Bugün basında sıkça yer alan ve gelecekte başımıza ciddi işler açabilecek olan yabancılara toprak satma konusuna aslında hiç de yabancı değiliz. Çünkü yabancılara toprak satışı ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu'nda Islahat Fermanıyla 1856 yılında ele alınıp resmileştirilmişti ve hiç şüphesiz devletin yabancılarca ekonomik olarak teslim olmasına ve kapitülasyonlara yol açmıştı.
O tarihlerde Time Dergisi'nde yer alan "Toprak mülkiyeti hakkının yabancılara tanınması, Osmanlı ve Anadolu topraklarına yapılan yatırımların ve sermayenin teminat altına alınmasıdır. Bu diplomatik bir başarıdır. Batı sermayesi bu toprağa nüfuz etmeli, ona sahip olmalıdır." (Yabancılara Toprak Satışı, Hüseyin Önder, Ankara, 2007, Baskı: Seçkin Yayıncılık, Sayfa: 18) sözleri, Anadolu üzerindeki Batılı emellerin ipuçlarını açıkça veriyordu. Bu, askeri şekilde ele geçirememe durumunda ülkeyi satın alarak dolaylı yönden ele geçirmek anlamına geliyordu. Bugünkü koşullara çok benzeyen o dönemin şartları Batılıları böyle bir stratejiye yöneltmişti. Bugün, 31.12.2004 tarihi itibariyle toplam 51.012 yabancı uyruklu gerçek kişinin Türkiye'de 47.240 adet taşınmaz edindiği ve bunların toplam yüzölçümünün 272.871.200 m2 olduğu bilinmektedir (http://www.tkgm.gov.tr).
Bu bağlamda, ülke topraklarımıza ilgi gösterenlerin tabiiyetleri de sırasıyla, Yunanistan, Almanya, İngiltere ve Suriye'dir. İlgi gösterilen bölgeler olarak ise 18.889 taşınmaz ile Marmara bölgesi ön sırayı almakta, bunu 15.078 ile Ege ve 15.052 ile Akdeniz Bölgelerimiz izlemektedir. İl bazında Antalya başta olmak üzere bu ilimizi, İstanbul, Muğla, Bursa ve Hatay izlemektedir. Alınan yerlerin niteliklerine göre dağılımında ise liste, 231.806.494 m2 arazi, 31.808.269 m2 bağ-bahçe, 5.055.918 m2 arsa ve 3.972.205 m2 konut şeklinde sürmektedir. Yüzde 85,10'u satış olarak gerçekleşen bu el değiştirmelerin, söz konusu resmi rakamları elde ettiğimiz 2004 yılından sonra çok daha hızlı arttığı bilinmektedir. Artış kaygı vericidir. Bu kaygı verici husus, şu andaki iktidarın yabancılara ve yabancı sermayeye tanıdığı kolaylıklar ile bu bağlamda verdiği öncelikler göz önüne alınırsa ciddi bir ürkütücülük sergilemektedir. Konu gündeme getirilse bile, siyasiler ve yöneticilerce hiç yokmuş farz edilmekte, üstü kapalı geçiştirilmektedir. "Ben yaparım olur", "Babalar gibi satarım" zihniyetiyle Telekom gibi çok stratejik bir kuruluşu bile yabancı ellere teslim eden bu anlayışa karşı yapacak fazla bir şey olmadığı da maalesef gelişmelerin sonuçlarıyla kendini ortaya koymaktadır. Hâlbuki geçmiş deneyimlerden ders alacak bir idarenin, özellikle İsrail'in toprak satın almalarla bir devlet olarak ortaya çıktığı gerçeğini de göz önüne alarak anlayışını milli bir çizgiye getirme mecburiyeti vardır. Toprak satımıyla ilgili irade sınırlandırılmasına gidilebilecek iken bu hususun söz konusu bile olmadığı ortadadır. 80 yılda satılmış olan topraktan daha fazlasının son 4 yılda satılmış olması ve özellikle bu işi çığırından çıkaran yabancılara köylerde arazi satılmasını engelleyen Köy Yasası'nın 87. maddesinin kaldırılmasıyla, Cumhuriyet'in üzerinde hassasiyetle durduğu bir konuda daha yabancılara verilmiş bir ayrıcalığın ifadesi söz konusu olmaktadır. Eskiden köylerden toprak alamayan yabancılar bugün bu şekilde çok büyük genişlikte topraklara sahip olabilmektedirler.
