Zübeyde Ananızı Da Alın Gidin! / Sinan MEYDAN

Tarihçi - Yazar

Zübeyde Ananızı Da Alın Gidin! / Sinan MEYDAN

İletigönderen Türk-Kan » Sal Ağu 03, 2010 14:19

Zübeyde Ananızı Da Alın Gidin!

Yeni açılan üniversitelere, Ankara’da “Yıldırım Beyazıt'', Bursa'da ''Bursa Teknik'', İstanbul'da 'İstanbul Medeniyet', İzmir'de ''Katip Çelebi'', Konya'da ''Konya'', Erzurum'da ''Erzurum Teknik'' ve Kayseri'de ''Kayseri Abdullah Gül'' ve Antalya'da ''Uluslararası Antalya Üniversitesi” adlarının verilmesini uygun bulan AKP, İzmir’de kurulacak üniversiteye Zübeyde Hanım Üniversitesi adının verilmesini uygun bulmadı?

Peki ama neden?

Gerekçe: “Üniveristelere bilim insanlarının isimleri konur!” diye açıklandı. Ancak, Kayseri de kurulan üniversiteye Abdullah Gül adının verilmesiyle bu gerekçenin gerçeği yansıtmadığı da anlaşılmış oldu.

Peki ama, AKP’nin gerçekte Zübeyde Hanım’dan rahatsız olmasının nedeni nedir?

Bakan Çubukçu bu sorunun cevabını düşüne dursun, biz kendisine ve bütün AKP’lilere ZÜBEYDE ANAYI anlatalım biraz:

ZÜBEYDE HANIM

Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım 1857 yılında Selanik yakınlarındaki Lagaza’da dünyaya gelmişir. Çocukluk ve gençlik yıllarını burada babasının çiftliğinde geçirmiştir.

Genç kızken, zekâ ve cesaretle yoğrulmuş bir güzelliği vardır.

Kökleri

Zübeyde Hanım Türklüğüyle gurur duymaktadır.

“Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı.” (1) Zübeyde Hanım çok haklıdır; çünkü o gerçekten bir Yörük kızıdır.

Zübeyde Hanım’ın ataları Konya Yörüklerindendir. Baba soyu olarak Evlad-ı Fatihan’dır. (2)

Mustafa Kemal Atatürk’ün anne soyu, Konya Karaman’dan Rumeli’ye gelen ve bundan dolayı da Rumeli’deki diğer Yörük gruplarından farklı olarak “Konyarlar” diye anılan Yörüklerdendir. Konyarlar, Konya Karaman’dan Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1466’da Karamanoğulları etkisiz hale getirildikten sonra Rumeli’ye göçürülerek iskân edilmişlerdir. (3)

Zübeyde Hanım’ın ataları önce Konya Karaman’dan alınarak Batı Makedonya’daki Vodin İlçesi’nin batısındaki Sarıgöl Bucağı’na yerleştirilmişler, daha sonra da Selanik dolaylarına gelmişlerdir. (4)

Zübeyde Hanım’ın babası, yani Mustafa Kemal’in anne soyundan dedesi Sofuzade Feyzullah Efendi’dir. Ali Rıza Efendi’nin babası Kızıl Hafız Ahmet Bey’i de tanıyan Aydın Milletvekili Tahsin San, Zübeyde Hanım’ın baba soyu hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Atatürk’ün validesi Zübeyde Hanım, Sofuzade ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızıdır. Bunlar Selanik’te doğmuşlardır. Bu aile bundan 130 sene evvel Sarıgöl’den Selanik’e gelmişlerdir. Vodina Kazası’nın batısında Sarıgöl Nahiyesi’nde 16 köyden ibaret olan bu nahiye ailesi Makedonya ve Teselya’nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı hükümetinin sevk ve iskân ettirdiği Türkmenlerdendir.” (5)

Mustafa Kemal’in kız kardeşi Makbule Hanım, annesi Zübeyde Hanım’ın sık sık, “Soyumuz Yörüktür. Konya Karaman yöresinden buraya gelmişiz. Babam, Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’da kalmış, Mevlevi Dergâhı’na girmiş, orada Yörüklüğü tutmuş” dediğine tanık olmuştur.

Türk olmaktan derin bir haz duyan Zübeyde Hanım, Türklük bilincini çocuklarına da aşılamaya çalışmıştır. Mustafa Kemal daha çok küçükken Türk ile Yörük arasındaki ilişkiyi kavramış gibidir.

Makbule bir gün ağabeyi Mustafa’ya

“Yörük ne demektir?” diye sorduğunda,

Mustafa kendinden emin:

“Yürüyen Türk demektir.” yanıtını vermiştir.(6)

E.Benhan Şapolyo’nun Ruşen Eşref Ünaydın’dan naklettiğine göre, “Atatürk birçok kere benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenleridir” demiştir.(7)

Dahası Mustafa Kemal, ileriki yıllarda “Yörüklerle” ilgili kişisel bazı araştırmalar yapmış, kitaplar okumuştur. Dr. M. Çakıroğlu’nun “Yörükler Üzerine” adlı çalışmasını okurken önemli bulduğu bazı yerlerin altını çizmiştir.

“Anadolu göçmeni (…) damarlarında Türkmen kanı taşıdığını pek de hatırlamaz.

Yalnızca Rumeli ve Konya’daki Türk-menler, bu akrabalığı unutmamıştır.

