralara serpiştirilen siyasi tespit, göndermeler ve varsayımların bir kısmı, mevcut hükümeti eleştirmek adına alkışı hak ediyor. Keşke politik tartışmaları körükleyecek siyasi bir filme dönüştürülebilseydi bu yapım... Ve anlatılmak istenilenler, Osmanlı Cumhuriyeti'nin gizli alt metni olarak kalmasaydı. Yinede cesareti nedeniyle Gani Müjde'yi tebrik etmek gerekiyor, çünkü günümüzde iktidarı eleştirebilmek her babayiğidin harcı değil.
.DİRENİŞE DESTEK VEREN PADİŞAH
Atatürk olmayınca dolayısıyla Kurtuluş Savaşı da yapılamıyor. Ve 'Hasta Adam' Osmanlı, bir yandan ABD mandası diğer yandan Avrupa Birliği arasında itilip kakılıyor ve ülke giderek küçülüyor. Yıl 2008... Yer Topkapı Sarayı... Zamane padişahı 7. Osman, bildiğin bir kukladır ve laubali bir halkın her Allah'ın günü dalga geçtiği bir zavallıya dönüşmüştür. Yıllar önce haremini de kapatan padişah Osman, alışveriş çılgını eşi Bezmialem Saliha Sultan'dan da yeterli ilgiyi görememektedir. Geceleri kaftanını çıkartıp, takım elbisesini giyen padişah, soluğu eski bir Rum meyhanesinde almaktadır. O, dertlerinden kaçış yolunu musiki ve rakı masasında bulmuştur. En has iki adamı Yadigar ve Dumrul ise ona adeta kol kanat germektedirler. Bir gün 7. Osman, sarayının bahçesinde Ginger ile gezerken restorasyon çalışmalarına katılan 'Sanayi-i Nefise' öğrencisi güzel Asude'ye çarpar. Bu kazadan bir aşk doğar. 7. Osman ve genç kadının yakınlaşmaları, Saliha Sultanı kıskançlık krizine sokarken ABD'liler de tetiktedir. Çünkü padişahın âşık olduğu Asude, direnişçilerin görevlendirdiği bir vatanseverdir. Devir her şeyin satıldığı bir devirdir -günümüzden pek bir farkı yok aslında- Başmabeyinci İbrahim Paşa ABD'lilere, Sadrazam Sadık Muhtar ise Avrupa Birliği'ne çıkarları doğrultusunda kölelik etmektedir. Ankara'da, İstanbul'da vatanın kurtuluşu için savaşmak isteyen bir avuç direnişçi, öndersizlikten belki de harekete geçer umuduyla padişahı kurtarıcı bellemişlerdir. Ve padişah 7. Osman, biraz da aşkın hatırına direnişçilerden yana tavrını belirler. Ancak artık çok geçtir, son çırpınışlarını yaşayan padişah 'geldikleri gibi giderler' diyebilecek bir güç ve kudrete asla sahip olamamıştır ki, tarihe geçebilsin.
Gerçek Gündem, Alper TURGUT, 25.11.2008