Yedinci Ders: Millî Egemenlik Nedir?
Bu dersin konusu Atatürkçülük öğretisinin temel kavramlarından Milli Egemenlik’tir. Önce Millî Egemenliğin kaynaklarını açıklayacak, ardından çok önemli iki koşulu vurgulayacağım: “Bir arada olma" koşulu ile “Millî İrade’nin gerçekleşmesi” koşulu. Ardından, Ulusal Egemenliğin niteliklerini belirteceğim. Son olarak, uygulamaya bakacak, Türkiye’de Egemenliğin milletin elinde olup olmadığı konusunu irdeleyeceğim.
1) Millî Egemenliğin Kaynakları
Burada yanıtını arayacağım soru şu: Millî Egemenlik dediğimiz güç nereden kaynaklanır, Milli Egemenlik nasıl tanımlanabilir?
Millî Egemenlik öncelikle insan çokluğundan, nüfustan kaynaklanır. Tek bir insanın fizik gücüyle, 10 kişinin, 100 kişinin gücü bir midir? Ya bir milletin, örneğin 75 milyonluk Türk Milleti’nin gücü?... Sayıca insan çokluğu; coğrafya, geniş ve çeşitli doğal kaynaklarla, kültür birikimleri, ekonomi, düşünce ve duygu hazineleri ile bir araya gelerek muazzam boyutlarda maddî ve manevî bir güce hayat verir ki, bu güce “Milli Egemenlik” adı verilir.
Buna göre, kanımca Millî Egemenliğin kaynakları beştir. Bu beş gücün bileşkesi olarak da tanımlanabilir:
-Ülkenin nüfusu,
-Ekonomik gücü (doğal kaynaklar, sermaye, üretim),
-Beyin gücü,
-Bilim gücü (eğitim düzeyi, kültürel, bilimsel ve teknolojik birikim),
-Sosyal ahlak düzeyi.
Millî Egemenliği “oluşturucu güçler” adını verebileceğimiz bu beş gücün bileşimi Millî Egemenliği meydana getirmektedir. Doğaldır ki, bir millet; iradesini, istek ve emellerini ancak bu güçlerin derecesi, büyüklüğü, etkinliği ölçüsünde yerine getirebilir.
Demek ki “Millî Egemenlik” sadece o ülkedeki insan sayısına bağlı değildir. Nüfusları aynı, eğitim düzeyleri farklı olan iki ülke düşünelim: Eğitim düzeyi yüksek olan ülkede Millî Egemenlik; eğitim düzeyi düşük olan ülkeye oranla daha etkili olacaktır. Çünkü eğitim düzeyi yüksek ülkenin insanları; daha uyanık, daha takipçi, daha seçici olacaklardır. Çünkü eğitim, insana bilimsel bilgi, kültür ve yetenek kazandırır. Bilimse en güvenilir yol göstericidir; insanların gerçekleri görmesini, tercihlerini gerçeklere göre yapmasını sağlar.
Peki, bu güçlerin siyasal güç karşısındaki konumu nedir? Onunla yan yana mıdır, onun içinde veya dışında mıdır? Siyasal gücün kaynağı ya da sonucu mudurlar? Üzerinde düşünmek gerekir bu problemin. Benim varsayımım şu, yukarda değindim: Siyasal güç yani egemenlik bir milletin bütün diğer güçlerinin bir ürünü, bir bileşkesidir. Bu sebepledir ki, Millî Egemenlik deyince, genellikle siyasal güç anlaşılmaktadır.
Bir millet fizikî, ekonomik, mâlî, kültürel, bilimsel, askerî bakımdan ne kadar güçlü ise, Millî Egemenlik de o kadar üst düzeyde olur. Ya da bütün bunların bileşkesi Millî Egemenliği oluşturur. Örneğin bir halk ne kadar bilimselleşmişse, egemenliği o kadar etkili olur. Ekonomik bakımdan ne kadar güçlü ise, egemenliğini, kendi iradesi yönünde o kadar rahat kullanır.