Türkmen göçebelerinin Anadolu’da ilk ortaya çıkışlarından bu yana on yüzyıl geçmiştir.” Atatürk, bu paragrafların başını dikey çizgilerle işaretlemiştir.(8 )

“Yörükler İslamiyet’i kendine göre yorumlar ve özel bir ulusal karakteri muhafaza eder.”(9)

“Hammer, Yörük kadınları gibi Kula’daki Türk kadınlarının da yüzlerini kapamadıklarını ifade eder. (...) Bu aykırı davranış onların Türkmen kökenlerini kolayca kanıtlamaktadır.”(10)

“Türkmen kadınlar, Türkmenlerin yerleştikleri dönemde Amasis’inki gibi Anadolu’da daima güzellikleriyle ün salmıştır.”(11)

Önemli bularak, yukarıdaki paragrafların başlarını da dikey kalın çizgilerle işaretleyen Atatürk, “Orta Asyalı Türklere ve Türkmenlere Aydın vilayetinde rastlanmaktadır” cümlesindeki “Türklere ve Türkmenlere” ifadesinin de altını çizmiştir.(12)

Atatürk’ün, “Yörükler Üzerine” adlı kitapta altını çizdiği bu satırlardan, onun “Yörük kökenleriyle” gurur duyduğu sonucuna ulaşmak pek de abartılı bir değerlendirme olmasa gerekir.

Güçlü Karakter Sağlam İrade

Zübeyde Hanım, güçlü bir karaktere ve sağlam bir iradeye sahiptir. Doğru bildiği şeyler uğruna sonuna kadar mücadele etmiştir. Doğuştan akıllıdır. Yalnız yeteri kadar eğitim görmemiştir. Okuma yazmayı ailesinden öğrenmiştir. Az çok okuma yazma bildiği için kendisine “Zübeyde Molla” denilmiştir.

Belli ki Mustafa Kemal, hem görünüşüyle (sarı saçlı, renkli gözlü) hem de içsel özellikleriyle (güçlü karakter, sağlam irade) annesine çekmiştir. Nitekim babasına oranla, annesinden daha çok etkilenecektir.

Ali Rıza Efendi’nin ölümü üzerine genç yaşta dul kalan Zübeyde Hanım, Mora eşrafından Ragıp Bey adlı bir memurla evlenmiştir. Ragıp Bey’in Süreyya ve Hakkı adlarında iki oğlu ile Fıtnat ve Ruhiye adlı iki kızı vardır.(13) Mustafa Kemal o günlerde bu evliliğe büyük tepki duymuş, hatta evi terk ederek bir süreliğine halasının yanında kalmıştır.(14) Ancak zaman içinde üvey babası Ragıp Bey ile son derce iyi bir iletişim kuracaktır.(15) Ali Fuat Cebesoy’un aktardığına göre Mustafa Kemal üvey babası Ragıp Bey’den şöyle bahsederdi: “Bana karşı çok saygılı davranmış, büyük adam muamelesi etmiştir. Nazik ve kibar bir insandı.”(16)

Ana Oğul İlişkisinin Boyutları

Hiç kuşkusuz Mustafa Kemal Atatürk’ün vatanından sonra en çok sevdiği annesi Zübeyde Hanım’dır. Atatürk’ün, annesi Zübeyde Hanım’a duyduğu derin sevgi tüm ömrü boyunca devam etmiştir. Bu sevginin en önemli nedenlerinden biri, Mustafa Kemal’in çok küçük yaşta babasız kalması ve bu süreçte Zübeyde Hanım’ın büyük fedakârlıklar göstermesidir. Annesine minnet duyan oğul, o yüce anaya hiçbir zaman saygıda kusur etmemiştir. Kılıç Ali’nin ifadeleriyle: “Annesi Atatürk’ü, Atatürk de annesini, ikisi birbirlerini adeta büyük bir aşkla severlerdi. Tuhaf değil mi? Zübeyde Hanım oğluna karşı adeta derin bir saygı beslerdi. Elini tuttuğunda sanki onu öpmek isterdi. Atatürk de annesine karşı olağanüstü saygılıydı.”(17)

Ana oğul arasındaki saygı ve sevginin boyutlarını Mustafa Kemal’in yaverlerinden Cevat Abbas (Gürer) şöyle gözlemlemiştir: “Ana ve oğul hazırlanmadan birbirlerini görmezlerdi. Ebedi Şef sabahları uyanır uyanmaz, eğer o gün annesini görecekse, birisi vasıtasıyla annesinden izin alırdı. Sonra büyük bir merasimde bulunacakmış gibi Atatürk hazırlanırdı. Bayan Zübeyde de hasta yatağında olsa dahi büyük bir ihtimamla Atatürk’ü kabule hazırlanırdı. Saçlarını taratır, işlemeli başörtüsünü örter, Makedonyalı gelinlik kızın zengin çeyizinden kalmış oyalı bürümcük gömleğinin üzerine ipekli entarisini giyerdi. Ve İstanbulkari renkli maş-alahı ile resmi kıyafetini tamamladıktan sonra oğlunu beklediği haberini gönderirdi.”(18 )

Cevat Abbas’a göre Zübeyde Hanım’la Mustafa Kemal, ana-oğul adeta birbirine aşıktırlar. Cevat Abbas’a kulak verelim:

“Bu ziyaretlerin her birinde Atatürk anasının mübarek elini saygıyla öperdi. Sonra anasının karşısında o büyük adam küçülür, Mustafa hatta Mustafacık olurdu. Konuşmaları, latifeleri pek içten kaynayan taşkın sevgilerin yansımaları idi. Çankaya’da bu ana oğul görüşmelerinin birinde (…) Atatürk annesinin elini öptü. Bayan Zübeyde oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle Atatürk’ü bağrına basmak istiyordu. Onu kucakladıktan sonra aziz Türk milletine eşsiz bir halaskar kahraman veren ana olmak itibariyle gururlanmalı idi. Fakat öyle olmadı. Bahtiyarlığı, gülen ve şirin yüzünden okunurken o büyük Türk anası kolları arasından uzaklaşan ciğerparesinin ellerine sarıldı. Atatürk: ‘Ne yapıyorsun anne?’ dedi, elini çekmek istedi. Bayan Zübeyde sükünetle ve kati bir ciddiyetle, ‘Ben senin ananım, sen benim elimi öpmekle bana karşı olan vazifeni yapıyorsun, fakat sen vatanı ve milleti kurataran bir devlet reisisin. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebasıyım. Elini öpebilirim.’ Cevabını verdi.”(19)

Düşünebiliyor musunuz, bir ana ki oğlunun elini öpmek ister ve bir oğul ki yapıp ettikleriyle anasını bu kadar mutlu eder...

