ZIRTTO’NUN Z’Sİ
“Bunlar ‘iyi günlerimiz’ olmasın sakın?” diye sormuştum 9 Ekim 2010 yılında.
“İyi günlerimiz” imiş aslında..
2009 ondan da iyi, 2008 ondan daha iyi, 2008 daha daha iyi, 2007 en iyisiydi vallahi.
Andullah Gül Cumhurbaşkanı olmamıştı daha.
AKP Meclis ve Hükûmeti ele geçirse bile, ‘Devlet’i ele geçirememişti.
En azından ‘yüksek bürokrat’ atamaları için “Üçlü kararname” yani Cumhurbaşkanın ‘onay’ı gerekiyordu ve AKP bu ‘olanak’tan yoksundu.
Genel Kurmay Başkanı Yaşar Paşa hazretleri..
Nasıl da güveniyorduk.
‘Darbe’ yapsın diye değil kuşkusuz.
Cumhurbaşkanlığına ‘sözde değil özde Atatürkçü’ birinin seçilmesini ‘sağlasın’ diye.
Efendim Genel Kurmay Başkanı ‘sağlama aracı’ mıdır?
Değildir de ya ‘nedir’ diye sormuyorum, çünkü küçük beyinler kavramıyor..
Her neyse.
‘Bizim’ Yaşar Paşa hazretleri, bir ‘bildiri mi ne yayımladı, sonra da yayımladığına ‘bin pişman’ olduğu gibi, tüm Türkiye’yi de pişman ettirdi.
Sonra İlker Paşa hazretleri geldi.
‘Başbuğ olmak’ diye yazdım; Paşam başbuğ olun, başınıza buyruk, Mustafa Kemal’in askeri, falan..
Kıymayın bu ‘Ordu’nun canına..
Bakın ‘Devlet’ elden gitti gidiyor..
“Ben hukukun üstünlüğüne inanıyorum” diye geveledi..
O ‘hukuk’ onu tutup içeri attı mı, attı.
Haydi git kuzu gibi yat dedim içimden.
Bir acemi mehmetciğin bir günlük hapsine üzülürüm aslında, ama İlker Paşa’nın dışarı çıkmasına üzüldüm desem yeridir.
‘Hukuk’muş..
‘Anayasa’ymış..
Herif, pardon Osaman Can, önce söylemişti.
Sonra Efkan Ala söyledi.
O söyledi, bu söyledi.
Ve sonunda Dr Recep, ey millet, ey Avrupa, ey Amarika ey Rusya dedi; ey güney kutbu ey kuzey kutbu, ey yıldızlar, ey ay ey güneş!
“Ben bu anayasayı, bu Anayasa Mahkemesi’ni, bu Birleş Milletleri, bu Avrupa bu Amerika bu Rusya’yı tanımıyorum” dedi mi demedi mi?
Takıyor mu takmıyor mu?
O’na onları taktıracak kimdi peki?
Türk Silahlı Kuvvetleri idi.
Şimdi ‘çok akıllı’ olanlarımız, ‘halk efendim halktır’ diyecektir.
‘Siyaset kurumu’, ‘Siyasal partilerimiz’, Kemal Kılıçdaroğlu ya da Devlet Bahçeli falan..
Bir de bunları bana sayan ‘çok akıllı’, demokrat, devrimci, milliyetçi arkadaş..
Horasan’da halı dokunduğunu duymuş ama ‘Enine mi boyuna mı?’ olduğundan haberi yok.
Tarihin hiçbir döneminde ‘siyaset kurumu’ Devlet kurumuna karşı olmaz, olmamıştır, olmayacaktır.
Onu, o sözde üniversitelerin sözde ‘siyaset bilimcileri’ söyler ve herkesi ona inandırmaya çalışırlar.
Toplumlar, toplum olalı, ana hatlarıyla ‘siyasî’ ve ‘sivil’ diye ikiye ayrılırlar.
Toplumun ‘siyasal’ olan kesimi, Devlet denilen yürürlükteki anayasa ve yasalar, bürokrasi, ordu ve polis ile ‘uluslarüstü güç’lerdir.
Sondan başlanacak olursa, ‘uluslararası güç’ler, ‘finansal’, ‘ekonomik’ ve ‘Birleşmiş Milletler’ türü uluslarüstü kurumların kurallarından oluşmaktadır.
Sonra ‘güvenlik güçleri’ olarak ordu ve polis gelir, sonra bürokrasi ve en sonunda da yasalar ve anayasalar.
Yani ‘Devlet’ piramidinde, Anayasa, zurnanın son deliğidir.
Türkiye’de Anayasa Mahkemesi Başkanı Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’ndan sonra üçüncü sırada, Genel Kurmay Başkanı da dördüncü sırada yer alsa da, bu son ikili yerdeğiştirse yer yerinden oynamaz.
