Zayıf ekonomiden güçlü diplomasi çıkmaz
ABD’nin FETÖ ve PKK–PYD terör örgütlerine verdiği destek sürüyor. Rusya da son aylarda PKK–PYD terör örgütleriyle ilişkilerini geliştiriyor. Moskova’da ofis açmalarına izin verdi. Suriye’de de desteğini artırıyor. Avrupa ülkeleriyle gerilen ilişkilerimiz ise sadece turizmi değil, bu ülkelerde yaşayan Türkleri, gurbetçi yurttaşlarımızı da vuruyor. Irak merkezi hükümeti, İran ve Suriye’yle olan gerginlik ise ülkemizi bölgede daha fazla yalnızlaştırıyor.
Dış politikadaki tablo gibi, toplumsal ve iktisadi yapıda da ciddi sorunlar var. Türkiye; OECD’ye göre, dünyada gelir dağılımı en bozuk ülkeler arasında. Ülkemizde dolar milyonerlerinin sayısı da, yoksulluk da artıyor. Bu durum tesadüf değil. Zenginlik ve yoksulluk madalyonun iki yüzü. Birleşik kaplar yasası bu. Zengin azınlığın, zaten küçük olan pastadan aldığı pay sürekli artınca, çoğunluk yoksullaşıyor.
CUMHURİYET’İN UÇAK FABRİKALARI
Oysa kurucularına “Türk değil”, “iki ayyaş” diye hakaret edilen; “reklam arası”, “parantez” diye aşağılanan; “enkaz devrettiği” söylenen Cumhuriyet, 1927’de uçak fabrikası kurmuştu. 1934’te kendi uçaklarını Türk semalarında uçurmuştu. Yıllarca dünyada kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri olarak öne çıkmıştı. Günümüzde ise et, pirinç, muz, mercimek, nohut, kuru fasulye, hatta saman ithal ediyoruz. Tarımda net dışa bağımlıyız. Turizme, tekstile, inşaata dayanan ekonomi umut vermiyor. Büyüme hızının iyi olduğu dönemlerde bile istihdam yaratamayan, istihdamsız büyüme hastalığına yakalanan iktisadi yapı, en çok gençlerimizi vuruyor. İthalat cenneti olmak, karın doyurmuyor. Gelişmiş batı pazarları için mal üreten tedarikçi ekonomi olmanın sağlıklı ve sürdürülebilir olmadığı görülüyor. Kendini çevirmek, borcunu döndürmek için her yıl 200 milyar dolara ihtiyacı olan Türkiye; üretimi, istihdamı, ihracatı, vergi adaletini, dışsallık yaratmayı, planlamayı, sanayileşmeyi düşünmemenin bedelini ödüyor. Rant, repo, borsa, döviz ve faiz konuşan ekonomik yapı alarm veriyor. Dahası, siyaseti kırılgan, dış etkilere karşı dirençsiz hale getiriyor.
Atatürk’ün halkçı – devletçi ekonomi politikalarından vazgeçmenin, kamucu – toplumcu iktisada sırt dönmenin sonucu bu. Gazi’nin “iktisadi bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olamayacağı” yönündeki uyarısını unutmanın neticesi. O nedenle Türkiye; 100 liralık ihracat yapabilmek için, 80 liralık ithalat yapan bir ülke. Ucuz ara mallarda dışa bağımlılık, istihdamın yüzde 97’sini sağlayan küçük orta boy işletmeleri (KOBİ) vuruyor. Üretici sektörü desteklemesi gereken bankacılık sektöründeki yabancı sermaye payı ve borsadaki yabancı payı çok yüksek. Enerjide doğalgaza, doğalgazda ise Rusya’ya bağımlılık, enerji kaynağını ve enerji ithal edilen ülkeler yelpazesini çeşitlendirmemek, diplomaside de elimizi zayıflatıyor.
TARİH BİLMEMENİN AĞIR MALİYETİ
Koşullar, nesnel şartlar, ihtiyaçlar, öncelikler değiştikçe, güç dengesi ve ittifaklar değişir. Her ittifak, karşısında yeni bir ittifak doğar. Türkiye’nin Suriye ve Irak politikasındaki tutumu, bu temel gerçeği kavramadığını gösteriyor. Çünkü halen, bölge ülkelerini bölmek, bölgedeki halkları, milletleri, devletleri birbirine kırdırtmak isteyen ABD’nin ağzının içine bakıyor. Emperyalizme olan yapısal bağımlılığı bir türlü sorgulamıyor. Tutarlı, bütüncül bir Ortadoğu, Avrasya, Türk dünyası, İslam alemi, Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Kıbrıs, Avrupa, Orta Asya politikası geliştiremiyor. Kısa, orta, uzun vadeli stratejimiz, elimizde çok ve çeşitli yumuşak güç unsurlarımız yok. Devlet kapasitemiz, ekonomik gücümüz yetersiz. Söz konusu bölgelere ilişkin bilgimiz sınırlı, yeterince tanımıyoruz. Avrupa’daki Türk diasporası etkisiz, örgütsüz. Nüfusu oranında nüfuzu yok.