2) “Bir Arada Olma" Koşulu
Milli İrade daima Millî Egemenlik ile birlikte, bir arada olmalıdır, tıpkı yapışık kardeşler gibi... Buna “bir arada olma koşulu” adını verebiliriz. Aksi halde Millî İrade gerçekleşemez; çünkü ona can veren, hayat veren yalnızca Millî Egemenlik’tir. Milletin bugününün ve geleceğinin tek güvencesi bu beraberliktir. Neden? Çünkü Millî Egemenlik kendi elinde değilse, millet; iradesini uygulayamaz, gerçekleştiremez, kendi istek ve ihtiyaçlarını fiilen karşılayamaz, tatmin edemez. Eğer güç kendi elinde değilse, bunun anlamı Millî Egemenliğin kısmen veya tamamen başka odakların eline geçmiş olmasıdır; egemenlik, onların iradesi, istek ve emelleri, onların refahı ve zenginliği hizmetinde kullanılıyor demektir.
Bu tehlikeli durumu, daha önce Millî İrade kavramını tanıtırken bir örnekle açıklamıştım. Kısaca hatırlatayım: Diyelim ki, sahibi olduğunuz bir elma ağacının altındasınız, uzanıp bir elma koparmak, yemek istediniz.
-Eğer gücünüz, yetkiniz varsa uzanır, elmayı koparır, yersiniz. İradenizi bir istek olmaktan çıkarır, somut bir olaya çevirirsiniz. Çünkü iradeniz kuvvetinizle destekleniyor; irade ve güç, ikisi bir aradadır.
-Buna karşılık gücünüz, yetkiniz yoksa, güç başkalarının eline geçmişse, bakmakla yetinirsiniz, iradenizi hayata geçiremezsiniz; arzunuz içinizde kalır, somut bir realiteye dönüşemez. Çünkü iradeniz bir güçle, egemenlikle desteklenmiyor; İrade ve egemenlik bir arada değil.
İşte bir millet için de böyledir bu: Örneğin madenleri var milletin, onları kendi çıkarı, kendi refahı yönünde kullanmak, işletmek istiyor, bu istek Millî İrade’dir. Ancak işletemiyor, neden? Çünkü bunu yapmak için güç gerekli, kendisi lehine iş yapacak yasama erki (Meclis), icra erki (hükümet) gerekli… Bu koşullar yok…, madenleri yabancılar işletiyor. Çünkü egemenliğini geçici olarak emanet ettiği Meclis, yasaları yabancıların lehine çıkarmış; hükümet, devlet teşkilatı da onların lehine iş yapıyor. Milletle ilgisi olmayan bir takım menfaat odakları; büyük gücü, Milli Egemenliği, belirli yöntemlerle kendi lehlerine iş yapar hale getirmişler.
3) Millî İrade’nin Gerçekleşmesi Koşulu
Toparlarsak, daha önce bir ülkede Milli İrade’nin tüm içeriği ile tecelli etmesi, yani gerçekleşmesi şartını şöyle ifade etmiştik: Egemenliğin, bütünüyle millet hizmetinde kullanıldığı bir devlet teşkilatının varlığı... Eğer bu teşkilatta egemenlik; millet değil de, başka odaklar, yurt içinde bir şahıs veya grup, dışarıda yabancı bir devlet lehinde kullanılıyorsa, egemenlik milletin elinden alınmış demektir.
Atatürk “Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin sorumluluğunda kalabilmesi için, halkın kendi yazgısını bizzat idare etmesi esastır. Aksi halde millet şunun bunun oyuncağı olur” diyor. Burada “bizzat idare etmesi esastır” ifadesinden genel olarak bu koşulu, “Millî İrade’nin gerçekleşmesi koşulu”nu kast ediyor. “şunun bunun oyuncağı olur” ifadesiyle de egemenliğin iç ve dış düşman odakların emrine geçmiş olması durumunu kast ediyor.
4) Ulusal Egemenliğin Nitelikleri
Ulusal egemenliğin olmazsa olmaz nitelikleri vardır. Atatürk bunları şöyle belirlemiştir: Millî egemenlik birdir. Millî egemenlik bölünemez, parçalara ayrılamaz, ortaklık kabul etmez. Millî egemenlik terk ve iade edilemez, devredilemez, kimseye bırakılamaz. Bir bütündür, tek bir zerresi dahi feda edilemez.