Konunun boyutları çok değişiktir. Ancak her şeyden önce Türkiye'de Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün verilerinin açık olmaması ve doğru, asri bilgilere ulaşılamaması, bu kurumun şeffaf olmaması hususunun da bu bağlamda ortaya konulması gerekir. Özellikle son aylarda yabancılara toprak satışlarının basın ve medyada gündeme gelmeye başlamasıyla, yabancılara satılan topraklar ile ilgili bilgilerin resmi internet sitesinden kaldırılması dikkat çekicidir.
Yüce Atatürk zamanında, yabancıların ülkemizde toprak alımlarını zorlaştırmak ve gereken hassasiyeti göstermek doğrultusunda çeşitli yasaların çıkartılmış olduğu hatırda tutulmalıdır. Öte yandan Atatürk'ün zamanında konuyla ilgili ortaya koyduğu görüşler de yabancılarla ilişkilerde son derece dikkatli olan genç Cumhuriyet'in kararlılığını gösteriyordu. Yine Atatürk'ün özellikle toprak satışlarında "karşılıklılık" konusuna verdiği önem, onurlu bir ülke olma kararlılığını da fiiliyatta açıkça ortaya koyuyordu. Atatürk'ün "Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz" söylemi de konuya verdiği önemi göstermesi yönünden önemlidir.
KARŞILIKLILIK İLKESİ
Giderek küreselleşen ticari ilişkiler ve gerekli olan yabancı sermaye açısından sınır ötesi ilişkileri zorlayan yabancılara toprak satışı günümüzde ülkeler açısından kaçınılmaz ise de bunun Türkiye açısından hiç ihmal edilmemesi gereken bir yönü vardır. O da "karşılıklılık ilkesi" hususudur. Yüce Atatürk de bu konuya önem vermiştir. Karşılıklılık ilkesi her yönüyle işler olmalı, kâğıt üzerinde kalmamalıdır. Bugün, kağıt üzerinde karşılıklılık ilkesiyle ilişkiler içerisinde olduğumuz çoğu ülkede değil iş yapabilme, bu ülkelere vize alıp gidebilmenin bile pratikte uygulamasının olmadığı haksız rekabet koşulları söz konusudur.
Ülkemizde taşınmaz almak isteyen yabancıları, tabiiyetlerine göre inceleyebiliriz. Bunlar;
1) Karşılıklılık ilişkileri içerisinde bulunduğumuz,
2) Bu ilişki içinde bulunmadığımız,
3) Sınırlı ve izinli ilişkilerle vatandaşları ülkemizde taşınmaz alabildikleri ülkeler.