İç siyasete dönük, tabanı tahkim etmeye yönelik hamaset, dünyada karşılık bulmuyor. Yaptırım kabiliyeti ve kapasitesi sınırlı olan dış politika, duygusal sözlerle, günlük çıkışlarla yürütülüyor. Komşularımız da, emperyalist güçler de Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri, toplumsal, bilimsel, teknolojik, kültürel, endüstriyel gücünün, devlet kapasitesinin yetersiz olduğunu biliyorlar. Türkiye’nin, Suriye konusundaki bölgesel müttefikleri olan Suudi Arabistan ve Katar’ın da gücü sınırlı. Petrol gelirlerindeki düşüşe koşut olarak hayli zor durumda kalan Suudi Arabistan ekonomisinin geleceğine ilişkin karamsar senaryolar dillendiriliyor. Buna karşın İran’ın Irak ve Suriye’deki nüfuzu artıyor. ABD’nin Irak’ı işgali, Suriye’ye çullanması, İran’ın etki alanını genişletiyor.
GÜVENLİ BÖLGE TUZAĞINA DİKKAT
Hafızamızı tazeleyelim. 1990–1991’deki Körfez Bunalımı sonrasında, Çekiç Güç gözetim ve denetiminde, Irak’ın fiilen bölünmesi sonucu, Irak’ın kuzeyinde oluşmaya başlayan Bölgesel Kürt Yönetimi, bugün bağımsız devlet olmaya çalışıyor. Suriye’de de güvenli bölgeler aynı amaca hizmet eder. Suriye’yi fiilen böler. O nedenle PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD–YPG, kendi denetimindeki toprakların “güvenli bölge” olarak ilan edilmesini istiyor. Adına ister “kanton” densin, ister “özerk bölge” densin, Suriye’nin toprak bütünlüğü tartışmaya açılır. Güvenli bölgeleri denetleyen devletlerden, (ABD, Rusya ve Türkiye) bir tek Türkiye, Suriye’ye komşu olduğundan, Türkiye’nin bütünlüğü tehlikeye girer. İlerleyen süreçte eyalet sistemi, federasyon kaçınılmaz olur. Süreç aynen Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin de fiilen bölünmesiyle sonuçlanır. Böylece ABD’nin Akdeniz’e uzanan Kürt koridoru projesi gerçekleşir. Proje, devamında Türkiye ve İran’ın parçalanmasıyla, nihayetinde dört bölge ülkesinin bölünmesiyle, Kürt devletinin kurulmasıyla sonuçlanır. Bu işe en çok ABD ve İsrail sevinir. Kürt devletini ilk önce ABD ve İsrail tanır, onlar destekler.
Genelde Türkiye’nin, özelde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son yıllarda, en çok da 15 Temmuz emperyalizm destekli FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında caydırıcılığı, yıldırma kabiliyeti çok azaldı. Kardak’ta kahraman bir bahriyeli olan, Mustafa Kemal Paşa’nın yiğit bir askeri olduğunu tertip davalarda bir kez daha kanıtlayan Ali Türkşen’in dediği gibi, “Dün 2 üsteğmen ve 10 astsubayla Kardak’a çıkan Türkiye, bugün omzu yıldızlar geçidi general ve amirallerle Kardak’a çıkamayıp, çevresinde geziniyor”. NATO’daki sözde müttefiklerimiz darbecileri Türkiye’ye iade etmiyorlar. Kıbrıs’ı, KKTC cumhurbaşkanı eliyle kendisine vermeye hazırlandığımız Yunanistan, 18 adamızda işgalci, adalara bayrak dikiyor, asker yerleştiriyor. Sivil ve asker yöneticileri adalara çıkıyor. Fotoğraf çektiriyor.
Sözün Özü: Irak’ta Barzani, Suriye’de Özgür Suriye Ordusu dışında bölgede hiç müttefiki olmayan bir diplomatik akıl, mevcut iktisadi bağımlılıkla batıya kafa tutamaz. Çünkü Atatürk’ün dediği gibi; “İktisatsız istiklal olmaz”. “Mali egemenlik yoksa, milli egemenlik de yoktur”.
Barış DOSTER, 24 Mart 2017