‘Siyasal Partiler’ de, ‘çay parti’lerinden ayrılmak için ‘siyasal parti’ adını alırlar.
Yoksa, yukarıda sayılan Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Genel Kurmay Başkanı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın tam karşında yer alarak, ‘sivil toplum’u temsil ederler.
Bunlar içinde ‘Meclis’e temsilci sokanlar da ‘Meclis’teki ağırıklarına göre, ‘Hükûmet’ kurup, ‘sözde’ yasama işlemi yaparlar.
Meclis dışındakiler de, Meclis’e girmeyi ‘siyasal eylem’ olarak adlandırırlar. Oysa, ‘siyasal’ denilen bir ‘Parti’nin her eylemi ‘sivil’ bir eylem olup, siyasalın hası olan Devlet mekanizması içinde, ya Cumhurbaşkanlığını, ya Meclis Başkanlığı’nı almak ya da Genel Kurmay Başkanını ‘kendi safına çekmek’ mücadelesidir.
Siyasal denilen ama özde ‘sivil’ olan bir Parti’nin, demek ki, asıl hedefi Devlet’te şu ya da bu oranda ‘yer edinmek’ ve olanağı varsa Devlet’i tümden ‘ele geçirmek’tir.
Ne var ki, günümüzde egemen olan ‘Burjuva Demokratik Devlet’ anlayışı, bir orta-oyunu gibi her kurum ve kuruluşa, göstermelik ‘rol’ler vermekte olup, orta-oyununa da ‘kutsal’ bir ‘demokrasi’ kılıfı geçirmektedir.
İşte o, ‘sözde’ kuramları, yani ‘Siyaset kurumu’ ve ‘Demokrasi’ palavralarını, Dr Recep ve ekibi, yerle bir etmiş bulunmakta, ya da ‘bilimin yasalarını’ uygulamakta ve ‘Alaturka Müslüman Kardeşler’in bir ‘sivil’ versiyonu olarak Türkiye Cumhuriyeti Devlet’ini ele geçirmiş bulunmaktadır.
Dün ne dediği, önceki gün ne dediği önemli değildir; “ben bildiğiniz siyasetçilerden değilim” diye bağıra bağıra gelmiştir.
Önce Soğancıbaşı Özkök Paşa hazretlerinin önünde takla atmış, sonra Yaşa Paşa hazretlerini ‘amuda kaldırmış’ ve ardından İlker Paşa hazretlerini ‘deliğe tıkmış’tır.
Ve Özel Paşa (önadı neydi tanrı aşkınıza, unuttum) hazretlerini ‘emir eri’ yapmıştır.
Sonra ne olmuştu, henüz haberim yok, ama bekleyip göreceğiz.
Demek ki, Devlet’i ele geçirmek, önce ve ‘en evvela’, Ordu ve Polis’i ele geçirmekle oluyormuş.
Diğer tüm ‘mütemmim cüz’ler ile mütemmim olmayan ‘cüz’ler ya da ‘oluşturucu parça’lar, Ordu’dan sonra geliyormuş.
Ha ‘Ordu’ bir başına ‘Genel Kurmay Başkanı’ mıdır sorusu da var kuşkusuz.
Hayır, hele Türkiye’de, Amerikan çavuşunun paltosunu tutan genel kurmay başkanı da olmuş, ama onu ‘Türk Ordusu’ kodese tıkmıştır.
Kaynak gösterip dipnot düşmeme gerek yok.
Beklenirse, önümüzdeki günlerde yazılacak kitaplarda bulunabilir.
Geçen gün bir okurum, “bin yıl düşünsem, Kenan Evren’in Napolyon Bonapart’a benzetilebileceği aklıma gelmezdi” diye yazıyor.
Bin yıl şöyle dursun, eğer ‘birkaç on yıl’ düşündükten sonra aklınıza gelebilecek bir şeyler yazabiliyorsam, yazılarım amacına ulaşıyor demektir.
Uzatamanın gereği yok, Napolyon Bonapart değil ama Louis Napolyon’un ’18 Brümer’i ile Dr Recep’in ekibinin 27 Floréal (Nisan) bildirisine karşın 28 Fructidor (Ağustos) 2007’de ‘Abdullah Kardeş’ini Cumhurbaşkanı yaptırması ‘’sonun başlangıcı olmuştur’.
Floréal ‘Devrim takvimi’nde çiçeklerin açması, Fructidor da ‘meyvelerin olgunlaşması’ ayları anlamında kullanılır.
O günlerdeki yazılarımı derlediğim kitabıma ‘Devlet-Ulus’un sonu’ başlığını koymuştum.
Efendim, ‘Devlet-Ulus’ değil de ‘Ulus Devlet’ demek bana daha uygun geliyor, hem zaten Türk Dil Kurumu da öyle yazıyor türü ‘boş tartışmalar’dan bıktım.
