YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR!
“Bana ne yazdan bahardan
Bana ne borandan kardan
Aşağıdan yukarıdan
Yolun sonu görünüyor”
“Türk’ün ateşle imtihanına” üç ay var. Gazetelere bakarsanız sanki en az bir sene var seçime. Aynı tas aynı tarak sürüyor haberler. Başbakan Kılıçdaroğlu’na yüklenmişmiş. O da cevap vermişmiş…
Sanırsınız, normal sıradan günler yaşıyoruz. Tuzu kuru, düşmanı olmayan, ülkesinin çıkarını gözeten bir iktidarla yönetilen, ordusu tasviye edilmeye çalışılmayan, bin- iki binlik ordusu tarihinde ilk kez bu kadar güçsüz bırakılmayan, varsayımlarla ordu komutanları, yüksek subayları hapse atılmayan, yargısı güdük edilmeyen, hukuku guguk olmayan , ekonomisi yabancıların eline teslim edilmemiş, üreten, sosyal güvencesi geliştirilmiş, eğitimi milli olan, dili bütünlüğünü koruyan, dış destekli terör belâsı başına sardırılmamış, terörist başıyla müzakere edilecek kadar alçalınmayan, aydınları özgürce düşüncelerini söyleyebilen, tarikatlarca teslim alınmamış, çağdaş bir ülkedeyiz…
Sanırsınız, "toprakları, tarımı, hayvancılığı, sınırları, sınır güvenliği, suyu, denizleri, dağı, taşı, madenleri, petrolü, kimliği, bütünlüğü, geleceği, tehlikede olmayan", bir ülkedeyiz…
Başbakan konuşuyor. Kılıçdaroğlu cevap veriyor. Diğer muhalefet partisinin başkanı ise haftada bir konuşarak vaziyeti idare ediyor.
Ve bu ülke seçime gidiyor, seçime!
Kaderini tayin etme seçimine! Var olmak veya olmamak seçimine!..
Ülkemizin çivileri gevşetilmiş…Onu ayakta tutan çiviler, vidalar harıl harıl sökülmeye çalışılıyor!
Çivilerinin bazıları çıkarılmış, bazıları gevşetilmiş, bazıları ha bire çekilir vaziyette hem de…
Yukarıda yazdığım tüm tehlikelerle…Başındaki “Demoklesin kılıçlarıyla…”Ülkemiz seçime gidiyor. Sonu belli bir seçime.. Sonu çizilmiş, sonu kabullenilmiş bir seçime…
Nasıl gidiyoruz seçime bakın:
İşte bu günün ülkemiz haberleri:
„Haberal kaldığı hastaneden alınmış, Silivri’ye gönderilmiş…“
Dünyaca ünlü bir değerimiz, af buyurun, paçavra muamelesi görüyor. Bırakın bizim gibi sıradan biri olmayı, dünyada ahbapları olan, para gücü, mevki gücü olan, bu halde…Ölse öldüğüyle kalacak! Artık haberlerde adının önüne profesör doktor ünvanı bile eklenmiyor.
Ergenekon’un 176. davası görülmüş. Tutuklu sanıkların taleplerinin alınmasıyla duruşmaya devam edilmiş.
İnanılmaz bir şey değil mi? Kulaklarınıza inanamadınız besbelli. Ne bu 176 diyorsunuz?
Ben aklımı yemedim. Vallahi de böyle, billâhi de böyle..176. Baştan okuyun, 176. Yazıyla: Yüz yetmiş altı…
Bir değil, üç değil, on değil, on beş değil, yirmi değil, yirmi bir değil, otuz bir değil, kırk bir hiç değil, elli, altmış, yetmiş, oh oh seksen, doksan değil…Yüz yetmiş altı…
Duruşmaya tutuklu sanıkların talepleriyle devam edilmiş. Sanıklar o hale getirilmiş ki, artık tahliye bile talep etmiyorlar. Habire koğuşları değiştiriliyormuş. Tutuklu subayımız: Benim yerime hangi torpilli gelecek diyor, kaldığı ve önceki gün değiştirilen koğuşu için.
Yüksek komutanlarımız keyfi olarak hücrelerde! Bir çok aydın hücrelerde!
Cinayet işleyen canilerin ise yüzlercesi geçenlerde salıverildi. Ülkemizin temel direkleri, yüzaklarımız hücrelerde!
Kaddafi denilen Türk düşmanı yine konuşmuş. Kısaca: « Devlet kurmak isteyen hak arayan Kürtlerle savaşan ( ?) Türk Ordusuna neden NATO baskısı yok, « demiş.