Atatürk-Zübeyde Hanım İlişkisi Kronolojisi

Atatürk-Zübeyde Hanım ilişkisini kronolojik olarak şöyle özetlemek mümkündür:

    1. Ali Rıza Efendi’nin zamansız ölümüyle çok genç yaşta dul kalan Zübeyde Hanım iki çocuğunu alarak ailesinin Langaza’daki çiftliğine dönmüştür.

    2. Zübeyde Hanım, 1905’de Harp Akademisi’ni bitiren ve kurmay yüzbaşı olan ancak bu sırada kısa süre hapse atılan Mustafa Kemal’i görmek için üç beş günlüğüne İstanbul’a gelmiş ve oğlunu buradan ilk görev yeri Şam’a bizzat uğurlamıştır.

    3. Balkan Savaşları sonunda Selanik’in kaybedilmesi üzerine burada yaşayan diğer Türkler gibi Zübeyde Hanım da kızı Makabule’yi yanına alarak İstanbul’a gelmiş ve Beşiktaş Akaretlerdeki 76.numaralı eve yerleşmiştir.

    4. Çanakkale’de destan yazan Mustafa Kemal Paşa daha sonra Yedinci ordu komutanı olarak Filistin’in güneyindeki Sina cephesinde İngilizlerle çarpışırken Müttefik Alman Orduları Komutanı Fakenhayn’la arasındaki bir anlaşmazlık sonunda istifa ederek Halep’e gitmiştir. Burada ciddi şekilde sarılık hastalığına yakalanan oğlunu merak eden Zübeyde Hanım, Halep’e giderek oğlunu ziyaret etmiş, İstanbul’a dönmüştür.

    5. Mustafa Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından birkaç gün sonra 13 Kasım 1918’de Suriye Cephesi’nden ayrılarak İstanbul’a gelmiştir. Doğru annesinin evine giden Mustafa Kemal, Zübeyde Hanım’ın elini öpüp boynuna sarılarak hasret gidermiştir. İstanbul’da bir süre Pera Palas Oteli, Fansa’ların Beyoğlu’ndaki evinde kalan Mustafa Kemal, daha sonra Şişli’de Madam Kasabyan’ın üç katlı evini kiralamış ve Beşiktaş Akaretler’de oturan annesi ve kız kardeşini de yanına almıştır.

    Mustafa Kemal, vatanın işgal edildiği o kara günlerde Anadolu’ya geçerek bir bağımsızlık savaşı başlatmak için gerekli hazırlıkları Şişli’deki o üç katlı evde yapmıştır. 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket edinceye kadar annesiyle ve kız kardeşiyle bu evde oturmuştur. Ve 16 Mayıs sabahı annesinin dualarıyla Samsun’a hareket etmiştir.

    6. Mustafa Kemal, Samsun’a hareket etmeden önce İstanbul’daki dostu Sezai Ömer (Marda) Bey’e, senet ile bir miktar para bırakmıştır. 17 Kasım 1919’da Bandırma Vapuru’ndan Sezai Ömer Bey’e yazdığı mektupta senetteki bu parayı annesine bıraktığını belirtmiştir. Yaklaşık iki yıl sonra, 19 Haziran 1922’de yazdığı başka bir mektupta da annesine yaptığı yardımlardan dolayı Sezai Ömer Bey’e teşekkür etmiştir.(20)

    7. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıyla birlikte Zübeyde Hanım ve Makbule, işgal İstanbul’unda yalnız kalmışlardır. Zübeyde Hanım, oğlunun, “idama mahkûm edildiği” ve hatta “öldüğü” biçimindeki haberlerden etkilenerek hastalanmış, kısmen felç olmuştur.

    8. Bu sırada kızı Makbule’nin Mustafa Mecdi Bey adlı bir tüccarla evlenmesi Zübeyde Hanım’ı biraz olsun mutlu etmiştir. Gözü yaşlı anne, kızı ve damadıyla birlikte yeniden Akaretler’deki evde yaşamaya başlamıştır.

    9. Mustafa Kemal ise hasta annesinden daha fazla ayrı kalmaya dayanamayarak Zübeyde Hanım’ı yanına, Ankara’ya getirmeye karar vermiştir. TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, annesini almak için Adapazarı’na gelmiştir(14 Haziran 1922). Burada, kendisinden bir gün önce gelen ve Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Vehip Bey’in evinde kalan annesiyle buluşan Mustafa Kemal, geceyi annesiyle birlikte o evde geçirmiştir. Daha sonra da ana oğul bir otomobille 24 Haziran 1922’de Ankara’ya dönmüşlerdir.

    10. Ankara’da, Mustafa Kemal ve akrabaları Fikriye ile birlikte kalan Zübeyde Hanım’ın sağlığı gitgide bozulmaya başlamıştır. Gözü yaşlı ana, kendi derdinden çok oğlunu düşünmekte, oğlunun artık bir an önce “dünya evine girmesini” istemektedir. Gelin adayı da hazırdır. Fikriye... Ancak çok geçmeden oğlu Mustafa Kemal’in başka biriyle evlenmek istediğini öğrenecektir. Bu yeni gelin adayının adı Latife’dir. İzmir’in köklü ve zengin ailelerinden birinin okumuş kızı Latife...

    11. Zübeyde Hanım, son günlerini müstakbel gelin adayı Latife Hanım’ın İzmir Karşıyaka’daki köşklerinde geçirecek; ancak yüce ana, oğlunun mürüvvetini göremeden hayata gözlerini kapayacaktır. Öldüğünde 66 yaşındadır (15 Ocak 1923).

Dindar Bir Ana

Zübeyde Hanım çok dindardır. Atalarının geleneksel inançlarına sonuna kadar bağlıdır. Beş vakit namazını kılan, tabiri caizse “sofu” bir kadındır.