Egemenlik neden bölünemez, neden terk edilemez? Çünkü egemenlik bireysel iradelerin üzerindedir; bireylerin oluşturduğu milletin ortak kişiliğine ait genel, ortak irade ile bir arada bulunur. Bu sebeple egemenlik birdir, parçalara ayrılamaz. Egemenliğin ifade ettiği ortak irade, onun sahibi olan ortak kişilik tarafından, millet tarafından hiçbir zaman başkasına devir ve terk edilemez. Aksi halde Millî İrade felç olur.
İç ve dış düşmanlar Millî Egemenliği zayıflatmak için, gasp etmek için bu saydığım niteliklere saldırır, onları ortadan kaldırmaya çalışırlar.
5) Türkiye’de Egemenlik Millete Ait Değildir
“Türkiye’de millî Egemenliğin “bölünmezlik ve devredilmezlik” niteliklerine gereken özen ve saygı gösteriliyor mu” diye sorarsanız, yanıtım kesin bir “hayır”dır. Bu saygısızlığa şu örnekleri verebilirim:
a- Türkiye’de gerçek demokrasi rejimi yoktur, “lider demokrasisi” vardır. TBMM’nde iktidar çoğunluğu esas itibariyle milletin değil, liderin emrindedir; lider ne derse, dediği buyruk mahiyetindedir, olduğu gibi yasalaştırılır. Hükümet de liderin emrindedir. Tartışma, itiraz, öneri yoktur. Yargı da bağımsız olmaktan çıkmıştır. Hep milletin dışında bir şahsın iradesi yerine getirildiğinden, egemenlik aslında tek bir şahsa devredilmiştir. Muhalefet milletvekilleri de farklı bir konumda değildir, onlarda da lider sultası geçerlidir.
b- İkincisi, Türkiye’de “sadaka demokrasisi” vardır. Büyük halk kitleleri sefalet ve cehalet koşulları içinde yaşamaktadır. Bu durum, halkın siyasal iradesinin, aslında istemediği yöne saptırılmasını, ipotek altına alınmasını kolaylaştırmaktadır.
c- Üçüncüsü, TBMM kimi yasama yetkilerini -üyesi bile olmadığı- Avrupa Birliği adlı uluslararası kuruluşun organlarına devretmiştir. Bu olgu, Millî Egemenliğin, millet dışında yabancı bir güç odağıyla paylaşılması anlamına gelmektedir.
Hal böyle olunca, karşımıza şöyle bir soru çıkacaktır: Türkiye’de Millî Egemenlik gerçekten Türk milletine mi aittir? Bugün mevcut olan duruma göre, bu sorunun da yanıtı kesin bir “hayır”dır.
Türkiye’de egemenlik gerçekten milletimize ait olsaydı, milletvekilleri yalnızca milletin eğilimleri, arzuları yönünde hareket eder, oy kullanırlardı. Hükümet her işinde Türk milletinin isteklerini göz önüne alır, yalnızca onun gerçek sorunlarını çözmek için çaba gösterirdi. Türkiye’de önde gelen tartışma konusu da, başlıca ölçü de bu olurdu. Örneğin bir hükümet, halkın arzu ve eğilimlerini ne derecede göz önünde tutmuş, ne derecede yerine getirmiştir, öncelikle bu performansın tartışması yapılırdı. Halk öncelikle hangi sorunlarının çözülmesini istiyor, daha çok o konuşulurdu. Bugün Türkiye’de hemen bütün kamuoyu yoklamalarında halkın başta gelen sorunları arasında yoksulluk, işsizlik, eğitim, sağlık hizmeti, sosyal güvence, yolsuzluk, ülke bütünlüğü gibi sorunlar yer alıyor. Siz hiç hükümetin Meclis’ten aldığı yetkiyi bu istikametlerde adamakıllı kullandığını, hep bu sorunları gündeme taşıdığını gördünüz mü? Ama bir dış gücün, Amerika’nın sorunları yıllardır gündemimizde… Meclis de, hükümet de ABD’nin sorunlarının çözülmesi derdinde!...
Demek ki Türkiye’de Millî Egemenlik kullanılırken, Millî İrade hesaba katılmıyor. Türkiye’de Milli Egemenlik kâğıt üzerinde millete aittir, uygulamada ise iç ve dış Millî İrade düşmanlarının…
Prof. Dr. Cihan DURA, 2 Temmuz 2014