Güya karşılıklılık ilkesi uygulanan, yani bizim vatandaşlarımızın da taşınmaz alabileceği ülkeler başta; Almanya, Avusturya, ABD, Belçika, İngiltere, Hollanda, İtalya, İspanya, Yunanistan'dır. Yani bu ülkelerin vatandaşları ülkemizde kısıtlamaya tabi olmadan taşınmaz alabilirler ve bu haklarını canları istediği zaman alabildiğine kullanabilirler. Ne var ki bu sistem, birçok konuda bize çifte standart uygulayan başta batı ülkeleri olmak üzere birçok ülke tarafından bizim ve vatandaşlarımızın aleyhine işlemektedir. Temelde birçok batı ülkesi, başta AB ülkeleri, vatandaşlarımıza, mali durumları ne olursa olsun vize vermekte zorluk çıkarmakta veya bu konuda cimri davranmaktalar. Birçok saygın iş adamımızın bile vize alamadığı bir ortamda, bize vize vermeyen ülkelerin vatandaşları ülkemizde diledikleri şekilde taşınmaz alıp, oturabilmektedirler. Yani bizim vatandaşımıza değil oturma, seyahat etme özgürlüğü bile tanımayan veya bunu çok kısıtlı şekilde uygulayanların vatandaşları topraklarımızı "babalar" gibi satın alıp, köyler, kasabalar kurmaktadırlar. Sistemin bu açıdan bir "tam karşılıklılık" yaratamadığı, bunun uygulanmasının çifte standartlar nedeniyle olanaksız olduğu ortadadır. Pratikte yabancılar bizde 1000 taşınmaz almış ise, bizim onların ülkesinde ancak on almış olduğumuz bir gerçektir. Bu oran bile büyük ölçüde AB ülkelerinde çalışma ve oturma izni olan vatandaşlarımızla ortaya çıkar. Normal olarak teoride ve pratikte bir İngiliz veya Alman emeklisi Türkiye'de taşınmaz alma özgürlüğüne sahipken bir Türk vatandaşı veya emeklisi aynı özgürlüğe teoride sahipse de mali durumu yeterli bile olsa pratikte buna sahip değildir. Çünkü kendisine muhtemelen vize vermekte zorluk çıkartılacağı gibi, bir şekilde vize almış olsa da oturma izni alması bu ülkelerde olası değildir.
Ülkemizle karşılıklılık ilkesi bulunmayan veya sınırlı olan Bulgaristan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Danimarka, Macaristan, Suudi Arabistan, Suriye ve Rusya'nın vatandaşlarının ise ülkemizde dilediklerince taşınmaz alabilmektedir.
Ülkemizde Avusturya gibi ülkelerin vatandaşlarının taşınmaz alma hakları var iken Türk vatandaşlar için bu hakkın özel izne tabi olması da onur zedeleyici, çelişkili ve karşılıklılık ilkelerine terstir. Bu, Avusturya dışında başka ülkeler için de geçerlidir.
YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLER
Cemaat Vakıfları gibi çok boyutlu sorunlarımızın süregeldiği Yunanistan ile olan ilişkilerimizde ise aleyhimize çalışan önemli bir konu da Yunan hükümetinin 1939 yılında almış olduğu bir kararla Yunanistan'ın sahil bölgelerinde yabancıların taşınmaz edinmelerini yasaklamış olmasıydı. Daha sonra Avrupa Topluluğu Mahkemesi'nin 305/87 sayılı kararı ile Yunanistan bu kararını AB ülkeleri vatandaşları açısından kaldırmıştır. Türkiye gibi AB üyesi ülkeler dışındakilere kısıtlamalar ise devam etmektedir. "Yunan uyrukluların Türkiye'de taşınmaz edinmelerinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün görüşü ve izni istenmektedir" gibi bir kural söz konusu ise de bunun da ulusal çıkarlarımıza uygun bir şekilde işlediğini söylemek olası değildir. Resmi verilere göre Yunan uyruklular ülkemizde çoğu İstanbul ve Bozcaada'da olmak üzere toplam 616.401 m2'lik taşınmaz sahibidir. O halde, kuralların ve yasaların gerçek anlamda uygulanmadığı ortadadır.
Yunanlılar dışında ülkemizde stratejik nitelikli bölgelerde toprak aldıkları söylenen Suriye ve İsrail vatandaşları ve bunların ne ölçüde taşınmaz edindikleri hususu Suriyeliler açısından göreceli olarak şeffaflık arz etse de İsrail vatandaşları açısından Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nden alınabilen veriler net değildir.
Verilere göre 2.469 Suriye uyruklu, çoğunluğu Akdeniz (Hatay) ve Güney Anadolu bölgemizde toplam 241.467.705 m2'lik taşınmaz almışlardır.
