Yoksa ABD ve Rusya Suriye'yi paylaştılar mı?
13 Kasım 2019’a kadar ve sonrasında gelinen nokta: meseleyi ayrıntıların labirentlerinde kaybolmadan özetleyelim:
- ABD, “Suriye Kürdistanı”nı(!), hiç ödün vermeden, adım adım gerçekleştirmektedir: YPG’nin ordusu ABD silahlı kuvvetlerinin mutlak denetimi altında, 32 km. şeridinin güneyinde, ABD garantisi ile teşkilatlandırılıyor.
- ABD, Ankara’yı adeta 32 km’nin kuzeyine, sınırlı bir doğu-batı çizgisinde, “mutabakatı da imzalatarak” sınırlamıştır.
- YPG’nin finansmanını da, Suriye’deki petrol alanını “ben fiilen işgal ediyorum” diyerek, Ankara’ya ve Moskova’ya bastıra bastıra kabul ettirmiştir.
- 13 Kasım 2019 toplantısında Ankara’yı, “S-400”lerin askıya aldırılmasında büyük ölçüde “ikna” etti.
- Rusya ise Suriye’ye, yine ABD gibi, “hiç çıkmamacasına” iyice yerleşti, hem de Şam (ve Esad) ile anlaşarak, üslerini genişleterek.
- Türkiye’yi, Suriye sınırının bir bölgesinde, “aynen ABD gibi”, ortak sınırlı kontrole ikna etti. Rusya ve ABD, TSK ile “çok küçük bir alanda devriye gezerek, aslında Ankara’yı kontrol altına almış oluyorlar”. TSK’nin inisiyatif alması, hem fiilen, hem de mutabakatlarla engellenmiş oluyor.
- Dolayısıyla Suriye’nin önemli bir bölümü, ABD ve Rusya silahlı kuvvetlerinin denetimi altına girmiştir.
- ABD Suriye Kürdistanı’nı adım adım inşa ederken, Rusya da YPG (ve PYD) ile yakın ilişkisini sürdürüyor ve siyasi destek veriyor.
Ya Ankara?
- Ankara’nın eli, Suriye sınırında hem ABD hem Rusya tarafından bağlanmış durumda.
- Ankara, beraber çalıştığı ve milli ordu adını verdiği toplama milisler dolayısıyla her an “yerel ve uluslararası sorunlarla karşılaşmak durumunda”. Bunlar yüzünden Şam ile çatışma konumunda.
- Suriye’deki “azılı radikal dinci gruplar Ankara’ya havale edilmiş”. Sorumluluk Ankara’nın sırtına yıkılmış.
- Ve 4 milyon Suriyelinin Türkiye’den tamamen gönderilmesi imkânsız hale sokulmuş: bir saatli bomba gibi ülkenin sırtına yüklenmiş.
- ABD ve Rusya, Suriye’de, birbirlerinin kuyruğuna basmadan “paylaşımlarını” tıkır tıkır yürütüyor.
- Ve onlar karşısında Ankara çaresiz hale getirilmiş: önce FETÖ yüzünden S-400’lere savrulmuş: sonra da ABD’nin şantajları (ve dosyalar) yüzünden kıskıvrak sarılmış. ABD ve Rusya arasında, “stratejik dostluk ile stratejik düşmanlık arasında sıkışmış”! Kendini “yalnızlaştıran” Ankara’ya gidecek kapı bırakılmamış.
Ve esas sorun
Türkiye’de, Meclis’in fonksiyonunu yitirmesi, tek kişilik rejim ve siyasal İslam odaklı uygulamalar bir taraftan demokrasiyi ortadan kaldırırken, öte yandan pazarlıklar ve kişisel hesaplar, “devletler arasında değil, kişiler arasında çekişmelere dönüşmüş”.
Oysa uygar ve demokratik ülkeler, uluslararası ilişkilerinde şu esaslara dayanırlar:
- Ülkeler arasında ortak ulusal çıkarlara dayanan bir ilişki düzeni kurulur: her iki taraf da ulusal makro çıkarları doğrultusunda birlikte kazanırlar, kişisel hesaplar yoktur.
- Şahıslar değil, kurumlar esastır: Meclis, siyasal partiler, adalet sistemi, bürokrasi ve sivil toplumsal örgütler belirleyici unsurlardır. ABD’de başkan, senato, temsilciler meclisi ve Pentagon’un sistemi belirleyen etkilerinde olduğu gibi.
Bizim 1961 Anayasası’ndan adım adım tek kişilik rejime sürüklenmemiz, içinde yaşadığımız sorunlar yumağının esas nedenidir.
Üstüne siyasal İslam rejimine yönelik uygulamalar eklendiğinde sorunlar inanılmaz boyutlara ulaşmış. Bunalımdan çıkmanın tek yolu normal rejime dönmektir.
Hep gördük ki bu coğrafyada siyasal İslam girişimleri, sonuçta daima emperyalistlerin yararına oldu. Bugün Suriye’de ABD ve Rusya kazanırken, Türkiye’nin kaybetmesi gibi…
Erol MANİSALI, 19 Kasım 2019
erolmanisa@yahoo.com