Zübeyde Hanım’ın dindarlığını anlamak bakımından, onun, 1996 yılında açılan Abdurrahim Tunçok Müzesi’ndeki özel eşyalarına göz atmak yeterlidir.(21) Zübeyde Hanım’a ait özel eşyalar arasında zemzem kabı, değişik tespihler, seccadeler ve Kur’an-ı Kerim gibi dinsel amaçlı eşyalar dikkat çekmektedir. Zübeyde Hanım’ı tanıyanlar, Zübeyde Hanım’ın evinde iki adet Kur’an’ı Kerim bulunduğunu, bu Kur’an’lardan birinin duvarda özel koruması içinde asılı, diğerinin ise evin başköşesinde bir rahle içinde açık durduğunu belirtmektedirler. Zübeyde Hanım’ın son nefesini verinceye kadar her fırsatta sıkça Kur’an okuduğu bilinmektedir.

Mustafa Kemal annesinin dindarlığına büyük saygı duymuş, ona hediye alacağı zamanlarda, seccade, tespih ya da başörtüsü gibi dinsel işlevi olan şeyleri tercih etmiştir. Örneğin, Şam’da kurmaylık stajını yaparken sevgili annesine hediye olarak Suriye yapımı dört tarafı gümüş sırmalarla işlemeli bir başörtüsü almış ve arkadaşı Ali Fuat’la Selanik’e, annesine göndermiştir.(22)

Zübeyde Hanım, kendi ailesi içinde ve kocasının ailesi içinde hacılar bulunmasından gurur duymaktadır. Mustafa’nın da onların yolunu izlemesini, iyi bir din eğitimi almasını, hatta iyi bir din adamı olmasını istemiştir. Bunun için Mustafa Kemal, mutlaka mahalle mektebine gitmeli, dini bütün Müslüman çocukları gibi, Kur’an ilkelerine uygun yetişmelidir.(23)

Mustafa Kemal’in anne soyundan yakın akrabaları arasında tekke şeyhleri de vardır. Hatta anlatılanlara bakılacak olursa, Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım ve halası Emine Hanım, Selanik’te sık sık tarikat toplantılarına katılıp, şeyh ve derviş aileleriyle sıkı ilişkiler kurmuşlardır.(24)

Vasiyet ve Ölüm

Zübeyde Hanım, İslam dininin ilkelerine sıkı sıkıya bağlıdır. Ömrü boyunca dininin tüm gereklerini yerine getirmekle kalmamış, son günlerinde, öldükten sonra ruhuna hatim okutulmasını vasiyet etmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında annesinden bir süre uzak kalan Mustafa Kemal, Ankara’dan Cemal Bey’i (Bolayır) sık sık İstanbul’da Akaretler’de oturan annesine göndererek hatırını sordurmuş ve bu şekilde bir şeye ihtiyacı olup olmadığını öğrenmiştir.

Cemal Bey’in, Zübeyde Hanım’ı son ziyaretlerinden birinde artık iyice hastalanmış olan Zübeyde Hanım ona vasiyetnamesini hazırlatmış ve Cemal Bey’den bir istekte bulunmuştur:

“Evladım, ben öldükten sonra ruhuma her sene hatim okutmak üzere bir yere bir miktar para bırakmak isterim. Bunu nereye verelim?”

Cemal Bey biraz düşündükten sonra:

“Peki, size çok iyi bir müessese göstereceğim. Arzu ederseniz sizinle oraya gidip görüşelim” demiş ve Zübeyde Hanım’a yardımcı olmuştur.

Ertesi gün Cemal Bey, o zaman Darüşşafaka müdürü olan Ali Kami Bey’i görerek Zübeyde Hanım’ın arzusunu ona iletmiştir. Ali Kami Bey “memnuniyet ile teberrularını (bağışlarını) kabul ederiz” demiş. “Mektep esas defterine kaydını yaparak her sene arzusu veçhile hatim ettirip duasını yaparız” diye de eklemiştir. Daha sonra, Cemal Bey ile Zübeyde Hanım Dürüşşafaka’ya gitmişler. Müdür Ali Kami Bey bütün öğrencileri büyük salona toplamış ve kendilerine Paşa’nın annesini tanıtmıştır. Bundan sonra ilahiler ve dualar okunmuş, Zübeyde Hanım bu güzel karşılanıştan çok memnun kalmıştır.

Zübeyde Hanım vasiyetnamesinde Dürüş-şafaka’ya da bir miktar para bırakmıştır.(25)

Daha sonra annesinin vasiyetini öğrenen Mustafa Kemal, her ölüm yıldönümünde annesine hatim okutup, hatim okuyan hafıza zarf içinde bir miktar para vermeyi adet haline getirmiştir. Bu, bir oğlun annesine duyduğu sevgi ve bağlılığın manevi bir işaretidir.

Zübeyde Hanım, babasının dindarlığından fazlaca etkilenmişti. Zübeyde Hanım’ın babası, yani Mustafa Kemal’in anne soyundan dedesi -daha öncede belirtildiği gibi- “Sofuzade” olarak bilinen Feyzullah Efendi’dir. Sofuzade Feyzullah Efendi, Atatürk’ün çocukluk anılarında okul tatillerinde tarlalarda kargaları kovaladığından bahsederken söz ettiği Selanik’e bir saat uzaklıkta Langaza’daki çiftliğin sahibidir. Zübeyde Hanım, Feyzullah Efendi’nin üçüncü eşi Ayşe Hanım’ın tek kızıdır.(26)

Mustafa Kemal’in dedesi Sofuzade Feyzullah Efendi’nin ağabeyi, Mevlana Dergâhı’nın dervişlerinden biridir. Mustafa Kemal’e göre, annesinin dindarlığı Sofuzade Feyzullah Efendi’nin mirasıdır. “Atatürk annesinin ilahilerle, mahalle mektebine başlaması yolundaki ısrarının sebebini bu mirasa bağlıyordu.”(27)

Mustafa Kemal’in soyağacı incelendiğinde, anne soyunun çok dindar olduğu görülecektir. Mustafa Kemal’in, hayatı boyunca yanında bulunan anne soyundan tek akrabası Ahmet Fuat Bulca, Mustafa Kemal’in, annesinin dindarlığından çok etkilendiğini ve bu dindarlığın nedenlerini araştırdığını belirtmektedir.