Hiçbir ‘Ulusal Devlet’te şu yukarıda yazdığım ‘kaba tarih’ yaşanmazdı.
Sen ‘Ulus’ olup, ‘sivil örgütlenmeni’ kurmamışsın; ‘Ulusal Devlet’ini koruyacakmışsın da, ‘demokrasi’ni geliştirecekmişsin de, ‘derin stratejiler üretecekmişsin de, ‘Hukuka saygılı’ kalacakmışsın.
Hukuk nire, demokrasi ne, Devlet kim?
Bin yıl değil de, hiç değilse birkaç ay düşün.
Ya da önce düşünmeyi öğren a canım.
Tavuk da düşünür.
Bari sen de, Denizlinin horozu kadar düşünmeyi becer.
Ha, Louis Napolyon’dan sonra ne olmuştu denilecek olursa, 1871’de Paris Komünü olmuştu.
Habip Hamza Erdem
Eki: ‘Zırtto’, 2010’daki yazı
ZIRTTO
Șakî Mehmet, bey mi desem efendi mi, günün birinde yakalanır.
‘Eșkiyalık’tan yargılanacaktır.
Yargıcın önünde dosyalar; sekiz yol kesme, dokuz adam asma, yirmi bilmem kaç kez köy basma suçu ișlemiș.
Tanık, kanıt, sorgu-morgu ișlemleri tamam ve yargıç karar veriyor; “ Onyedi yıl dört ay on gün hapsine..”
O günlerde, daha ‘Kürtçe çevirmenlik’ yasası çıkmamıș.
Çıkmamıș ama, bașka çaresi yok, ‘Sayın Șakî’ Türkçe bilmiyor.
‘Sayın șakî’ ayakta ‘karar’ı dinledikten sonra yanındakilere, savunmanına diyelim, soruyor: “Ne dedi?”.
Çevirmen, ‘onyedi yıl dört ay on gün hapis yatacaksın’ dedi diyor.
“He ya zırtto, diye mırıldanıyor Șakî, senin sözünle...”
Șakî bu, ‘hapisten firar’ sayısına bir elin parmakları yetmez.
Onlarca yıl hapis mi yatılırmıș, yakında ‘firar’ ederim diye düșünmektedir.
Yasa, polis, jandarma; savcı, yargıç, durușma bekçisi mi ne de neki..
Zırtto bunlar, önemsenmeyecek adamlar.
Düzenleri de ‘zırtto düzeni’ mi ne?
Söylence denilerek geçmek olmaz.
Bu ülkenin ‘gen’lerinde var bu özellik.
Osman bey’i anımsadınız mı?
Anayasa Mahkemesi (AM) raportörü.
Diyordu ki; hükûmet AM kararlarını uygulamayabilir.
Hani bu 12 Eylül ‘hukuk doktoru’dur diyelim; ODTÜ profesörü ne diyor pekiyi?
Türbanlı kızların üniversitelere giriși serbest.
Bizim Șaki hukuka doğrudan karșı çıkıyordu, en azından ‘dürüst’tü.
YÖK bașkanı ‘hukuku dolanıyor’.
Dolanmak ‘gen’ininde mi ne var?
Osman ‘sayın bey’ kadar bile olamamıș, ne idi adı, YÖK bașkanının?
Türbanlı kız kadar bile değil.
Bu kızlar erkek çıktı doğrusu; takacağız dediler türbanı, takıyorlar.
AM kararlarını takmayız dediler, takmayacaklar gibi görünüyorlar.
AHİM kararları?.. Takmayacaklar.
CHP yi de ‘takmayız’ dediler, takmayacaklar bu gidișle.
Șu ‘zırtto düzenini’ takmadılar, takmıyorlar, takmayacaklar.
Erkek kızlarmıș vesselam..
Kendi kendime soruyorum da; bu kızlar mı erkekleșiyor yoksa ‘düzen’ mi giderek ‘zırtto’lașıyor acaba?
‘Demokratik, laik, sosyal bir hukuk’ düzeni..
‘Değiștirilemez ve dahi değiștirilmesi teklif edilemez’.. diye söyleniyordu.
Söylenceymiș meğer.
AM Bașkanı Hașim Kılıç bile, tüm hașmetiyle olmasa bile, ‘teklif edilmeden de değiștirilebilir’, dedi mi demedi mi?
Bunlar ‘iyi günlerimiz’ olmasın sakın?
Bu kıș ‘binyılın en yaman kıșı’ olacak diyorlar ya, en azından ‘komünizm tehlikesi yok’muș bu kıșın.
Bakalım bahar bașka neler getirecek?
‘Zırtto’luğun sonu da gelecek değil ya.
Azmasa hiç değilse, azacakmıș gibi görünüyor da..
Keskinleșip kendi küpüne zarar vermesinden korkulur.
Habip Hamza Erdem /9 Ekim 2010