ZANA’NIN ZIRVASI
Kriminolog Xvaier Raufer’in, Devlet varsa, yeri geldiğinde; ‘dişlerini gösterecektir’ dediğinden sözetmiştim.
Ne var ki, ‘dişlerini göstermek’ yerine, ‘dişlilerini işletecek’ ya da ‘işlevlerini yerine getirecektir’ de denilebilirdi.
Bu bir ‘biçem’ farkıdır.
Ancak yine aynı yazarın, ‘doğru tanımlamak’ ya da ‘adını doğru koymak’ yönündeki görüşlerine de katılıyorum.
Örneğin, bir ‘terörist etkisiz hale getirildi’ demek doğru bir tanımlama olamaz.
‘Törörist öldürülür ya da sağ ele geçirilir’, bunun başka bir ‘tanım’ı yoktur.
‘Etkisiz hale getirmek’ deyiminde direnmek, en kibar deyimiyle, ‘kibarlık budalalığı’ değilse, doğrudan aymazlık olarak nitelenebilir.
Benzer biçimde, Türkçe’yi ‘etkisiz hale getirmek’ ya da ‘öldürmek’ bağlamında bir başka örnek de ‘tuzaklamak’ sözcüğü için söylenebilir.
İddia adiyorum, kim ki ‘tuzak kurmak’ yerine ‘tuzaklamak’ diyorsa, o henüz Türkçe’nin ‘emekleme döneminde’dir.
Ya da Türkçe ‘düşmanı’.
Türkçe düşmanlığından Türkiye düşmanlığına geçilebilir.
Leyla Zana ve ona hak veren herkes, ‘Türkiye düşmanı’dır.
Sezgin Tanrıkulu’na destek veren politikacılar dahil.
Leyla Zana’dan başlayalım:
‘Türkiye halkı’ yerine ‘Türkiye halkları’ demekle yer yerinden oynamaz. Hatta üzerinde durulup tartışılabilir.
Ancak, sen ve üyesi olduğun ‘kapalı parti’nin amacı tartışmak ya da yeni bir ‘görüş’ ileri sürmek değil ki.
Herşeyden önce, siz % 12 onanında oy almış bir ‘siyasal parti’nin üyeleri de değil, Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmış DEHAP, DTP ve benzeri partilerin üyelerisiniz.
Türkiye’de bir ‘Kürt Partisi’ de olabilir doğal olarak.
Ancak yürürlükteki ‘Anayasa’ hükümlerine göre, ‘Ülkenin bir ve bölünmezliği’ ilkesine aykırı görüşleri tüzük ve programına alan bir ‘siyasal parti’ kurulamaz.
Kurulmuşsa kapatılır.
Kapatılmamışsa ‘yok hükmünde’ addedilir.
Deveye sormuşlar…diyeceksiniz.
Hani yürürlükte olan bir ‘Anayasa’ mı var denilebilir.
Zaten siz de, Türkiye’de ‘yürürlükte’ olan bir ‘Anayasa’nın olmayışından dolayı Meclis’tesiniz.
Ve ben bu yazıyı yayıma koyuncaya değin siz hala ‘Milletvekili’ sayılıyorsanız, bu, anayasanın yürürlükte olmadığının en somut ‘kanıt’ı olarak ileri sürülebilir.
Sezgin Allahverdi’ye gelince; sizi CHP’ye Tanrı mı verdi yoksa Kemal Karabulut mu, doğrusu kestiremiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclis’inin açılış gününde, henüz milletvekili sıfatı kazanmadığınız bir zamanda, Fransa’nın yası dolayısıyla, Türkiye halkının temsilcisi olan (ya da olması gereken) milletvekillerini ‘saygıduruşu’na davet etmeniz; herşeyden önce, Türkiye halkına en büyük ‘saygısızlık’tır.
Sizin ‘selam durmak istediğiniz’, gerçekte, Fransız halkı da değil, doğrudan ABD ve AB emperyalizmidir.
‘Uluslararası terörü’ kınamak için bir ‘eylem koymak’ isteseydiniz, 45 yıl boyunca ‘etkisiz hale getirilen’ 45 000 Türk yurttaşı için bir öneri getirebilirdiniz.
Yine de, sizi kınamak yerine, sizi CHP’ye getiren ‘zihniyet’i kınamak isterim.
Sadece CHP değil, Türkiye üzerine çöreklenen o ‘Karabulut’u kınıyorum.
Sonuçta siz, sıradan bir ‘taşra avukatı’ olup, güya temsilciliğini yürüttüğünüz ‘Sahte İnsan Hakları’ savunucususunuz.
Tıpkı Leyla Zana ve diğer PKK ‘uzantısı’, sahte solcular gibi.
‘Dönem’ sizin döneminiz.
Ama andolsun, size
-bu ülkenin bölünmeyeceğini
- İnsan haklarının ne anlama geldiğini
- hakça bir düzenin nasıl olması gerektiğini
-yurtseverlik ve devrimciliği
-demokrasinin ‘özü’nü
Öğ-re-te-ce-ğim.
Kuşkusuz önce Türkçe’yi öğreneceksiniz.
Tuzaklayarak olmaz yani.
Ne de ‘etkisiz hale getirirek’.
Düşünmeyi öğreneceksiniz!
Önce beyinlerinizi ‘kiradan kurtaracak’ ; sonra da zihinsel ‘işlevlerini yerine getirmek’ için çaba göstereceksiniz.
Bakın o zaman, nasıl da yaşanıyor olacak ülkemiz ve giderek bütün dünya.
Habip Hamza Erdem