Yapraklar...
Bugün 29 Ekim 1995.
Atatürk, Birinci Dünya Savaşı'nda zafer kazanmış tek Osmanlı Paşasıydı. Daha Anafartalar'ın ertesinde, yaşayan bir "efsane" olmuştu. Yurtiçinden ve dıştaki Müslümanlardan gelen önerilere uysa, istese, padişah ve halife olması çok kolaydı.
Cumhuriyeti kurmaktan çok çok daha kolay!..
1919'un Ekim ayndaydı.
Mustafa Kemal Paşa, Amasya'da bulunuyordu. Kendisini ziyarete gelen Ruşen Eşref ile pazar yerine gitmişlerdi. Halkın üstü başı perişandı. Paşa, başıyla o insanları gösterdi ve ekledi:
"Bu palasparelerin içinde perişan gördüğün insanlar yok mu? Onlarda öyle yürek, öyle cevher vardır ki, olmaz şey!.. Çanakkale'yi kurtaran bunlardır. Kafkasya'da, Galiçya'da, şurada burada aslanlar gibi çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır."
Ve o inanç, daha sonra Mustafa Kemal'e şöyle dedirtecekti:
"Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Olaylar ve tarihi tecrübelerimiz, milleti koyun sürüsü gibi gören idare tarzlarının ülkemizde uygulanamayacağını göstermiştir."
1922 Ekiminin son günleriydi.
TBMM'deki bazı hocalar, saltanatın kaldırılmasını engellemeye çalışıyorlardı. İslam hukukuna göre, halifenin mutlaka "dünyevi iktidar"a da sahip bulunması gerektiğini savunuyorlardı. Etkiliydiler.
Mustafa Kemal, kimsenin yanlış anlayamayacağı kadar açık konuşma gereği duydu:
"Egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye tartışma ve görüşmeler yoluyla verilemez!"
Atatürk, kişisel ya da azınlık egemenliğine karşıydı. Ama demokrasinin, sadece bir "çoğunluk yönetimi" demek olmadığını da biliyordu. Çünkü, çoğunluk yönetimi bir "çoğunluk diktası" da olabilirdi:
"Milletler, egemenliklerini geçici olarak da olsa tevdi edecekleri meclislere dahi fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler dahi istibdat yapabilir. Ve bu istibdat, şahsi istibdattan daha tehlikeli ve öldürücü olabilir."
Atatürk, "ulusun egemenliği"ne verdiği önemi, annesinin mezarı başında ettiği bir yeminle tarihe geçmiştir:
"Millet egemenliği sonsuza dek sürecektir. Validemin ve bütün ataların ruhuna karşı taahhüt ettiğim yemini tekrar ediyorum. Annemin mezarı önünde ve Allahın huzurunda ahd ve peymen ediyorum: Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milletin egemenliği uğruna da canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun!"
Atatürk, "milletin, kendisini yönetenler üzerindeki denetimi sayesinde siyasal özgürlüklerin sağlanabileceğine" inanan bir önderdi.
CHP'yi faşist parti yapmak için hazırlanan tüzük, önüne geldiğinde... "Bu ne sakat düşüncedir, bu nasıl zihniyettir? Görülüyor ki varmak istediğimiz hedef, henüz en yakın arkadaşlar tarafından bile zerre kadar anlaşılmış değildir" diyecek duruma düştüğünde bile, demokrasiye olan inancını yitirmeyen bir önderdi...
İsmet İnönü, ölümünden yıllar sonra şöyle demiştir:
"Demokratik rejim, Atatürk idaresinin amacı olmuştur. Atatürk, ömrünün sonuna kadar demokratik rejimi kurmak için uğraşmış ve çok güçlükleri yenmiş, tamamlanmasını - milletin diğer bazı ihtiyaçları gibi - yeni nesillere bırakmıştır."
Türkiye'nin son yarım yüzyılı, ülkeyi yönetenlerin Atatürk doğrultusuna ihanetleri ile doludur... Ama topluma kazandırdıklarının yitmesi tehlikesi arttıkça, "Yeni nesiller"deki Kemalist bilinç de artmaktadır.
Bırakın bazıları, çok paralı gazetelerindeki köşelerinde "Kahrolsun Bağımsızlık" başlıklı yazılar yazsınlar! Bırakın bazıları, "İşçilerin vatanı yoktur" diye Kemalizme kin kussunlar!.. Bırakın "yeni mandacılar", iç ve dış bazı karanlık güçlerce, basının köşe başlarına yerleştirilsinler!..
Onlar, "görev"lerini yapsınlar ki, Kemalizmin önemi ve güncelliği çok daha iyi anlaşılsın!
Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI, 29 Ekim 1995, Cumhuriyet