Son Buluşma

Mustafa Kemal çocukluk ve ilk gençlik yılları dışında sıklıkla annesinden ayrı kalmıştı. Annesini çok seven bir oğul olarak annesinden uzak kaldığı dönemlerde anne hasretini derinden hissetmiş, tüm güçlüklere rağmen her fırsat bulduğunda annesini ziyaret etmeyi de ihmal etmemiştir.

Mustafa Kemal son olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında annesinden ayrı kalmıştır; fakat anne hasretine dayanamamış olsa gerekir ki, annesini Ankara’ya yanına aldırmıştır.

Mustafa Kemal, TBMM Başkanı ve Başkomutandır. Yıllardan 1922, aylardan Hazirandır. Anne ve oğul üç yıl ayrılıktan sonra nihayet kavuşmuşlardı. Zübeyde Hanım bir süre Çankaya Köşkü’nde kalmış; ancak kısa süre içinde İstanbul’dan beri devam eden hastalığı iyice artmıştır. Mustafa Kemal, hasta annesine İzmir havasının iyi geleceğini düşünmüştür. Zübeyde Hanım, uzun uğraşlardan sonra, İzmir’e gidip bir süre kalması için ikna edilebilmiştir. Zübeyde Hanım, İzmir’de Mustafa Kemal’in evliliği düşündüğü Latife Hanım’ın Karşıyaka’daki yazlık evlerinde kalmaya başlamıştır.

Burada bulunduğu sırada hastalığı iyice ağırlaşan Zübeyde Hanım 15 Ocak 1923’te vefat etmiştir.

Mustafa Kemal ise bu sırada özel treniyle Ankara’dan başlayan ve Batı Anadolu’yu kapsayan bir yurt gezisine çıkmış ve 15 Ocak’ta Eskişehir’e gelmiştir.

Gün ağarmak üzeredir. Mustafa Kemal emir eri Ali Çavuş’u çağırıp, “Bir haber var mı?” diye sormuştur. Ali Çavuş, “Şifre geldi ama çözülmedi” diye yanıt verince, mavi gözleri çakmak çakmak olan Mustafa Kemal hafifçe başını kaldırıp Ali Çavuş’a hüzünle bakarak, “Annemin öldüğünü biliyorum. Bir rüya gördüm. Yeşil tarlalarda annemle dolaşıyordum. Birden bire bir fırtına çıktı, anamı alıp götürdü” demiştir. Deşifre edilmiş telgraf kendine verildiği zaman gözlerini kapamış, derin bir nefes almış, başını hafifçe öne eğmiş, bir an düşündükten sonra “İzmir’e gidiyoruz. Treni İzmit’e çevirsinler” talimatını vermiştir.

Mustafa Kemal, aynı gün, İzmir’de bulunan başyaver Salih Bozok’a şu telgrafı çekmiştir: “...Verdiğiniz elim haber beni çok müteessir etti. Merhumenin münasip bir tarzda merasim-i tedfiniyesini (İslami kurallara uygun bir şekilde cenaze törenini) ifa ettiriniz. Cenab-ı Hak milletimize hayat ve selamet versin.”(28 )

Mustafa Kemal, kısa bir süre sonra İzmir’e gelerek annesine olan son görevini yerine getirecek; annesinin mezarı başında ve Allah’ın huzurunda ellerini açıp dua edecektir.

Zübeyde Hanım’ın Cenaze Töreni

Zübeyde Hanım’ın ölümü sırasında İzmir’de bulunan Asım Gündüz, Zübeyde Hanım’ın cenaze töreni hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Zübeyde Hanım son saatlerinde yanında bulunan Latife Hanım’a ayrıca bir vasiyet yazdırmıştır. Latife Hanım, ölüm haberini ilk önce İzmir valisi Mustafa Abdülhak (Renda’ya) bildirmiş, vali de büyük bir cenaze töreni hazırlatmıştı. Latife Hanım ilk gece İzmir’in tanınmış hafızlarından tam otuz üç kişi çağırarak sabaha kadar hatim yaptırmış ve hatim duası üç gün sürmüştür.

Cenaze alayına adeta bütün İzmir katılmıştı. Vali, memurlar, komutanlar, hocalar olduğu halde cenaze alayının uzunluğu bir kilometreyi buluyordu. Okulların getirdiği çelenkler kabrin üstünde bir örtü teşkil etmişti. Batı Cephesi kurmay başkanı Asım, Kazım (Özalp), Fahrettin (Altay), Mürsel (Bakü), İzzettin (Çalışlar), Abdurrahman Nafiz (Gürman) paşalar cenaze alayının önünde yürümekte idiler.

Latife Hanım, siyah bir manto giymiş, siyah peçe örtmüş, cenaze alayına katılmak istemişti; fakat ailesinin ve din adamlarının, “İslam’da kadın cenazeye katılmaz” diye engel olmaları üzerine bir faytona binerek cenazeyi arkadan takip etmiştir.

Latife Hanım, kabirde yüzlerce gümüş mecidiye sadaka dağıtmış, kırkında mevlit okutmuş, 52. gecesinde de aşure yaparak fakir fukaraya dağıttığı gibi, hatimler indirerek bu mübarek kadına karşı duyduğu sevgi ve şükran borcunu ödemişti”(29)

***
Mustafa Kemal’in, anne soyu çok dindardır.Doğal olarak Mustafa Kemal Atatürk de bu dindarlıktan etkilenmiştir. Atatürk’ün yılar sonra dile getireceği şu sözlerin temelinde onun annesinden, ailesinden aldığı dini eğitimin büyük etkisi vardır.

“Hâlbuki Elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir.”(30)

“Biz dini eğitimi aileye bıraktık... Çocuk dini eğitimini ailesinden alacaktır.”

