Zaman Ayarlı Bomba!...
5. Oslo Görüşmesi:
"Afet Güneş: Yani bu neresinden bakarsak bakalım, çünkü çözümün parametreleri içinde işte basit bir takım taleplerden anayasa değişikliğinden, Öcalan'ın serbest bırakılmasına kadar çok geniş bir skala var. Talepleri göz önüne getirdiğimiz zaman çok geniş bir skala var. Bunların üç ayda, beş ayda, sekiz ayda, bir senede tamamlanabilmesi söz konusu değil."
Anayasa değişikliği için PKK'ya söz verildiği, Öcalan'ın çizdiği yol haritasında çizdiği şartlara uygun bir şekilde davranıldığı, gün gibi aşikârdır. Bir başka deyimle görünen köy kılavuz istememektedir. Elbette bu iktidardaki partinin isim babası olan CFR'nin ve "Büyük Abi"nin emirlerinden sadece bir tanesidir.
Geriye dönerek Sevr Antlaşması'na bir göz atalım. Ancak bu Antlaşma'ya göz atmadan önce, Türk milletinin büyük bir çoğunluğunun Milli Bağımsızlık Savaşı'nı ve o günlerde ulusun içinde bulunduğu şartları unuttuğunun da altını çizelim. Başka bir deyişle, Türk'ün beynindeki loplardan milli sözcüğü silinmiş ve ve milli hafıza çökertilmiştir.
1. Paylaşım Savaşı'nın ve çok öncelerde 1890'lı yıllarda başlayan patronları zaman, zaman değişse bile tek amacı, Türk'ü yurtsuz kılmak ve tarihten silmektir. Barbar Türklerin değil Avrupa'da dünyada bile yeri yoktur onlar için...
Hatta 1. Paylaşım Savaşı'ndaki dost müttefik ülke(!) Almanya'nın amacı bile Türkleri asimile etmek, onların söylemiyle geldikleri yere, Orta Asya bozkırlarına sürmektir.
Dün veya bugün amaç hiç değişmeyecektir, AB temsilcisi Karen Fogg'un söylediği gibi "Türk tarihinin hakkından gelinme"lidir.
O tarih Türk'ün kanı ile yazılmış zaferlere imza atmış ve şahitlik etmiş bir tarihtir. Emperyalizm patronları değişse de ve işbirlikçileri o tarihin hakkından gelmek istemektedirler.
Paris Barış Konferansı ile başlayan süreç, Sevr Antlaşması ile noktalanmak istenmiştir. Ancak Damat Ferit Hükümeti'nin büyük bir şevkle imzaladığı bu antlaşma Milli Meclis tarafından tanınmamış ve tarihin çöplüğüne atılmıştır.
Sevr'e göre Anadolu parçalanacak ve ülkenin Güneydoğu'nda ve Doğu'sunda iki ayrı devlet kurulacaktır. Ermenistan ve Kürdistan...
Sivil anayasa söylemlerinin tek nedeni Türk'ün adının önce Anayasa'dan, daha sonra da yurdundan silinmesi çalışmalarıdır. Sivil anayasa zaman ayarlı bir saatli bombadır.
Zaman ayarlıdır, çünkü bu Meclis ne millidir ne de Kemalist'tir. % 85 gibi bir katılımla yapılan seçimlere rağmen, %10 barajı nedeniyle de milli iradeyi asla temsil etmemektedir.
Bu nedenle 1 Ekim'in Türk'ün tarihine kapkara harflerle yazılması gerekmektedir. Artık Türk'ün "ateşle imtihanı" devri kapanmıştır. Türk ulusu cehennemle sınanmaktadır. Ya Gayya Kuyusu'na düşecek ya da " yeniden diriliş"i başaracaktır.
Cumhurbaşkanı Gül'ün Meclis'in açılışı nedeniyle yaptığı konuşma son derece dikkat çekici ve o kadar da tuzaklarla doludur. Gül'e göre mevcut Anayasa " iç sistematiğini yitirmiş, artık milletimizin ulaştığı demokratik ve ekonomik seviye itibariyle dar gelen" bir Anayasa'dır.
Ayrıca Meclis'teki konuşmada kullandığı bir söylem ise Gül'ün ideolojik düşüncelerinin yansımasıdır. " Anayasa'nın ideolojisi olmamalıdır."
Tüm dünya devletlerinin hatta bir dediğini iki etmedikleri "Büyük Abi"nin bile anayasalarının giriş metinleri okunduğu takdirde, o sayfada ve var olan anayasalarının bir çok maddesinde o devlete ait milli ideolojilerinin varlığı göze çarpmaktadır.
"İdeolojisiz anayasa" ile özellikle Anayasa'mızda var olan başlangıç maddelerinde yazılan devletin şekli, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, Atatürk milliyetçiliği, tarih, dil, kültür ve yurt birliği, kısacası ulus devlet hedef alınmak istenmektedir.
