YENİ ANAYASA
Yeniden yeni bir ‘Anayasa’ tartışması başlatılmış oldu.
Biz de yeniden Türkiye’de pek az kişinin ‘Anayasa’nın ne demek olduğunu bilmediğini yazmak durumunda kalıyoruz böylece.
Ancak daha önce yazdıklarımızı, temcit pilavı gibi yineleyecek değiliz.
Çünkü, değil sıradan yurttaşlarımız, İmam Hatip çıkışlı ne kadar Dr, Doçent, Prof varsa, içlerinden bir taneciğinin bile olsun yazdıklarımızı anlayamayacağını biliyoruz.
Şimdi dönüp, biraz daha aklı başında, az-buçuk hukuk-mukuk okumuşlarımızın dikkatine kimi ipuçları sunmak istiyoruz.
Bu da, her konuda olduğu gibi bir ‘yöntem’ sorunu olarak karşımıza çıkıyor demektir.
‘Yöntem’ konusuna şurasından burasından dokunamamış hiç kimsenin ‘düşünce’sinin bile olamayacağından hareketle; ‘o da onun düşüncesi’ gibi bir basma-kalıba başvurmaya gerek yok.
Oysa Türkiye’de her ‘zırva’ya, ‘o da onun düşüncesi’ diye sözde çok ‘demokratik’ bir tutum takınmak alışkanlığı yerleşmiş durumda.
Böylece, daha başlangıçta ‘yahu böyle düşünce mi olurmuş’ demek yerine, ‘o da onun düşüncesi’ denilerek üzerinde tartışılmaya başlanıyor.
Bu tür ‘zırva’ları bir ‘Devlet’in başı’ bile söylemiş olsa, ‘zırva zırva’dır, deyip geçiyoruz.
Yani üzerinde duracak değiliz.
Gelelim 1921 mi 1924 mü ‘Anayasa’sına ‘dönüş’ olasılığına..
Her iki ‘Anayasa’ ya da ‘1876 Anayasa’sında yer alan ‘Mutlakiyet’, ‘merkezî yönetim’, ‘idare’, ‘vilayet’, ‘valilik’, ‘yerel yönetim’, ‘özerklik’ gibi her türlü terim, deyim ve kavramlar, eğer ‘epistemolojik’ olarak ele alınmaza, sadece ‘havanda su döğmek’le kalınmaz, ülke de devlet de bataktan batağa sürüklenmiş olur.
Nitekim gerek 1982 Anayasası ve gerekse ondan sonra yapılan ‘değişiklik’lerde bu tür bir ‘özen’ gösterilemediği için, çoğu ‘Anayasa Maddesi’ değişik biçimlerde ‘yorumlanmak’ durumunda kalınmıştır.
Oysa ‘Anayasa Maddeleri’, deyim yerinde ise ‘demirin kerti’ gibi, yoruma yer vermeyecek biçimde ‘kesinlik’ taşırlar.
‘Bir kere delinmekle bir şey olmaz’ şapşallığı yapılamayacağı gibi, ben onu ‘tanımıyorum’ aptallığı da yapılamaz.
Dahası ben onu ‘tanımıyorum’ ama sen ‘tanımak zorundasın’ beynamazlığı yapılabilmektedir.
Madem sen onu ‘tanımıyorsun’, ‘ben de seni tanımıyorum’ diyen bir babayiğidi bugüne değin henüz göremedik.
İşte bu babayiğit, özünde ‘haklarına sahip çıkan özgür yurttaş’tan başkası değildir.
Yukarıda, ‘Mutlakiyet’, ‘merkezî yönetim’, ‘idare’, ‘vilayet’, ‘valilik’, ‘yerel yönetim’, ‘özerklik’ gibi terim, deyim ve kavramların ‘epistemolojik’ anlamlarının bilinmediğinden sözetmiştik ya, bütün bunlar gibi ve belki de bütün bunlardan önce ‘yurttaşlık’ kavramının bilinmediğini ileri süreceğiz.
Eğer bir ülkede ‘yurttaşlık’ kavramı yeretmemişse, orada her üç-beş senede bir ‘Anayasa değişikliği’ sözkonusu olabilir.
Her üç-beş ayda bir ‘yerel yönetim’, ‘özerklik’ gibi ‘yasa’lar da tartışılabilir.
Oysa ne ‘Anayasa’ ve ne de ‘yasa’ların ‘çağdaşlık’la bir ilgisi olmaz.
Bu ‘giriş’ yazını sonlandırırken, ‘Kuruluş Anayasası’ ya da ‘Kurucu Anayasa’ların yani Fransızcası ile ‘Constitution’ların, gerçekte bir ‘Devlet’in ‘Temel’lerinin atıldığı ‘Anayasa’lar olduğunu; ardından bir binanın kuruluşunda olduğu gibi subasmanı, kolonlar, kirişler, duvarlar ve giderek çatısının kuruluşuna değin yıllar içinde tamamlandığını anımsatalım.
Ancak ve ne var ki, yıllar içinde, arsanın genişletilmesi ya da balkonun yola taşması gibi ‘değişiklik’lerin yapılamayacağını da belirtmek gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ‘Anayasası’ da, 1921ve 1924’ün ardından 30’lu yıllarda ancak tamamlanmış ve 1960’ta ‘çatısı’ tamamlanmıştır.
Fransız Anayasası da 1789’dan itibaren ilk on-onbeşyılda ancak tamamlanabilmiş, 1830, 1848, 1871 yıllarında ise ancak ‘değişiklikler’ yapılabilmiştir.
Şimdi aymazın biri kalkıp, ‘Yeniden Kuruluş’ gibi bir sözedecek olursa, ona ancak ‘ta gueule!’, yani kibarca ‘çeneni kapat’ denilebilir.
Aksi taktirde çeneni kapatırlar diye de eklemek gerekir.
‘Giriş’ yazısı dedik ya, bu da ‘Fransa’da Adem-i Merkeziyetçilik’ üzerine tasarladığımız ‘yazı dizisi’nin girişi olsun istedik.
Çünkü Türkiye’de şu ‘Özerklik’ konusu da doğru dürüst anlaşılamamıştır.
O konuya yardımcı olabileceği ‘düşünce’siyle diyelim.