Acımasız İftiralar

Atatürk’ün anne ve babası hakkındaki tüm gerçekler ortadayken, Atatürk’ü karalamak, lekelemek ve halkın gözünden düşürmek isteyenler onun anne ve babası hakkında acımasız iftiralar ileri sürmüşlerdir. Atatürk’ün anne ve babasına acımasız iftiralar yöneltenler, vicdan yoksunu olmaları dışında, belli ki içlerinde zerre kadar Allah korkusu da taşımamaktadırlar.

Atatürk’ü karalamak, lekelemek isteyen Atatürk düşmanı yobazların asıl amacı, onun kurmuş olduğu cumhuriyeti yıkmak ve bir ütopyadan başka bir şey olmayan “Şeriat devleti”ni yaşama geçirmektir. Asıl üzüntü verici olan ise, kendilerini “liberal” veya “ikinci cumhuriyetçi” diye tanımlayan, Atatürk düşmanı yobazlarla kol kola girerek, Atatürk konusundaki yalan ve iftiralara ortak olmalarıdır. Saf ve temiz Türk halkını yalan ve iftiralarıyla zehirleyenlerle yeterince mücadele edilmemesi, onların yalan ve iftiralarının toplumun hafızasında yer ederek, zamanla doğruymuş gibi algılanmasına neden olmuştur.

Atatürk’ü lekelemek isteyen çevreler öteden beri onun anne ve babasına saldırarak, “Mustafa Kemal’in soyu sopu belli olmayan biri olduğunu” iddia etmişlerdir.

Müslüman olmaktan dem vuran, fakat zerre kadar Allah korkusu taşımayan bu çevreler, iftiralarına Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’la başlamaktadırlar. Ki o Zübeyde Hanım, tam bir Allah dostu, gerçek bir mümin ve tam bir Müslüman, mübarek bir anadır. O Zübeyde Hanım, beş vakit namazını kılan sofu bir kadındır. Ömrü boyunca defalarca Kur’an-ı hıfz etmiş gerçek bir Kur’an dostudur. Ve O Zübeyde Hanım, sevgili oğlu Mustafa Kemal’e de Allah sevgisini aşılayan ilk kişidir. Çok daha önemlisi Zübeyde Hanım’ın doğurduğu o evlat bir ulusu esir olmaktan, köle olmaktan kurtarmıştır. O mübarek ananın doğurduğu evlat sayesinde bugün Türkiye’de camilerden ezan sesleri yankılanabilmekte, Müslümanlar gönül rahatlığıyla dini vecibelerini yerine getirebilmektedir.

İşte bu insafsızlar, böyle bir anaya bile hiç utanmadan “genelevde çalıştığı” iftirasını atmaktan çekinmemişlerdir. Hatta bu asılsız iftiralarını 1990 yılında sahte bir mahkeme kararı ile belgelemek istemişlerdir.(31)
Bu sahte karara göre Atatürk’ün annesinin “kötü kadın” olduğu, babasının da “belli olmadığı” güya ispatlanmış ve bu sahte belge 1990 yılında üstelik Milli Eğitim Bakanlığı’nda Personel Genel Müdürlüğü’nün bir şefi tarafından çoğaltılarak Meclis’te milletvekillerinin posta kutularına kadar atılmıştır.(32)
Zübeyde Hanım’ın genelevde çalıştığı iddiasını ilk ortaya atan Dr. Rıza Nur’dur.

Dr. Rıza Nur’un Ahlaksızlıklarına Ortak Olmak

Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’a “genelev kadını” diyen Rıza Nur, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi hakkında da ipe sapa gelmez iddialar ileri sürmüştür.

Dr. Rıza Nur, Atatürk’ün babasının belli olmadığını, Atatürk’ün, Ali Rıza Efendi’nin üvey oğlu olduğunu ileri sürmüştür. Nur, Kendisinin Atatürk’ün yakın arkadaşı ve özel doktoru olduğunu bu nedenle Atatürk’ü çok iyi tanıdığını söyleyerek asılsız iddialarının doğru olduğunu kanıtlamak istemiştir. Bir de sözüm ona, Atatürk’ün, babası Ali Rıza Efendi’den hiç söz etmediğini ileri sürerek, kendince bir çıkarım yapmış ve “Demek ki Ali Rıza Efendi Atatürk’ün üvey babasıdır” iddiasını ortaya atmıştır. Rıza Nur, doğrudan Ali Rıza Efendi’ye de saldırmış ve “Ali Rıza Efendi’nin Türk olmadığını Sırp mı Bulgar mı olduğunun da belli olmadığını” iddia etmiştir!

Birincisi; Dr Rıza Nur Atatürk’ün yakın arkadaşı, hatta arkadaşı bile değildir.

İkincisi; Rıza Nur evet doktordur; ama Atatürk’ün doktoru, hele hele özel doktoru hiç değildir. Atatürk’ün 1931’den 1938’e kadar gün gün saat saat yanında bulunanların tam listesini “Atatürk’ün Nöbet Defterleri”nde bulmak mümkündür. Bu defterlerde gün gün, saat saat Atatürk’ün yanında bulunan doktorlar isim isim belirtilmiştir. Ancak ne hikmetse özel doktoru (!) Rıza Nur’dan eser bile yoktur.(33)
Çünkü Rıza Nur, Atatürk’ün doktoru değildir. Bu, Rıza Nur’un uydurmalarından sadece biridir.

Atatürk hakkındaki iddialarının birer uydurmaca olduğunu bilen Rıza Nur, anılarını Atatürk’ün sağlığında yayınlatma cesareti gösterememiştir. Anılarını 1935 yılında Britişh Museum’a, 1960 yılına kadar yayınlanmamak üzere göndermiştir. Yani sevgili iftiracı doktorumuz Atatürk’ün ölmesini beklemiştir.

Peki, Rıza Nur’u bu kadar öfkelendiren nedir? Neden Atatürk’e bu çirkin iftiraları atmıştır?