Gül ayrıca konuşmasında, Anayasa'nın " demokratik çoğulculuk" ilkesine göre de hazırlanması gereğini savunmuştur.
PKK'nın tarifine göre, Çoğulculuk ilkesi:
* Farklı dil, din,etnik kökenlerin kabulüdür...
* Devletin amaç ve görevleri bu kabule göre belirlenmelidir.
* Bu durum anayasal vatandaşlığın kapsamını tayin eder.
Gül'ün de itirafında görüldüğü gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk devleti olmaktan çıkarılacaktır. Bunun içinde şirket ortaklarının protokolüne benzer bir anayasa yapılması gerekmektedir.
Anayasa'mızın 66.Maddesi'indeki " Türk Devleti" ve diğer maddelerindeki Türk kavramı, Gül'ün önemle üzerinde durduğu "Demokratik çoğulculuk" ilkesi gereği kaldırıldığı takdirde- ki öyle olması kuvvetle muhtemeldir- bölünmenin, şehir devletleri kurmanın, federasyonun ve bu federasyonların konfederasyonlarla birleşmesinin önü açılacaktır.
Bu anayasa Leyla Zana gibi "Kendimi Türk hissetmiyorum." diyenlerin anayasası olacaktır.
Artık Türk'ten toprak istemenin zamanı geride kalmıştır. Türk'ten doğrudan doğruya devleti istenmektedir.
İşin en acı tarafı ise bir zamanlar "GAZİ" ve "MİLLİ" olan Meclis'in yeni ve sivil anayasa çalışmaları ile Türk Devleti'ni ortadan kaldırma projesine destek olmasıdır.
Ayrıca A. Gül "Her etnik kökenin bu ülkede kendisi olarak yaşama hakkının, anayasal güvence altına alınması gerektiğini" de söylemiştir.
David L. Phillips "Türklüğün vatandaşlık için bir şart olmasının elemine edilmesinin yeni anayasa çalışmaları için bir reform olduğu"nu savunmuştur. Bilindiği gibi bu zat-ı muhterem (!) Oslo görüşmelerinin de koordinatörüdür.
Mustafa Kemal "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." derken bu tanımın içine herhangi bir etnik kökenin üstünlüğünü vurgulamamıştır. Türkiye halkı kendi devletlerini kurarak uluslaşmışlardır.
O halde; " Hiç bir faaliyet, Türk milletinin menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesi ile bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin korunma göremez." hedef alındığı bu taslakta, her türlü etnik kökenli faaliyet ve karşı devrimci hareket korunma altına alınacaktır.
Bir kez daha tekrar ediyorum. Artık adı ne olursa olsun tüm Türk düşmanlarının tek hedefi doğrudan, doğruya devlettir.
Onlar vergi vermezler...
Onlar öğretmenleri ya öldürerek ya da kaçırarak "halkım" dedikleri insanları eğitimsiz ve cahil bırakırlar.
Onlar devletin polisini, askerini öldürüp, şantiyeleri, iş makinelerini yakarlar...
Özek bölge ilan edilmiştir. Devlet ve devletin tüm organları yok sayılmıştır.
Dersim İsyanı'ndaki kazan kaldıranların "istemezük"leri geçerlidir. Okul, sağlık ocağı, hastahane, yol istemezler devletten. Onlar kendilerini devlet saymaktadırlar.
Ancak bu devletin ilanı için sadece ve sadece emperyalizmin tüm güçlerinin yenilerek inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir Türk Devleti olmaktan çıkarılması gerekmektedir.
Sırf bunun için TBMM'de, Türk milletinin varlığını görmezden gelerek, "Türkiye Milleti" deyip, olmayan namusları ve şerefleri üzerine yemin etmişlerdir. Üstelik BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, anayasa çalışmaları konusunda bir kurucu meclis gibi çalışmasını önermiştir.
Yıkıcı güç tüm gücü ile bu süreçte kol, kola yürüyerek "Büyük Abi"nin emirlerini yerine getirmektedir. Bu çalışmanın en acı tarafı ise çoğunluğun oy verdiği iki partinin, CHP ve MHP'nin de "Uzlaşma Komisyonları"nda yer alma hevesleridir.
Bu yıkım projesi ne zamana kadar devam edecektir?
Tevrat'tan sonra yazılan ve bir Yahudi felsefe kitabı olan Kabala'da şöyle denmektedir.
" Nil nehrinden başlayıp, iki nehrin birbirine bakarak aktıkları ( DİCLE- FIRAT) ve çatallaşıp denize döküldüğü, yeşil dalların, sarı başakların olduğu bereketli kutsal toprakları, size vaat ettim."
Sorunun cevabı Kabala'da yazılanlarla yanıtlanmıştır.
Ya da Türk milleti her türlü farklılıkları öteleyerek tüm antiemperyalist cenahların bir araya geldiği milli cepheyi kurarak bu yıkıma son verecektir.
Bu zaman ayarlı saatli bombayı imha etmek Türk milletinin görevidir.
Figen ÖZEN, 4 Ekim 2011