Hak arayan Kürtlerle savaşan…
Tek bir cümle cevap yok! Kınamak yok! Her taraf sus pus…Tek bir yetkili çıkıp,”Bu iş, öyle değil, böyle… Bu, sömürgecilerin elde ettiği eli kanlı maşalarının terörü, aldatılmış hainlerin terörü, demedi!.. Bu iş bildiğiniz gibi değil, demedi!
Bütün dünya bu sözleri duydu. Tıpkı Erzurum’da geçen ay, Yunan’ın bize lâf atması gibi. El oğlu, “Türk Ordusu Kıbrıs’ta işgalcidir. „diyebildi, hem de ülkemizde dedi bunu.
Yunanistan’da buluşan Ermeni ve Yunan Cumhurbaşkanları, kendi barbarlıklarını, saldırganlıklarını yani tarihî gerçekleri unutup, vatanını savunan atalarımıza, kahramanlarımıza, yine geçenlerde dünyanın gözü önünde, "barbarlar ",dediler ve bu sözlere bir karşılık verilmedi…
Bu suskunluk; milletimize, açıkça dünya önünde, “barbarlar “ diyenlerin kınanmaması, Türklere karşı söylenen bütün bu kem sözlere karşı hep susulması, bu sözlerin kabul edilmesi anlamında değil midir?..
Bu yine tıpkı, zamanında, „Nobelci uyanığın(!)“, Türkler şöyle şöyle yaptı, sözlerine, bütün iktidar partisi kadrosunun susması, ne susması fikir özgürlüğüdür diye destek vermesi gibi...
Bir insan nasıl itibarsızlaştırılır, tükürdüğü yalatılır, bir kurt nasıl kuzu yapılır bunun da örneği şu haberde:
“Mustafa Özbek, Başbakan’la, kadınlar gününü birlikte kutladı.“
Efsane sendikacı Mustafa Özbek’in Türk Metal’e kazandırdığı eserlerden Büyük Anadolu otelinde Başbakan kızıyla kadınlar gününde gövde gösterisi yapmış. Herkes bir sendikanın nasıl ele geçirilip yandaş yapıldığına gözleriyle şahit olmuş.
Dün, Japonya’da deprem olmuş. Devletin « Borazan » televizyonu aklını yemişçesine bu haberlere sarılmış. Oradan oraya bağlanıyor…Meğer biz Japonya’dan çok Japonya’ymışız…Sanki oraları bunlar kurtaracak ? Önemi, -şu ana kadar gelen bilgilere dayanarak söylersek-can kaybından çok, mal kaybında, belki olası bir nükleer sızıntıda olan, doğa felâketi bir habere böylesine atlamak, garip değil mi? Türkiye’nin hiç derdi yok mu?
Oysa maksat bu değil, gündemi örtmek...
Japonya’ya iktidarın gönderdiği bir sözde bilim elemanına bağlanarak konuşuyorlar. Yardımcı doçentmiş. Bir bebek ancak o kadar basit, o kadar aptalca konuşur. Dinlerken insanın içini bir bulantı kaplıyor.
Bütün kadrolar neredeyse yandaş...Bütün kadrolar biat eden, emir kulları…Her taraf yandaş, her taraf, yerine yakışmayan, bilgisiz, yetersiz insanlarla dolu.
Üç bakanlık, bağımsız olmaları gerektiği için değişiyor seçim süreçlerinde yasalara göre. Burada ise kaç seferdir, tam tersi yapılıyor. Yandaş değil, aslından öte bağımlı kişiler göreve geliyor. Kanunla yasalarla alay edilircesine…Bir alt kadrodan geliyor hepside yeni bakanların. Devir teslimde bakanını överken övgüden ne diyeceğini şaşırmışlar, ağlıyorlar…
Bunları ne gören, ne duyan, ne karşı çıkan var…
Varsa yoksa bu İklim isimli sarışın gacı(!) neymiş, neyin fesiymiş?
Batı ülkelerinde ne eşcinsel başkana karışırlar, ne eşini aldatana, ne şunu bunu yapana...O özel hayattır, kişiyi ilgilendirir, başka kimseyi ilgilendirmez.
Ama bir başkan, vatanının bir taşını sattıysa, milletinin bir kuruşuna göz koyduysa, haksızlık yaptıysa, yasaya aykırı davrandıysa vay haline!
Bizimle bu ülkelerin farkını görüp kahroluyorum!
Milletin önüne bir yem atılıyor... Gündem örtülüyor! Günün en önemli haberleri örtbas ediliyor.
Geçen hafta duyduğumuz, “Van’daki karagâhın adının değiştirilmesi talimatı”; askerin, onurunu iade ettiği bir komutanlarının tekrar itibarsızlaştırılması olayıdır, diyordu Altemur Kılıç, Yeniçağ gazetesinde geçen günlerde.