1927 yılında Atatürk Nutuk’ta, Rıza Nur’un Balkan Savaşı sırasında vatana ihanet etmiş olduğunu; herkes vatanı kurtarmaya çalışırken, Rıza Nur’un Arnavutları isyan ettirmeye çalıştığını açıklamıştır.(34)
Rıza Nur, Nutuk’u okuduktan sonra 1928 yılında “Hayat ve Hatıratım” adlı anılarını yazmaya başlamıştır. Amacı, Nutuk’ta anlatılanları yalanlamak, Atatürk’ü lekelemek ve kendisini vatan hainliği ile suçlayan Atatürk’ten “acımasız iftiralarla” intikam almaktır.

Amacına da ulaşmıştır!

Rıza Nur’un anıları 1967/1968 yılında dört cilt halinde Türkiye’de yayımlamıştır. İşte bundan sonra Atatürk ve Türkiye düşmanları Rıza Nur’un anılarına dayanarak Atatürk’e saldırmaya başlamışlardır.

Rıza Nur’un “deli saçması” anıları akla hayale sığmayacak zırvalarla doludur. Örneğin,”Atatürk’ün eşcinsel olduğu, eşi Latife Hanım’ın kendisinden bu yüzden ayrıldığı ve Atatürk’ün onun bunun karısına sarkıntılık ettiği” şeklindeki saçmalıklar Rıza Nur’a aittir.(35)

Peki, ama kimdir bu Rıza Nur?

Cumhuriyet tarihinde onun adının geçtiği tek dişe dokunur olay Lozan Antlaşması’dır. Rıza Nur, Lozan’a giden heyette yer almıştır.

Rıza Nur anılarında, “Şüphesiz ki ben nevrastenik idim” diyerek bizzat kendisi akıl hastası olduğunu itiraf etmiştir.

Akıl almaz iftiraları, şaşırtan itirafları ve çelişkili anıları dikkate alındığında Dr. Rıza Nur’un gerçekten de akıl hastası olabileceği düşünülmüştür.

Rıza Nur’un yüzlerce sayfalık anılarını bir doktor gözüyle okuyan Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Dr. Hasan Behçet Tokol’un Rıza Nur hakkındaki teşhisleri dikkat çekicidir:

“Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim: psikopatik bir zemin üzerinde paranoit reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zekâ fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını, son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi nakletmiş ki, bu tutum bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur.

Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben mümkün değildir.”(36) Doktorun, Rıza Nur’da belirlediği hastalıklar Şunlardır:

İzolasyon: (kendini çevreden soyutlama), depresyon: (ruhsal yavaşlama, içe kapanma, çöküntü), homoseksüel eğilimli, obsesif-kompülsiv sendrom: (toz, mikrop korkusu), depresonelizasyon: (aşağılık duygusu), agresif ve hostil: (saldırgan ve kızgın), psikopat: (kişilik bozukluğu), mitomoni: (yalan söyleme), fabulasyon: (masal uydurma), fanteziler: (hayal ettiği şeyleri gerçek sanma), megolomani: (büyüklük fikirleri), narsizm: (kendine hayran olma), paranoid reaksiyon: (takip edildiğinde sanma duygusu, öldürülme korkusu), egosantrizm: (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı övünme, sahte gurur) Görüldüğü gibi Rıza Nur, gerçekten de bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalığa sahiptir.

Rıza Nur, devamlı bir uçtan bir uca gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı’nda Arnavutları ayaklandırır. Kurtuluş Savaşı’nda milliyetçidir. Anılarını yazarken ırkçıdır. Anılarında, hem Hilafet ve saltanatı kaldırmış olmakla övünür, hem de hazırladığı parti programında Hilafet’i kurmak ister. “Türk Tarihi” adlı kitabında Mustafa Kemal’in hakkını teslim eder, onsuz zaferin olmayacağını belirtir, “Hayat ve Hatıratım” adlı anılarında ise olmayacak iftiralar atar.

Cinsi yönden de sağlıklı değildir. Kendi anlatımıyla gençliğinde bir kere cinsel tacize, bir kere de tecavüze uğramıştır. Sonrasında bir Harbiyeliye âşık olmuştur. Kadın olmak istemiş, cinsel organını aldırtmayı düşünmüştür.(37)

Dr. Rıza Nur’un Atatürk’e saldırdığı “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabındaki bazı cümleler, onun nasıl bir ruh haline sahip olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır:

    “Karımdan şu mektubu aldım: ‘Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkân bırakmıyorum.’ Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı: (s.l785). Galiba bu işte M.Kemal’in ve İsmet’in (İnönü) de parmağı var.(s. 1786)”

    “(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor, (s.1346)”

    “Bir Rus doktor, zampara mı zampara; karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış, (s. 1410)”

    “Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım, (s.78)”

    “Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana: ‘(Donunu)çöz, yoksa öldürürüm’ dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu, (s.84)”

    “Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüme bakmıyor, içimde heyecan duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa âşık olmuşum... Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir. (s.22)”

    “Kadın, erkekten aşağı bir mahlûktur, (s. 1530)”

    “Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir. Bana büyük şereftir (s. 1305)”

    “Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalan da söyledim, (s. 105)”(38 )

Rıza Nur’un anıları taranacak olursa daha pek çok bu gibi üstün özelliğe(!) rastlanabilir.

İşte Atatürk’e ve ailesine özellikle de ZÜBEYDE ANA’YA yönelik akla hayale sığmaz iftiraların sahibi Dr. Rıza Nur... Üzülerek söylemek gerekir ki, ülkemizde bilerek ya da bilmeyerek pek çok insan, hatta sözüm ona, araştırmacı-yazar sıfatını taşıyan pek çok aydın, Rıza Nur’u kaynak olarak kullanarak Atatürk’ü eleştirmiştir. Kuşkusuz bu tutum büyük bir hatadır. (Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, “Bir Ömrün Öteki Hikayesi”, İnkılap Kitabevi, 3.bs, İstanbul,2009, s.51-67).

Zübeyde Hanım’dan Kim Rahatsız Olur?

Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi, Zübeyde Hanım’ın adının İzmir’ds kurulacak yeni bir üniversiteye verilmesinin AKP tarafından reddedilmesi, akla “AKP neden Zübeyde Hanım’dan rahatsız?” sorusunu getirdi.

O zaman bizde hemen soralım:

AKP’nin Zübeyde Hanım’dan rahatsız olmasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir?

a) Atatürk’ü ve Atatürk devrimlerini içine sindirememiş olması,

b) Rıza Nur’a inanarak Zübeyde Hanım’ın “kötü kadın” olduğunu düşünmesi,

c) Zübeyde Hanım’ın vatana, millete zarar verecek şeyler yaptığına inanması,

d) Zübeyde Hanım’ın dindarlığından rahatsız olması,

e) Zübeyde Hanım’ın öz be öz, “Evladı Fatihan” Türklerinden olmasının “açılıma” zarar verebileceğini düşünmesi.

f) Hepsi.

Cevabı bulmaya çalışın!.. Bugün, o Zübeyde Hanım’ın oğlunun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten AKP hangi nedenle Zübeyde Hanım’ın adına bile tahammül edememektedir?

Dahası, çiftçisine “Ananı da al git diyen” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si, bir gün, Zübeyde Anayı öz anası gibi seven biz Türklere de “Anınızı da alın gidin” der mi acaba?




(1) Lord Kinross, Atatürk, İstanbul, 1994, s.21.

(2) Evlad-ı Fatihan: Osmanlının yayılma, genişleme dönemlerinde vatan haline getirilen topraklara yerleştirilen yedi göbek Türklere verilen ad. Cemal Kutay, Türkçe İbadet, İstanbul 1998, s. 31.

(3) Göksel, a.g.e, s.6.

(4) Güler, a.g.e, s.32.

(5) Şapolyo, a.g.e, s.22,23.

(6) Kutay, Türkçe İbadet, s.131.

(7) Şapolyo, a.g.e, s.20.

(8 ) Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, C.20, Ankara 2001, S.415.

(9) A.g.e, s.414.

(10) A.g.e, s.420.

(11) A.g.e, s.421.

(12) A.g.e, s.424.

(13) Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul 2005, s.508.

(14) A.g.e, s.508.

(15) Zübeyde Hanım’ın bu ikinci evliliğinden sonra Atatürk’ün Zübeyde Hanım’a kırıldığı, hatta öfkelendiği doğrudur; ancak bazı araştırmacıların iddia ettiği gibi Atatürk’ün annesine yönelik bu kırgınlığının ve kızgınlığının ömrünün sonuna kadar devem ettiği doğru değildir. Bu geçici bir durumdur ve Atatürk zaman içinde Ragıp Bey’e alışarak onunla dost olmuştur. Dolayısıyla zaman içinde annesine duyduğu kırgınlık da sona ermiştir. Bunu bizzat Atatürk ifade etmiştir.

(16) Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967 s.16.

(17) Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, s.508.

(18 ) Turgut Gürer, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, İstanbul 2006, s.94.

(19) A.g.e, s.95.

(20) Murat Bardakçı, “Mustafa Kemal’in Mektuplarında Sözünü Ettiği Meçhul Akrabalar”, Hürriyet, 7 Ağustos 2005, s.27.

(21) Abdurrahim Tunçok: Atatürk’ün manevi oğlu.

(22) Cebesoy, a.g.e, s. 122.

(23) Kinross, a.g.e. s.22.

(24) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, C.I, İstanbul 1958, s.269

(25) Altan Deliorman, Atatürk’ün Hayatındaki Kadınlar, İstanbul 1999, s.29,30.

(26) Kutay, Türkçe İbadet, s.131.

(27) Ahmet Fuat Bulca’dan naklen, Kutay, a.g.e. s. 136.

(28 ) Güler, a.g.e. s.43.

(29) A.g.e, s.43,44.

(30) ASD, C.II, s.131.

(31) “Çirkin Tezgâhın Sahte Belgeleri”, Sabah Gazetesi, 21 Ocak 1990.

(32) Erbil Tuşalp, Şeriat A.Ş, Bilgi Yayınevi, 1994, s. 103.

(33) Atatürk’ün Nöbet Defteri, 1931-1938, Toplayan: Özel Şahin Giray, 1955.

(34) Nutuk, s.599.

(35) Rıza Nur’un tüm bu “deli saçması” iddiaları ve yanıtları için bkz. İsmet Görgülü, Atatürk’ün Özel Yaşamı, Uydurmalar, Saldırılar, Yalanlar, Bilgi Yayınevi, İstanbul 2003.

(36) Turgut Özakman, Dr.Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995.

(37) A.g.e, s.25.

(38 ) Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, İstanbul, 1968; Turgut Özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası, 1995; Görgülü, a.g.e, s.26-29.



Sinan MEYDAN / 2 Ağustos 2010, sinanmeydancom.tr.gg
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Zübeyde Ananızı Da Alın Gidin! / Sinan MEYDAN

İletigönderen İrfan Tuna » Sal Ağu 03, 2010 15:24

Onlar Zübeyde anamızı da sevmezler, ülkemizin bağımsızlığı ve egemenliği için canını ortaya koyup kurtuluş savaşımıza önderlik eden, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran büyük devrimci önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü de sevmezler...

Sevmemeleri de son derece doğaldır. Çünkü kıbleleri Vaşington'dur. Duaları Irak'ı kan gölüne çeviren ''Kahraman Amerikan askerlerinin evlerine sağ salim dönmesi'' içindir...

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırıp, Türk askerini adadan çıkaracak bir Amerikan ve İngiliz planı olan ''Annan Planı''nı da analarının planı sanmışlardır...

Biz, anamızı, babamızı, çocuğumuzu, kardeşimizi, eşimizi, dostumuzu, komşumuzu alıp sandığa gideceğiz ve HAYIR oylarımızla, ülkemizi emperyalistlere pazarlamayı bir marifet sananlara çok güzel bir ders vereceğiz...
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23


Şu dizine dön: Sinan MEYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x