İsrail uyrukluların ise ağırlıklı olarak İstanbul, İzmir ve Bursa'da toplam 78.868 m2'lik taşınmaz aldıkları tespit edilmiştir. İsrail vatandaşlarının GAP bölgesi ile ilgili alımları konusunda net veriler yoktur. GAP'da 2.050 adet taşınmazın İngiltere, Almanya, Romanya, Suriye, ABD ve Yunanistan gibi ülkelere ait gerçek veya tüzel kişilerce satın alındığı açıklanmıştır. Bu bölgede İsrail uyrukluların taşınmaz alımlarını çeşitli Türk veya öteki ülke uyrukluları kullanarak gerçekleştirdikleri de iddia edilmektedir.
TARIM ARAZİLERİ
Bağımsızlığına değer veren ülkelerin özellikle tarım arazilerinin yabancıların eline geçmemesine özen gösterdikleri ve önlemler aldıkları bilinen bir husustur. Genç Türkiye Cumhuriyeti de 1924 yılında yürürlüğe koymuş olduğu 442 sayılı Köy Yasası'nın 87. maddesi ile yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde taşınmaz mal almalarını yasaklamıştı. Yine benzeri bir şekilde 1934 yılında çıkarılmış Tapu Yasası'nın 36. maddesi de aynı yasağı desteklemişti. Ne var ki, bilahare, 1984 ve 1986 yılında yapılan değişiklikler ve Bakanlar Kurulu kararlarıyla söz konusu yasaklar kaldırılmış ise de bunun akabinde Anayasa Mahkemesi bu kararları iptal etmiştir.
Daha sonra, AKP iktidarı döneminde, 03.07.2003 tarihinde 4916 sayılı Kanun ile Köy Kanunu'nun ilgili 87. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Maalesef bu tarihten 31.12.2004 tarihine kadar geçen sürede, yalnız 10 köyümüzde, 48 taşınmaz alınmıştır. Bunların toplam yüzölçümü 1.206.000 m2'dir. Köylük yerlerde yabancıların taşınmaz mal alımlarını engelleyen yasaların, 1984, 1986 ve 2003 yıllarında değiştirilmesi üzerine her seferinde açılan davalar sonucu bu kararlar iptal edilmiş ise de 1934 yılında çıkarılmış 2644 sayılı Tapu Yasası'nın 35. maddesi 2005 yılında tekrar değiştirilmiş ve yeni uygulama ile yabancılar tekrar köy sınırlarında taşınmaz alma hakkına kavuşmuşlardır. Bu yasa için Anayasa Mahkemesi'nde açılmış olan dava hala sürmektedir.
Anayasamızın 35. ve 7. maddelerine uygun olarak, yabancılara toprak satışının hassas bir konu olduğu ve yapılan satışların gerçekleşmesinden sonra bunların geri alımının mümkün olmadığı hususu bağımsızlık ve egemenlik haklarımız açısından çok önemlidir. Nitekim yabancılara toprak alımına izin veren değişiklikler yapıldıktan sonra bu değişikliklerin Anayasa Mahkemesince iptaline kadar geçen sürede yapılan ve yapılmış olan satışların iptali maalesef sonradan mümkün olmadığından, alınan yerler, kapanın elinde kalmıştır.
Bugün topraklarımızın yabancılara haraç mezat aceleye getirilerek satıldığı ve karşılıklılık da aranmadığı ortadadır. "Dünyada uğruna savaşılacak, ölünecek tek şey topraktır" diyen yabancın yazarı hatırlamamak mümkün değil. Ecdadımızın savaşarak milli sınırlara katmış olduğu bu kutsal toprakları belli kurallar dizisi ve oyunlarla kaybedersek bir gün gelir pişman oluruz. Bu pişmanlık savaşı göze alabilecek boyutlara ulaşabilir.
kaynak