Bu vahim haberle ilgilenen yok! ABD gezisi yapan, eyalet modelleri inceleyen AKP’li vekillere aldıran, hey ne oluyor orada? diyen yok!
Limanı 2003’te satılmış ama neler olduğunu yeni farkeden Kuşadası esnafı ayakta...
Sularının derdine düşmüş köylüler ayakta…
Doktorlar, sağlık çalışanları ayakta…
Üniversiteler huzursuz…Bilim yuvaları yandaş siyasetin göbeği olmuş.
GDO’lu ürünler denetimsiz, ortalarda, bebeklerimizin mamasında…
Üreten kalmamış, kredi borçlarıyla sarılan, tüketen bir kalabalık olmuşuz…
Koskoca komutanlar, sekiz sene önce yapılabileceği varsayılan bir darbe varsayımıyla hücreye atılmış gelen bir emirle!
Gazeteciler hücrede! Hapiste!
Bu da neyin nesi diye soran, insan haklarını savunan yok?
Biz gözü yaşlı anaların içi yanıyor. Yavrumuz, evlâdımız, canımız, kızımız, oğlumuz, torunumuz bizim bu Cumhuriyet!
Yalanı anlıyoruz!
Dümeni, oyunu açık ve seçik görüyoruz!
Yüzlerin ardına saklanan gerçek yüzler sırıtıyor bir hortlak kafasının sırıtışı gibi gözümüzün önünde!
Cam, gözleri cam bunların. Hiç ifade yok içlerinde!
Şehit kanlarıyla kurulmuş bu ülke, şehit kanlarıyla çizilmiş sınırları baştan başa…
Onlar için ne gam…
Bir yerlerde bekletildiler, yetiştirildiler bu cam gözlüler, sonra da ülkemiz ellerine verildi, alın eti senin kemiği benim misâli…
Bu vatan…
Amerika’nın onayıyla, İngiliz’in oluruyla, Fransa’nın arka almasıyla…Arap’ın petrol parasıyla falan kurulmadı…
Bu Cumhuriyeti, Mustafa Kemal ve arkadaşları, yani Türk askeri, Türk ordusu, savaşarak, canını vererek kurdu. Halkın kadın erkek demeden yardımıyla…
Millî mücadelemizdeki en önemli savaşlarımızdan biri olan, Türk’ün talihini değiştiren savaş olan Sakarya savaşında, savaşan askerlerin(erlerin) yüzde sekseni, subayların yüzde altmışı şehit oldu veya yaralandılar…Bu kadar subayın öldüğü bir savaşın savaş tarihinde olmadığı söylenir.
Atatürk, Büyük Millet Meclisinde, zaferden sonra bunu kendisi söylemiştir…”Sakarya Savaşı Subay muharebesi olmuştur”, demiştir.
İşte bu cumhuriyeti kuran, kanıyla topraklarımızı sulayan, göğsünü bu vatana siper etmiş bu subayların, şerefli Türk subaylarının şimdi yarıya yakını hapishanelerde, esir!
Bu yüksek komutanlar iki gün sonra, 14 Mart’ta, tarikat marifetiyle, yargı adı altında sorguya çekilecekler! İfadeleri alınacak! Hazırol durdurulacak!
Milletin temsilcileri ve millete umut olmaları gereken muhalefet partilerimiz ne yapıyor?
Yemleri yiyorlar yemleri, kendilerine atılan.
Biri uçkur davalarıyla yatıp kalkıyor. Kendini savunuyor. Yok bu bayan neyin nesiymiş? Yok Baykal ne demiş? Yok onu aday yapacaklar mıymış ?
Diğeri bir tek komutanı bünyesine aldı diye bundan övünç çıkarıyor. Masumiyetine inanıyorlarmış…
Ya diğerleri? Diğer kahramanlar? Onlar üvey mi?
Kimse bu gidişle herşeyimizi, bağımsızlığımızı, ülke bütünlüğümüzü, iş ve çalışma barışımızı, sosyal güvencelerimizi, vatanımızı, Cumhuriyetimizi kaybedeceğimizi görmüyor !
Görse de söylemiyor !
Aldırmıyor ! Umursamıyor !
Sen bari söyle ozanım, sen bari söyle…
Azrail kapıda bekliyor de, sayılı günler tükendi, de…Hey çapsız insanlar ne yapıyorsunuz, ne bu aymazlık, ne bu utanmazlık, de…Seçime böyle mi gideceksiniz, de…Söyle ozanım bizim dilimiz yetmiyor! Haydi sen söyle…
Azrailin gelir kendi
Ne ağa der ne efendi
Sayılı günler tükendi
Yolun sonu görünüyor
Bu dünyanın direği yok
Merhameti yüreği yok
Klavuzun gereği yok
Yolun sonu görünüyor
Feza Tiryaki, 12 Mart, 2011