YILMAZ ÖZDİL’E YANIT
Başkalarıyla birlikte Yılmaz Özdil’i izlediğimi yazmıştım.
Ki çoğu saptamaları ile araştırma sonuçlarını beğendiğim bile söylenebilir.
Ancak 27 Mayıs’la ilgili bugün yaptığı değerlendirmelerinin yanlış anlaşılabileceğini söyleyebilirim.
Örneğin o değerlendirmeler üzerine Yılmaz Özdil’in ‘Darbe karşıtı’ olduğu sonucuna varılabilir.
Nitekim sağdan da gelse soldan da gelse ‘Darbelere karşıyız’ demekle ‘demokrat’ olduğunu sanan çok aklı-evvelimiz vardır.
Hatta ‘demokrat’ olmanın ilk koşulu olarak görülmektedir.
Oysa bu tutum, ‘Darbe’ ile ‘Devrim’ arasındaki ince ayırımı bilmemenin de ilk koşuludur.
Örneğin 12 Mart ya da 12 Eylül de birer ‘Devrim’dir ama sözcüğün tam anlamıyla birer ‘Karşı Devrim’…
Şöyle de söylenebilir, ister devrim olsun isterse karşı-devrim, ancak bir ‘Darbe’ ile yapılabilir.
Yani insanlık tarihinde ‘Demokratik’ denilebilecek bir ‘Devrim’ olmamıştır.
Geçen yüzyılın ‘Demokratik Devrimleri’nin hemen hemen tümü birer ‘Darbe’yle yapılmışlardır, nokta.
Gelelim Yılmaz Özdil’in ‘Yassıada dramları’na.
Özdil’e göre ‘Kuva-i Milliye’ önderlerinden Celal Bayar başta olmak üzere, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’dan başka ‘Darbeciler!’ tarafından Yassıada’da onlarca ‘masum’ milletvekili ve bürokrat falana da çile çektirilmiş.
Hatta ‘işkence’ yapılmış.
Keşke yapılmasaydı denilebilir.
Amma velakin, örneğin bir gün eski Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakan ya da bürokratlar, şu ya da bu biçimde ‘Devrilir’ iseler; saraylarda yaşayan zürriyetleri ile ballı maaşlarla beslenen milletvekili-bakan çocukları ‘geçim sıkıntısı’ çekmek zorunda bırakılır iseler ya da ‘haksız-hukuksuz’ ihaleler ile beslenenlerin mallarına el konulacak olursa buna da ‘işkence’ mi denilecektir?
Oysa, öncesini bilemem ama 2007’den sonra milletvekili, bakan, vali, kaymakam, komutan olan her kim var ise; bunların ben diyeyim yarısı siz deyin yarıdan da fazlasının, 2007’den sonra elde ettikleri tüm mal varlıklarına el konulacak olursa, bu bir ‘işkence’ değil ama ‘hak teslimi’ olacaktır.
Adlarını saymaya gerek duymadığım ve şimdilerde yetmiş ya da seksenli yaşlara ulaşan o Adalet Bakan’ları, Milli Eğitim Bakanları, İç İşleri Bakanları, Vali, Kaymakam ve Belediye Başkanları, Ordu, Kolordu, Tümen, Tugay ve hatta Alay komutanları ile onların da komutanlarına ‘nereden buldun?’ sorusunu sormak ayıp mı sayılacaktır?
İhaleye fesat karıştıran bürokratların mallarına el konulması ‘hukuka aykırı’ mı sayılacaktır?
Bütün bu sayılanlara ‘yurt dışı yasağı’ konulması ve hatta ömürlerinin geri kalan kısmını ‘elektronik kelepçe’yle geçirmeleri ‘insan hakları ihlali’ne mi sokulacaktır?
Adlarının sokaklardan, stadlardan, üniversite ve okullardan silinmesinden daha ‘demokratik’, daha ‘hakça’ ve daha ‘devrimci’ bir tutum olabilir mi?
Ve bütün bu ‘Devrimci’ girişimler, hakkedenler için büyük bir ‘Darbe’ olmayacak mıdır?
Seksen milyon yurttaşın ‘hak’larına el uzatan bu alçak ve namussuzlardan ‘hesap sormak’ ayıp mı yoksa günah mı sayılacaktır?
Bugün binlerce ve hatta onbinlerce sayıya ulaşan bu ‘kan emici’ sülüklerin içinden beş-on tanesi de ‘o arada’ sıkıntıya düşmüş olabilecektir.
Onların bileklerini jiletle kesip, boğazlarını kemerle sıkmamaları için özen gösterilebilir, ancak o kadar.
İşte bütün bu işlemlerin yapılabilmesi ancak ‘Devrim’le olabilir ve bu devrim de ancak bir ‘Darbe’yle gerçekleştirilebilir.
Ya da bugün olduğu gibi, her geçen gün, herhangi bir konuda yapılan ‘Darbe’ler ile ‘Karşı-Devrim’ her gün biraz daha alan kazanacaktır.
Hepsini saymaya gerek yok ama, sadece şu ‘Maarif Reformu’ bile bir ‘Darbe’dir ve Yılmaz Özdil kardeşimiz ona ancak köşesinden yorum yapmakla yetinmek durumundadır.
Sözün kısası ‘Demokrat’ olmakla övünen her kim var ise, dünyayı ancak ‘yorumlayabilir’ ama ‘değiştiremez’.
Değiştirmek ise ancak ve sadece ‘Devrimci’lerin işidir.
İster gerçekten ‘Devrim’ olsun isterse ‘Karşı-Devrim’, ancak ve sadece ‘Darbe’lerle yapılabilmektedir; çünkü bunun başka bir ‘yol’u bulunmamaktadır.
Tam da bu nedenle sözde siyaset bilimi ‘Demokrasi’ üzerine binlerce ciltlik kitap ve makale yazmasına karşın, onun ‘ne’ olduğunu bir türlü tanımlayamamaktadır.
Yani ‘Demokrasi’ ne yerdedir ne gökte.
Bununla birlikte, ‘Demokrasi’ için ‘insan onuruna en uygun’ rejimdir denilmektedir.
Öyledir ama onu var edecek ‘güç’, ‘güç sahibi’nin bileklerindedir.
Yeter ki o güç sahibi ‘insan’ olabilsin!
‘İnsanlık’, demokrasinin insan olmayanların elinde, işte tam da bugün olduğu gibi bir ‘rejim’ olmaktan kurtulamadığını anlamak için daha ne kadar bekleyecek?
Herhalde oturup yorum yaparak bekleyecek değildir.