ZİLLET-İ NEFS
‘İzzet-i nefs’ diye Osmanlıca bir deyim var.
Türkçe karşılığı ise ‘Onur, gurur’ ya da onur ve gururunu korumak anlamına geliyor.
Daha geniş bir anlamda, ‘insanlık, adamlık ve ya da kişilik’ sahibi olmak ve insanın bu kendi ‘öz-nitelik’lerini ‘her koşulda’ korumak demek oluyor.
Ölçütü ise, özellikle insanın bu öz-niteliklerine bir saldırı sözkonusu olduğu zaman, saldırıya uğrayan ‘onur ve gurur’un savunulup savunulamaması oluyor.
Onur ve gururuna saldırılan, bir gerçek ‘kişi’ değil de tüzel bir ‘kişilik’ olursa, diyelim bir ‘Devlet’ ya da ‘Ulus’ sözkonusu ise, bu kez o ‘Devlet’ ya da ‘Ulus’u temsil eden kurum ve kuruluşlar bu saldırıyı savuşturmakla yükümlü oluyorlar.
‘Aksi halde’, bu temsilci ya da temsilcilerin kendi ‘kişilik’leri tartışma konusu olmaktadır.
Örnek olsun, bir ‘Devlet Başkanı’, temsil ettiği ‘Devlet’in ve aynı anlama gelmek üzere ‘Ulus’un onur ve gururunu taşıyıp koruyamadığı zaman, o ‘Devlet’ ve ‘Ulus’un onur ve gururu zarar görmüş olabilir, ama asıl o ‘temsil makamı’ını ‘işgal’ eden ‘kişi’nin onur ve gururu sıfırlanlanmış demektir.
‘İzzet-i nefs’ yerine bu kez ‘zillet-i nefs’ deyimini kullanmak gerekiyor.
ABD Başkanı Biden’ın, Dr Recep’e telefon edip, yarın Türklerin Ermenilere ‘soykırım’ (génocide) uyguladıklarını açıklayacağım demesi üzerine, ‘izzet-i nefs’ sahibi birinin ilk yanıtı, ‘hayır söyleyemezsiniz’ olmalıydı.
Çünkü, her şeyden önce bu ‘soykırım’ terimi, sözkonusu olayların olduğu dönemden tam otuz yıl sonra (1945) keşfedilmiştir, bu bir.
İkincisi, 1915 olayları, Birinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında, ölüm-kalım savaşımı veren bir ‘Ulus’un, düşmanları tarafından desteklenen bir ‘iç isyan’ın bastırılmasına yönelik ‘önlem’ler idiler.
Üçüncüsü de, elimizde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, bu olayların ‘soykırım’ olarak nitelenemeyeceğine ilişkin ‘kapı gibi’ kararı bulunmaktadır.
Bütün bunlara karşın, ABD Başkanı Biden’ın bu ‘tarih dışı’, ‘gerçek dışı’, ‘hukuk dışı’ iftira ve küfürü karşısında, sessiz kalan ‘Devlet Başkanı’nın ‘izzet-i nefs’inden sözetmenin olanak ve olasılığı yoktur.
Koca bir ‘Devlet’ ve koskoca bir ‘Ulus’un onur ve gururunu ne temsil ve ne de savunma yeterliliğine sahip olamadığı apaçık ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Kişisel onur ve gurura sahip olup olmadığı bu yazının konusu değil.
Şimdilerde ramazandır, oruç tuturak sözde ‘nefs’ini terbiye ettiği sanılmaktadır.
O, onun ‘kişisel sorunu’dur.
Ama ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve ne de Türk Ulusu’nu ‘temsil hakkı’ kalmıştır.
Dolayısıyla, iş, doğrudan ‘İzzet-i nefs’ sahibi bir ‘Ulus’a kalmış demektir.
Ya hâlâ ‘Devlet’i olduğunu ileri sürerek ‘Devlet’ine sahip çıkacaktır ya da ‘zillet-i nefs’e düştüğünü ve ‘onur ve gurur’una sahip çıkamadığını kabul edecektir.
Görünen o ki, ‘ahval’imiz bu merkezdedir.
Geriye kalsa kalsa, bolca ‘zevzeklik’ ve ‘gevezelik’ kalacaktır.
Ki, öyle olacağı da besbellidir.