Yüzyıl Önce Yüzyıl Sonra
Dış politikadaki yanlışlar ülkemizi her geçen gün içinden çıkılamaz ve geri dönülemez noktalara taşımaya devam ediyor. Herkes tedirgin. Bir adım sonrasını öngöremez durumdayız. Suriye’nin geleceği belirsiz. Belki de özellikle böyle olması isteniyor. Bundan önce de yazmıştık. Türkiye’nin bugünü yüzyıl önceki manzaradan farklı değil. Özellikle 2000’lerin başından itibaren sürekli mevzi kaybediyoruz.
4 Haziran 2003 tarihinde Mecliste kabul edilen İkiz Yasalar kuşatmanın bu dönemde ete kemiğe bürünmüş ilk hali olarak karşımıza çıktı. Bu durum aslında şehirlerimize patlayıcıların yerleştirilmesinden önce hukuk sistemimize özenle yerleştirilen dinamitlerdi. Halkların kendi kaderini tayin hakkını içeren, yine halkların kendi yaşadıkları coğrafyaların yeraltı ve yerüstü zenginliklerini başka bir iradeye başvurmadan kullanma hakkına sahip olduğunu vurgulayan, 4867 ve 4868 sayılı yasalar bu Meclis’ten milletin doğru düzgün tartışmasına fırsat verilmeden sessiz sedasız geçirildi.
17 Aralık 2004’te AB ile üyelik müzakerelerinin başlaması adına Başbakan ve Dışişleri bakanının altına imza koyduğu AB Anayasası kuşatmanın bir diğer önemli adımı oldu. Fırat ve Dicle’nin suları İsrail ve komşularının istifadesine sunulmak üzere uluslararası bir konsorsiyuma devredilecek maddesi bu imzayla kabul edilmiş oldu. İflas eden tüccar kokteyl düzenlermiş denir ya, işte böyle bir felaket Kızılay’da gündüz vakti havai fişeklerle kutlandı.
Büyük Ortadoğu Projesi tam bir ölüm fermanıydı. Eşbaşkanlığını da bize yaptırdılar. BOP ’un teoriden pratiğe dönüştüğü Arap Baharı mazlumların mağduriyetleri üzerinden kurgulanan bir oyundu. Bunu anladığımızda, ABD ve Rusya ile Suriye’de komşu olmuştuk. Fırat Kalkanı ile acaba kuşatmayı yarabilir miyiz diye çırpınırken, Batı ile aramız bozulduğunda kapısını çaldığımız Rusya’nın da bizi arkadan hançerlediğini öğrendik.
Aslında Rusya ve ABD’nin bugün Suriye’de PYD ile yürüttükleri yakın ilişki, 1916 yılında Osmanlı’nın gizlice paylaşılmasının adı olan Sykes-Picot Anlaşması’nın güncel versiyonudur. O gün Osmanlı’ya yapılan bugün Trump ve Putin’in eliyle Türkiye’ye yapılmak isteniyor. Bütün bu tehlikeleri göremeyecek kadar yanlışlarında ısrar eden, yüksek perdeden konuşmaktan başka elinden bir şey gelmeyen iktidar dış politikayı iç siyasetin malzemesi yaparak çözebileceğini zannediyor. Öylesine yanlışlar yapılıyor ki, Suriye’deki hatalar ABD ve Rusya’yı PYD/YPG konusunda birlikte hareket eder duruma getirdi. Şimdi artık Irak’taki 36. Paralel gibi bir bölgenin, Suriye’nin kuzeyinde de oluşturulmasına ramak kaldı. Suriye ülkemiz için beka sorunudur dediğimizde burun kıvıranların mevcut kuşatmanın nasıl yarılacağına dair bir yol haritaları var mı bilmiyoruz. Ancak bir an önce bir şey yapılmazsa doğrudan ateş çemberinin içine sokulacağımız günler çok uzak görünmüyor. Yüzyıl önce o şartlarda dahi öyle veya böyle müttefiklik ilişkisi içinde olduğumuz ülkeler vardı. Bugün Allah korusun başımız dara düşse yanımızda yer alacak kimse kalmayacak.
Susarak konuşmayı başaramadığımız takdirde problemlerin üstesinden gelmemiz mümkün değil. Algılara göre değil sonuç almaya odaklı bir dış politika bakışımız olmadığı müddetçe, başımıza gelen olumsuzlukların hesabını sormak için suçlu aramamıza gerek yok.
İşin acı tarafı da nedir biliyor musunuz? Yüzyıl sonra aynı acı tecrübeleri bir kere daha yaşamak zorunda kalmak.
İşte bu durum insanın kahrolmasına başlı başına yetiyor.
Mustafa KAYA, 26 Mart 2017