AKP'li il ve ilçe belediyelerinde çalışan avukatların çoğunun yargı kadrosuna sokulduğu iddialarıyla yargıya güven zedelenmişri. Bu yüzden dünyada adalet için yürüyüş yapılan tek ülke biz olmuştuk. Yargıya olan güven kaybını köşemde şöyle anlatmıştım:
AKP iktidara geldiğinde yetişmiş kadroları olmadığından yargıyla ilgili söylemleri güvensizlik üzerineydi. Meselâ; "Dokunulmazlıklar kaldırılsın" denildiğinde "Ben bu yargıya güvenmiyorum" diyorlardı. Aleyhlerine karar çıkarsa "Bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum'' şeklinde demeç veriyorlardı. Sonra "Menzilimiz aynı yolumuz farklı" dedikleri FETÖ'nün elemanları yargıyı hâkim oldular. Aksayarak da olsa çalışan yargı bozulmaya; askeri sanık, teröristi tanık yapmaya, Habur'da çadırda uygulanan seyyar yargıya dönüştü. Yargıdaki bozulma Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla sürerken ülkeyi yönetenlerin yargıya bakışı ve söylemi de değişti.
***
Atatürkçü subay ve paşalar tutuklanırken ülkeyi yönetenler FETÖ'nün özel görevli yargıç ve savcılarına methiyeler diziyordu. Meselâ; o tutuklamaları yapan hâkim ve savcılara bütün Türkiye'nin demokrasi adına büyük bir borcu olduğunu söyleyen dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dava ile "Türkiye bağırsaklarını temizliyor" diyordu. Makaracı bakan "Türkiye'dekileri hizaya soktuk" diye sevinirken, dönemin AKP sözcüsüne göre "Kurda merhamet etmek, kuzuya zulüm etmekti" Bunlar olurken AB de boş durmuyordu. İlerleme raporuyla "Türkiye'nin en kapsamlı darbe girişimi soruşturması" olarak nitelendirdiği Ergenekon Davası'na tam desteğini sürdürüyordu.
***
Sonra FETÖ'nün militanlaşmış yargı kadrosu AKP'yi hedef aldı. 17/25 operasyonları ve 15 Temmuz'un ardından yargı kadrosunun yarısı değişti. Bu değişimi AKP'li Mahir Ünal "Yargıda, orduda, kamudaki FETÖ'cüler temizlendi. Devletin içindeki şeytan çıktı" ifadeleriyle açıkladı.
Buna rağmen bağımsız yargı tartışmaları sürdü. Ülke yöneticilerinin ve medyanın tutarsız söylemleri, tutuklanan ve serbest bırakılanların durumları bu münekaşaların tuzu biberi oldu.
Meselâ; "Arkalarında CIA var! Gezi benzeri kalkışma planlıyorlardı!" gibi manşetlerin atıldığı, devletin başının da "Onlar âdeta 15 Temmuz'un devamı niteliğinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdir" dediği Büyükada'da tutuklananlar serbest bırakıldı. Alman Der Spiegel dergisi, bu durumu Almanya eski Başbakanı Schröder ile Erdoğan arasındaki gizli pazarlığın sonucu olarak duyurdu.
***
Bu olayın ardından Deniz Yücel meselesi çıktı. Benzer manşetler Yücel için de atılırken devletin başı "Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist" dedi. O da bırakılırken, Almanya ile Türkiye'nin pazarlık yapıp anlaştığı öne sürüldü.
Bu iki örnekte serbest bırakılanlara bir sözüm yok. Gayet tabiî ki suçsuz oldukları mahkemede ortaya çıkabilir. Ama benim anlatmak istediğim daha mahkeme sürerken türlü ithamlarda bulunulması. Ardından birden bire serbest bırakılmaları ve bu tahliyelerin arkasından dile getirilen pazarlık iddiaları.
***
Gelelim papaza.
Misyonerlik faaliyetleri yürüttüğü öne sürülen papaz, önce gözaltına alındı ve sınır dışı edilecekti. Sonra, FETÖ'ye üye olmak suçlamasıyla tutuklandı. Havuz medyası malum manşetleri döşedi. Akabinde içeride ve dışarıda yargı kararlarının siyasî olduğu yönündeki iddialara destek verircesine "Sizde de bir papaz var, verin bize" denildi. Bir yandan bağımsız yargı iddiası, diğer yandan al papazı ver imamı söylemi. Bir zaman sonra ABD baskı yapmaya başladı ve Papaz'ı açık açık istedi.
Reis de, "Bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın" dedi. ABD'de ise Brunson'ın rehin olduğu yönünde yazılar çıktı. Trump ile Reis'in yaptıkları her görüşmede artık bu konu yer almaya başladı. Diğer yandan Türkiye'ye baskılar giderek arttı. İki AKPli bakanın ABD'deki mal varlıkları donduruldu. Ayrıca askerî ve malî konularda Türkiye'ye yönelik baskılar yoğunlaştı. Türkiye'de ise bozulan ekonomi ve TL'deki erime, bu baskılara bağlanarak, "ezana, bayrağa saldırı" gibi nitelendirildi. Yurdum insanı "iphone"larını kırdı.
***
Sonra ne olduysa söylemler değişmeye başladı. Amerika'ya kafa tutarken, nazara mı geldik, göze mi geldik bilmiyorum önce ekonomideki bozukluk Brunson kaynaklı değil denmeye başlandı. Zaten öyle olsa sırf ekonomiyi bozdu diye serbest bırakmamak gerekti. Neyse davanın savcısı da değişti, gizli tanıkların ifadeleri de. Sonuç olarak papaz tahliye edildi.
***
Ülkeyi yönetenler sık sık "Türkiye bir hukuk devletidir" demesine rağmen, bu olan bitenlerin hepsi Türkiye'nin itibarını sarstı. Zira itibar, sadece devleti yönetenlerin lüks araç ve gereçleriyle olmaz. Bir devletin itibarı; ülkede uygulanan hukuk, demokrasi ve adaletiyle orantılıdır. İtibardan kasıt lüks ve zengin bir hayat olsa, bugün Ortadoğu ülkeleri en itibarlı devlet olurlardı.
Öyle değil mi?
***
Bütün bu yazdıklarımız son 17 yılda yaşananlardı.
Çıkın şimdi sokaktaki birine "Yargıya güveniyor musun?" diye sorun, korkmadan gerçeği söylerse cevabı "Hayır!" olacaktır. .Önceki gün Yargıtay Başkanı da bu durumu şöyle ifade etti: “Toplumun yargıya güven duymadığı bir hukuk sisteminde, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamaz”
Yargıya olan güven dibin dibinde artık!