ZEVZEK
“Adam olamadın gitti zevzek
Beni bilemedin gitti zevzek
Yürü be yürü be yürü be yürü be insan değilsin
Kendini bilmeyen canım eli ne bilsin
Halkı halkı halkı halkı, hakkı ne bilsin”
Aşık Mahzunî
Kime söylemiş ozan, doğrusu bilmiyorum.
Ama, doğası gereği, artık ‘anonim’ olmuş.
Bizim Selo’dan başlanacak olursa; o’na göre, Diyarbakır Baro başkanını kim öldürmüş olabilirmiş?
‘Devletsizlik’!
En çok kafa yorduğum bir konu ‘Devlet’.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet’in ‘dibinin oyulduğu’ mu desem, ‘niteliğinin değiştirildiği’ mi yüze yakın yazım var.
Ama en belirgin kanıtı Selo’nun ‘zevzek’liğinde saklı.
Lafı eğip bükmesine gerek yok; Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde, Kürtlerin bir ‘Devlet’i olmazsa daha çok adam öleceğini söylemek istiyor.
Kimi ‘demokrat’larımız da, ‘düşünce özgürlüğü’, ‘insan hakları’, ‘günümüz koşulları’ türü ‘zevzek’lik içinde, Selo’nun bu sözü söyleyebileceği ve hatta söylemesi için yaşamları boyunca mücadele edeceklerini söylüyorlar.
Geometrsini bilemem ama, aritmetiksel olarak, oluyor ‘zevzekliğin karesi’.
Fırat kenarında kaybolan oğlak
Devlet adamı, denildiği gibi ‘Fırat kenarındaki kuzu, ya da Dicle kıyısındaki oğlağın hesabını verecek adam’dır.
Ama bir ‘Devlet adamı’nın, sabah namazını kıldıktan sonra, sokaktaki satıcının yürüyüşünden, kadınların doğumuna; gazetelerin manşetinden televizyon programlarına; muhalefet partilerin iç işlerinden komşu ülkelerin iç işlerine; Arap’ların dış işlerinden Yahudilerin ticarî ilişkilerine değin, her konuda ama her konuda ‘beyanat’ vermesi ‘normal’ midir?
Bir ‘beyanat’ın gülünç olmaktan çıkıp, Devlet’in dış ilişkilerinde bir ‘zevzeklik’ olması halinde bunun hesabı nasıl verilecektir?
Örneğin, anayasa profesörleri, son ‘Rus uçağı’ konusunda, ülkeyi savaşa sürüklemekten ‘Yüce Divan’a verilmesi gerektiğini bile söylemekteler.
Kaldı ki, ülkeyi ‘iç savaş’a sürüklemek de benzer ‘zevzeklik’lerden doğmamış mıdır?
Şimdi kimi, ‘adab’ uzmanı, görevdeki ‘Devlet adamı’ hakkında böyle konuşulamayacağını ileri sürebilir.
Zaten bunların ‘idari maslahat’ı yüzünden, ‘idare’ tükenip ‘maslahat’ elimizde kalmadı mı?
‘Devlet’ten develetsizliğe işte bu tür ‘idare-i maslahat’ erbabı yüzünden ulaşılmıştır.
Bana ‘sır küpü’nü söyle...
Her köyün bir delisi olur ama, ya Bakırköy gibi köyün tümü bakıra kesmişse..
Dr Davutoğlu mu ayrıdır, yoksa doktoran Sinirlioğlu mu?
Hani ‘ilaç için’ bir tek AKP bakanı ya da valisini gösterebilir misiniz, ‘zevzek’likten münezzeh?
Mantıcı enerji eski bakanından makarnacı eski Avrupa bakanına değin hepsi bilinmiyor değil.
Bunların ‘Asker’lerinin ‘ayrı’ olabileceğine inanmak isterdik.
Gn Kur İkinci Başkanı’nın ‘kaseti’ yok mu sanıyorsunuz?
‘Zevzeklik’te Hakan Fidan’la yarışan..
Hem o hangi ‘kazma’, ‘vur emri’ni yerine getirmenin gururunu taşıyabilirmiş?
Güya ‘Mustafa Kemal’in ‘askeri’.
Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan, genel kurmayın “İngiliz’e kurşun atılmayacak” emrine, “ilk karaya çıkanı ben indiririm” kararlılığıdır.
Kuşkusuz ‘emre itaatsizlik’ anlamında değil, ama ‘ulusal bilinç’ anlamında, gerçek yurtseverlik bağlamında, ‘vatanın namus olduğu’ kapsamında, adamda bir ‘Cevher’ varmış.
Onun için de hem Mustafa Kemal olmuş ve hem de İngiliz’le boy ölçüşebilen bir ‘Devlet adamı’.
‘Zevzek’ anlamaz.
Büyük Baro Başkanı
Baro gibi bir kuruluşun başında olan, silahsız ve silahsızlanmadan yana bir yöneticinin öldürülmesi, ‘Rus uçağı’ kadar önemli bir olaydır.
‘Rus uçağı’ kadar da tehlikeli kuşkusuz.
Ne var ki, insan sormadan edemiyor; sen Diyarbakır Baro Başkanı idin de, ABD ve İngiliz konsoloslarıyla ‘arkadaşlığın’ nereden geliyordu?
En yakın arkadaşın TR bilmem kaç diye damgalı değil miydi yoksa..
Kusura bakma ama, benim için Dicle kıyısında kaybolan bir oğlaktan farkın yok.
Vurulmuş olmana üzülmemem olanaksız.
Seni vuran eller kırılsın!
Ama seni ‘kahraman’ ilan edenlere dönüp bir bak.
Seni ‘PKK silah bıraksın’ dediğin için vurdular belki de.
Ama daha çok ‘zevzek’lere malzeme olmaktasın.
Kör ölünce ‘kalem kaşlı’ olur diye boşuna dememişler.
Yeni bir dönemin başındayız
Görünen o ki, başta Fransa olmak üzere çoğu Avrupa Devleti, Avrupa Birliği’nden ayrı olarak, Suriye ve Irak’la diplomatik ilişkileri ‘yeniden kurmak’ durumunda kalacaklardır.
Bu konuda bölgeden ‘gelen haber’lerin ‘güvenirliği’ ise tartışmalıdır.
Örneğin Katar’ın El-Ceziresi, Suudi Arabsitan’ın Al-Arabiya’sı, Fransa’nın France 24’ü, İngiltere’nin BBC’si ya da Amerika’nın CNN’sinin ‘haber’lerindeki ‘doğruluk payı’ giderek azalmaktadır.
Çünkü, bir yandan, bölgede çalışan, ‘sınırtanımaz gazeteciler’in gazetecilik sorumluluğunda da sınır tanımadıkları ortaya çıkmış bulunmakta; öte yandan ‘ciddi’ olarak bilinen ‘kuruluşlar’a güven azalmaktadır.
Bu sayılan medya kuruluşlarının İsrail yandaşlağını görmezden gelmenin ‘iyi niyet’le ilgisi kalmamıştır.
Bunların başka ülkelerdeki ‘kolları’nın ‘beşinci kol’ gibi davrandıkları ise artık tartışılmaz.
Türkiye’de de, o ‘Şirin’, o ‘Amber’in zaman zaman ‘Taşbaş’ olduklarını ileri sürmek yerine, sürekli olarak ‘görev bilinciyle’ davranan ‘uyanıklar’ oldukları kabul etmek gerekir.
Bunları yorum ve haberleri ‘zevzek’lik sınırını çoktan aşmıştır.
Cumhuriyet gazetesinin de, ne yazık ki, bunlardan çok önemli farkı kalmamıştır.
O arada, Can Dündar ile Erdem Gül’ün ağlayanı bol olur ama tutuklanan ‘Asker’lere kim sahip çıkacak?
Haber de ne ki, hapishane önünde toplanacak yığınlar nerede?
Mahzunî diyor ki;
“Sen bu ele gelmeden nerde yatardın canım?
Belinde barabellom kimi kurtardın canım?”
Pekiyi bunlar hakkında güvebilir bilgiyi nasıl edineceğiz?
Gerçekten ‘zor bir dönemeçteyiz’.
Cin çalıp şeytan oynamakta...
Habip Hamza Erdem